27 Şubat 2016

Şolem Alehem

ile izdihamdergi

 

Bu hiç bir şey değil!” diye bağırdı öküzünkiler gibi yuvarlak gözlü , şimdiye kadar hep köşede, pencerenin kenarında oturup, sigara içerek bizim hırsızlık ve istimlak hikayelerimizi dinleyen adam. “Ben size, bizim mahallemizde olmuş öyle bir hırsızlık hikayesi anlayacağım ki şaşkına döneceksiniz…

Hem de tam sinagogun içinde! Üstüne üstlük Kipur gününde! Gerçekten dinlemeye değer..” “Bizim kentimiz Kasrilevka -şimdi nereli olduğumu öğrendiniz- küçük ve yoksul bir kenttir. Orada hiç hırsızlık olmaz. Kimsenin bir şey çalmamasının basit bir nedeni vardır. Ne bir şeyi çalınacak kadar zengin yaşar orada, ne de çalınmaya değer bir mal vardır… Ve ayrıca, bir Yahudi, doğası gereği hırsızlık yapmaz. Yani, belki bir hırsız olabilir ama bu pencerenize tırmanacak ya da size arkanızdan bıçakla saldıracak türden değildir. Belki gayet doğal olarak, dikkatinizi dağıtır, yolunuzu şaşırtır veya güveninizi sarsabilir, ama cebinizden hiç bir zaman bir şey araklamaz. O, sıradan bir hırsız gibi yakalanıp sokaklarda sırtında sarı bir plakayla dolaşmaz. Böyle bir ortamda, Kasrilevka gibi bir yerdeki hırsızlığı düşünün . Ne olaydı! Bir seferde bin sekiz yüz ruble….” “Olay şöyle gelişti. Bir Yom Kipur Akşamı, tam dualardan önce, kentimize bir yabancı geldi.Litvanyalı bir satıcıymış.

Çantasını bir handa bıraktı, hemen duaya katılabileceği bir yer aramaya koyuldu ve en sonunda bizim eski sinagoga geldi. Tam dua başlamadan önce içeri girdi ve onu bağış kutularının etrafındaki mütevelliler karşıladı. ‘Şalom alehem’ dedi. ‘Alehem şalom’ diye cevap verdiler. ‘Konuğumuz nereden geliyor?’, ‘Litvanya’dan’. ‘İsminiz nedir?’ ‘Söylesem, büyükanneniz bile tanımaz’. ‘Ama bizim sinagogumuza geldiniz!’, ‘Başka nereye gidebilirdim ki?’, ‘Yani buraya mı ödemek istiyorsunuz?’, ‘Başka nereye gidebilirim ki?’,’O zaman bağış kutularına bir şeyler koyun’, ‘Koymayacağımı mı zannettiniz?’ “Uzun lafın kısası, konuğumuz üç gümüş ruble aldı ve bağış kutularına koydu.

Ardından hazan kutusuna bir , hahamınkine bir , sinagogunkine bir ruble koyup yarım rubleyi de tsedaka kutusuna attı. Daha sonra parayı, kapıya doluşan yoksullar arasında bölüştürdü. Bizim kentimizde o kadar yoksul vardır ki, eğer onlara para vermeye başlarsanız, Rothschild’in bütün servetini, aralarında bölüştürebilirsiniz! “Cömertliğiyle etrafı etkileyen adam, doğu duvarı tarafında kendine hemen bir yer bulabildi. Oradaki bütün yerler doluyken, o adama nasıl yer bulabildiklerini sormayın. Daha önce hiç bir kutlamaya -sünnet ya da düğün törenine- katıldınız mı? Bu törenlerde, bütün konuklar masalarına oturur, ardından dışarıda bir gürültü patırtı olur ve zengin amcanın geldiği anlaşılır..Ne yaparsınız? Biraz ittirir, sıkışır ve bu zengin akrabaya yer açarsınız. Sıkışmak bir Yahudi geleneğidir.

Kimse bizi sıkıştırmazsa, biz birbirimizi sıkıştırırız.” Gözlerini öküz gibi kocaman açan adam, bir an duraksadı. Sözlerinin, etrafındaki kalabalığı nasıl etkilediğini görmek için çevresine bakındı ve devam etti: “Böylece konuğumuz, onur makamına geçti ve şammaş’tan, kendisine bir dua kürsüsü getirmesini istedi. Talledini giydi ve dua etmeye başladı. Hep ayakta durarak etti dualarını. Hiç yerine oturmadı. Ne o akşam, ne de ertesi gün oradan ayrıldı. Bütün gün oruç tutarak, hem de hiç oturmadan ayakta durmak mı- bu sadece bir Litvanyalının yapabileceği bir şey olmalı! “Ama her şey bitip, son şofarın sesi de dindiğinde, Yargı Günü sona erdi. Yom Kipur’dan sonraki akşam dualarını, hatırlamadığım bir zamandan beri söyleyen Hayim boğazını temizledi ve titrek sesiyle ‘Ma- a- riv a- ro vim..’ diye başlamıştı ki birdenbire çığlıklar duyuldu. “Yardım edin! Yardım edin! Yardım edin!” Hepimiz etrafımıza bakındık. Yabancı konuk, yerde uzanmış neredeyse bayılmak üzereydi.

