3 Mart 2016

Janet Afary, Kevin B. Anderson; Foucault ve İran Devrimi

ile izdiham

Michel Foucault’nun İran Devrimi’ne ilgisi bilinse de bunun sebepleri pek incelenmemiştir. Janet Afary ve Kevin Anderson, Foucault ve İran Devrimi adlı kitapta bu konuyu ele alıyor. Yazarlar, Foucault’nun İran Devrimi özelinde İslamcılığa duyduğu sempatinin yapıtıyla uyumlu olduğu iddiasında.

Michel Foucault’nun İran Devrimi’ne hayranlık derecesindeki ilgisi Türkiye’de özellikle İslamcı hareketin içinde bulunmuş ve Avrupa düşüncesine aşina kişilerce bilinir. Fakat sadece malumat düzeyinde olan bu bilginin soruşturması hiç yapılmamış, Foucault gibi marjinal bir kişiliğin İslamcı bir harekete duyduğu coşkulu sempatinin nedeni bugüne kadar etraflıca incelenmemiştir. Halbuki Foucault, Türkiye’de en ilgi çeken ve hakkında en fazla makale yazılan Batılı düşünürlerden biridir. Ama Batılı düşünceyle ilişkimiz henüz nakil boyutundan, Batılıların “putting to work” dedikleri türden bir temellük etme biçimine geçmediği için ve muhtemelen bazı ideolojik tercihler nedeniyle böyle vaka çalışmaları yapılmamaktadır. Janet Afary ve Kevin Anderson imzalı Foucault ve İran Devrimi adlı kitap, Foucault’nun İran Devrimi’ne ilgisini konu ediniyor ve Foucault üzerine ikinci el çalışmalara önemli bir katkı yapıyor. Yazarlar kitapta Foucault’nun İran Devrimi özelinde İslamcılığa duyduğu sempatinin bir sapma olmadığını, bilakis onun düşüncesi ve yapıtıyla uyumlu olduğunu savunuyorlar.

İran Şahı 16 Ocak 1979’da devrildiği zaman birçok Batılı entelektüel olayı ihtiyatlı bir iyimserlikle karşılamıştı. O zaman, Batılı sol çevrelerde bugünkü Arap Baharı’nın estirdiği heyecan rüzgârına benzer bir coşku uyandırmıştı İran Devrimi. Laik Marksistler, İslamcılar ve solcu milliyetçilerden oluşan koalisyonun bir araya getirdiği birkaç milyon insanın kentlerdeki kitlesel ayaklanması, Batı kamuoyuna, kendiliğinden oluşmuş ve kolektif nitelikli, önemi yadsınamayacak yeni tür bir siyasal hareketi temsil ediyor gibi görünmüştü. Ancak laik ve dinî güçlerin koalisyonu hızla dağılıp yerini siyasi ve dinî muhaliflerin, kadınların ve diğer azınlıkların gittikçe artan ölçüde acımasızca bastırıldığı dinî bir otoriteryanizm biçimine bırakmasıyla devrime duyulan hayranlık çabucak hayal kırıklığına dönüştü. Devrimden henüz iki ay sonra toplumdaki bazı marjinal kişilere verilen idam cezaları ve kadın haklarını düzenleyen yasaların birden iptal edilmesiyle yeni rejim baskıcı doğasını dışa vurduğu zaman, aralarında Kate Millet ve Simone de Beauvoir’ın da bulunduğu bazı tanınmış feministler Humeyni’yi ve rejimini kınayan açıklamalar yaptılar.

Bu kınamaya katılmayan ve devrimi yeni bir tür “siyasi maneviyat” biçiminin ifadesi olarak idealize etmeye devam eden tek Fransız entelektüel Michel Foucault’ydu. Devrime yol açan süreçte Foucault iki kere İran’a gitmiş, Fransa’da ve İran’da sürekli Şah karşıtı aktivistlerle bir araya gelmiş, dahası Paris’te sürgündeyken Humeyni ile de görüşmüştü. Aynı zamanda İtalya’nın en saygın günlük gazetelerinden Corriere della Sera için İran’daki olayları anlatan düzenli yazılar kaleme aldı. Gazetedeki sütununda Foucault, ilkelerini Batılı düşüncenin dışında bir kaynaktan alan politik bir hareket olan İran’daki devrimci harekete hayranlığını dile getirmekten çekinmiyordu. İran’daki İslamcı hareketi “ruhsuz bir dünyanın ruhu” olarak niteliyordu. Bu ifadeyle Marx’a gönderme yapıyordu; çünkü Marx din hakkındaki o ünlü tanımını yaptığı cümlelerde dini önce “ruhsuz bir dünyanın ruhu” olarak tanımlıyor, sonraki cümlesinde “halkların afyonu” diyordu. Marksistler önceki ifadeyi göz ardı ederek dinle ilgili Marx’ın sadece “halkların afyonu” tanımını benimsemişlerdi. Foucault bu anlayışa karşı çıkıyordu.

İran devrimi ve hayal kırıklığı

İran Devrimi’nin de gösterdiği gibi, din halkları zulme karşı ayaklandıran bir güç de olabilirdi. Foucault, 1789 Fransız Devrimi’nden bu yana Batılı toplumların bu imkânı yok sayarak atalete sürüklendiğini, laikliğin halkları gerçek devrimci harekete yöneltecek “siyasal maneviyat” biçimlerinden mahrum bıraktığını düşünüyordu. Tahakküm altına alınmış modern toplumların doğunun siyasal maneviyat biçimlerinden öğreneceği çok şey vardı. Foucault özellikle Şiilikteki yas merasimlerinde sergilenen bedensel ritüellerden, adanmışlıktan ve şehadet söyleminden çok etkilenmişti. İran’da şehir meydanlarında kitlelerin Şah’a karşı ölümü göze alarak gösteriler yapması onu hayran bırakmıştı.

Foucault, insan ve doğa üzerinde sömürüden başka bir şey üretmemiş Batılı modernliğe karşı en güçlü muhalefetin ve alternatifin İslam dünyasından çıkacağını dahice öngörmüştü. Polonya’daki sendikal direniş hareketini ya da Nikaragua’daki Kurtuluş Teolojisine dayanan devrimci hareketi hiç önemsememişti. Ama İran Devrimi’nin kötü sonuçlarının onda bir hayal kırıklığı yarattığı belli; insan düşünmeden edemiyor, yeni bir tahakküm biçimi üretmeyecek bir İslami hareketle karşılaşsaydı Foucault, düşünsel seyri hangi mecralarda akardı acaba diye.

İzdiham