Yüzüne su döktük, onu ayılttık ama yeniden bayıldı. Sorun neydi? Çok sorun vardı! Litvanyalı adam Kasrilevka’ya bin sekiz yüz ruble getirdiğini söylüyordu. O kadar parayı- düşünsenize bin sekiz yüz ruble!- Handa bırakmaktan korkmuştu. Yabancı bir kentte bu kadar parayı emanet etmek için kime güvenebilirdi ki? Ve ayrıca, Yom Kipur’da bu kadar parayı taşımak da pek uygun değildi. En sonunda bir plan yapmış: parayı sinagoga getirmiş ve kaşla göz arası dua kürsüsünün içine koyuvermişti. Böyle bir şeyi sadece bir Litvanyalı yapabilir!… Şimdi, kürsüsünün oradan neden bir dakika bile ayrılmadığını anladınız mı? Demek ki, herkesin yüzünü duvara döndüğü bir anda, biri parayı çalmış olmalıydı… “Yani, zavallı adam ağladı, saçını başını yoldu, çaresizce ellerini ovuşturdu. Bütün parasını kaybetmiş bir halde ne yapabilirdi? Paranın kendisine ait olmadığını söyledi. O sadece bir tezgahtarmış. Para da patronununmuş. Kendisi çocuk sahibi, zavallı, yoksul bir adammış. Şimdi onun gidip kendini boğmaktan ya da herkesin önünde kendini asmaktan başka yapabileceği hiç bir şey yokmuş.

“Bu sözler karşısında herkes, bütün gün oruç tuttuğunu ve artık eve gidip yemek yeme zamanı geldiğini unutup şaşkınlık içinde kalakaldı. Bu, bir yabancıya karşı büyük bir saygısızlık, bir utanç ve gözlerimizin önünde bir skandaldı! Böyle bir hırsızlık akıl almaz bir olaydı. Bin sekiz yüz ruble? Hem de nerede? Kutsalların kutsalı, Kasrilevka’nın eski sinagogunda! Ve hangi günde? Yılın en kutsal günü Yom Kipur’da! Böyle bir şeyi daha önce hiç kimse duymamıştı! “Şammaş! Kapıları kilitle!” diye emretti haham. Kasrilevka’da, Reb Yozifel adında bir hahamımız vardı. Gerçek bir Tanrı adamı, kutsal bir kişiydi. Belki çok keskin zekalı sayılmazdı ama çok iyi kalpli, içinde kötülükten eser olmayan biriydi. Bazen, on sekiz başınız olsa da asla aklınıza gelmeyecek fikirler bulurdu… Kapı kilitlendiğinde, Reb Yozifel topluluğa döndü .

Yüzü bir ölününki kadar solgundu, elleri titriyor, gözlerinden garip bir ateşle yanıyordu. “ ‘Beni dinleyin arkadaşlarım. Bu çok çirkin bir şey, dünyanın yaradılışından beri duyulmamış bir olay! Burada, Kasrilevka’da, çocuk sahibi, yoksul bir yabancıdan parasını çalmaya cüret eden, dininden dönen biri mi var ?Ve böyle bir günde? Yılın en kutsal günü Yom Kipur’da, belki de en son, en görkemli anda, tam da şofardan önce! Böyle bir şey hiç bir zaman hiç bir yerde olmamıştır! Buna inanmıyorum. Böyle bir şey olamaz. Ama belki de-kim bilir? İnsan açgözlüdür ve dürtüler- özellikle böyle bir meblağ ile, bin sekiz yüz ruble, Tanrı korusun- bazen çok güçlü olabilir.

Yani, içimizden biri doğru yoldan sapmışsa, böyle ulu bir günde böyle bir kötülük yapmışsa, olayı bütünüyle incelemeli ve her şeyi kökünden çözümlemeliyiz. Gökler ve dünya her zaman, gerçeğin, suların üstüne çıkan yağ gibi ortaya çıkacağına yemin etmiştir. Dolayısıyla arkadaşlarım, şimdi hepimiz birbirimizin üstünü arayalım. Giysileri arayalım, ceplerimizi dışarı çıkartalım- en yaşlı üyemizden şammaşımıza kadar herkes! Kimse dışarıda kalmayacak. Benimle başlayın. İlk önce benim ceplerime bakın.’ “ İşte Reb Yozifel böyle konuştu ve ceplerine bakılması için cüppesini ilk çözen de kendisi oldu. Hahamın örneğini takip eden herkes, ceplerini dışarı çıkartmaya başladı. Birbirlerini aradılar, salladılar ve kontrol ettiler…ta ki sıra Lazer Yossel’e gelene kadar. Lazer Yossel, renkten renge büründü ve yabancının bir dolandırıcı olduğunu, hikayesinin tamamen uydurmaca olduğunu söyleyip tartışmaya başladı. Kimse ondan para çalmamıştı. Kimse bunun büyük bir yalan ve kandırmaca olduğunu göremiyor muydu? “İnsanlar bağırıp çağırmaya başladı. Bu sözlerle ne anlatmaya çalışıyordu? Bütün önemli kişiler, üstlerinin aranmasına izin vermişti, o zaman Lazer Yossel neden kaçmak istiyordu ? Burada kimse ayrıcalıklı bir konuma sahip değildi. Üstünü arayın! Onun da üstünü arayın!” diye bağırmaya başladı topluluk. “Lazer Yossel, durumun umutsuz olduğunu gördü ve gözlerinde yaşlarla merhamet dilemeye başladı. Kendisini aramamaları için yalvardı. En kutsal olanların üstüne, bu olayda masum olduğuna ve böyle bir şeyi hayat boyu düşünemeyeceğine yeminler etti.

O zaman neden üstünün aranmasını istemiyordu? Bunun küçük düşürücü olduğunu söyledi. Kendisini utandırmamaları için yalvarıp yakardı. ‘Bana istediğiniz her şeyi yapın.’ dedi, ‘ama ceplerime dokunmayın’. O anda ne yapardınız? Sizce onu dinlemeli miydik? “Ama bir dakika bekleyin… Size bu Lazer Yossel’in kim olduğunu söylemeyi unuttum. O, aslen Kasrilevkeli değildi. Düğünü zamanında eşinin ailesiyle yaşamak için, bilmem nereden gelmişti. Kentimizin zengin adamı olan kayınpederi, kızı için altın değerinde bir damat bulduğunu söyleyip uzun süre böbürlenmişti etrafta. Kutsal Kitap’ın tümünü, Talmud’un binlerce sayfasını ezbere bilirdi. İbranice, aritmetik, cebir, el yazısı , kısacası düşünebileceğiniz her şeyin ustasıydı. Kasrilevka’ya ulaştığında- böyle mücevher değerindeki genç adama- herkes bakmak için dışarı çıkmıştı.

Acaba zengin adam nasıl bir pazarlık yapmıştı? Ona bakarak hiç bir şey söyleyemezdiniz. Genç, normal giyimli bir adamdı işte. Kötü görünümlü değildi ama burnu biraz uzun, gözleri kömür gibi parlak, dili de biraz sivriydi. Önde gelen kişiler, onunla ilgilenmeye ve üstünde çalışmaya başladılar: Bir parça Gemara, biraz Rambam, biraz ondan biraz şundan derken iyice bir teste tabii tuttular. Her şeyde mükemmeldi! Ve ne zaman arkasından gitseniz, evde olurdu. Reb Yozifel’in kendisi, onun bir Yahudi cemaatinde haham bile olabileceğini söylemişti. Dünyevi işler için, konuşacak bir şey yoktu. Bu işler için kentimizde bir otorite, Zaidel Reb Shaye vardı ama o bile Lazer Yossel’e ışık tutamazdı. Ve hele iş satranca geldi mi, onun gibisi dünyada bulunmazdı ! Çok yönlü insanlardan mı bahsediyorsunuz! Doğal olarak bütün kent, yaşlı adamı, bulduğu bu nimetten dolayı kıskandı ama bazıları bu genç damadın gerçek olamayacak kadar mükemmel olduğunu düşündü…

Çok fazla zekiydi (Ve her şeyin fazlası kötüdür!) Onun durumundaki bir adama göre, fazla özgür ve kolay, herkesle çok kolay ahbap olabilen , kız olsun erkek olsun,hatta düşük kadınlar olsun, gençlerle çok çabuk yakınlık kuran bir kişiydi. Dedikodular dolaşıyordu… Aynı zamanda, etrafta, düşüncelere dalmış bir halde fazla yalnız gezerdi. Sinagoga en son gelir, talledini giyer, kipasını çarpıkça koyup, amaçsızca sayfaları karıştırır, duayı takip etmezdi bile. Kimse onu tam olarak hatalı bir şey yaparken görmemişti, ama yine de birçokları, onun Tanrı korkusu duymayan bir insan olduğu hakkında fısıldaşıyordu. Görünüşe göre, bir insan bu kadar da mükemmel olamazdı….

“Ve böylece, sırası geldiğinde aranmayı reddetmesi, bir çok kişi için, parayı onun çaldığına dair iyi bir kanıttı. Lazer, istedikleri yemini etmesi için etrafındakilere yalvardı. Kendisini parça parça etmeleri, kızartmaları ve ceplerini kontrol etmek dışında istedikleri her şeyi yapmaları için yakardı onlara…O anda, daha önce hiç kızgın görmediğimiz hahamımız Reb Yosifel bile sabrını yitirdi ve bağırmaya başladı. “’ Sen!’ diye çıkıştı. ‘Sen!” Ne hak ettiğini biliyor musun? Bütün bu adamların neye katlandıklarını gördün. Küçük düşmeyi unuttular ve üstlerinin aranmasını kabul ettiler. Ama sen bir istisna olmak istiyorsun! Tanrım! Ya itiraf edip parayı geri ver, ya da bırak da ceplerinde ne olduğunu görelim. Şu anda bütün Yahudi cemaatiyle oynuyorsun. Sana neler yapabileceklerini biliyor musun?’ “Uzun lafın kısası, adamlar bu gencin üstüne atlayıp yere yatırdılar ve ceplerinin her birini teker teker boşaltıp üstüne başını aradılar. Ve en sonunda çıkarttılar…Tahmin edin ne buldular! İşte buna inanamazsınız: İyice çiğnenmiş bir kaç tavuk kemiği ve hala çiğnenmekten nemli yirmi-otuz tane erik çekirdeği!! Bunun yarattığı izlenimi tahmin edebiliyor musunuz?

Bu en kutsal oruç gününde, bu gelecek vaat eden gencin ceplerinden yiyecek çıkması nasıl açıklanabilir?! Genç adamın ve özellikle kayınpederinin yüzündeki ifadeyi tahmin edebiliyor musunuz? Hele zavallı hahamın yüzündeki? “Zavallı Reb Yozifel! Utanç içinde arkasını döndü. Kimsenin yüzüne bakamadı. Yom Kipur’da ve onun sinagogunda… Geri kalan bizler ise, aç olduğumuz halde, eve dönene kadar bu konudan bahsettik. Sokaklarda kahkahalara boğulduk. Sadece Reb Yozifel evine yalnız naşına , başı öne eğik, üzüntü içinde, kimsenin gözüne bakamadan yürüdü. Sanki kemikler onun cebinden çıkmıştı…” Görünüşe göre hikaye bitmişti. Yuvarlak öküz gözlü adam, başını çevirerek, sigara içmeye devam ederek pencereden bakmaya başladı. “Eee?” diye hep bir ağızdan sorduk, “paraya ne oldu?” “Ne parası?” diye sordu adam masumca, ağzından çıkan dumanları seyrederek. “Ne demek ‘ne parası’? Bin sekiz yüz rubleye ne oldu!?” “Haa…” diye mırıldandı. “Bin sekiz yüz ruble…yok oldu…” “Yok mu oldu ? Nasıl yani?” “Yok oldu…Hem de sonsuza kadar…”

****************

Şolem Alehem Kimdir ? 1859- 1916 Ukrayna’nın Kiev yakınlarındaki Pereyeslav kentinde, Şolem Rabinovitch olarak doğan Şolem Alehem, bu takma adı, içgüdüsel olarak bağlandığı ve kendisini Yahudi ruhunun sözcüsü olarak kabul eden kitlelere daha yakın olmak için kullanmıştır. (Yidiş dilinde “barış seninle olsun” anlamına gelir ve İbranice’de geleneksel bir selamlama biçimidir (Arapça’da bunu eşi selamun aleyküm’dür)) Günümüzde, Şolem Alehem’in gerçek ismini çok az kişi bilir. Rusya’da öğretmen ve hükümet hahamı olarak çalışır. Varlıklı bir ailenin damadı olur ve kendisine 1900’e kadar işlettiği büyük bir miras kalır. Bu tarihten sonra, emekliye ayrılır ve bütün zamanını edebiyata ayırır. Şolem Alehem, 1883 yılında, İbranice yerine Yidiş dilinde yazmaya başlar. Sayısız kısa hikayesi, oyun, roman ve şiirleri , Doğu Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Yidiş basınının ilerlemesine paralel olarak gelişir ve Alehem, zaman içinde en sevilen ve en ünlü Yahudi Yidiş yazarlarından biri olur. 1888’de yazdığı romanı Stempenyu’nun önsözünde Solem Jacob Abramovitsh’ten, “büyükbabam” olarak söz ederek , Yidiş için edebi bir süreklilik yaratmak ister.

En ünlü kitabı, Doğu Avrupa Yahudilerinin, Sanayi devrimi sonucu uğradığı köklü değişimleri konu alan Sütçü Tevye’dir ve 1894-1914 arasında dizi olarak yayımlanır. Broadway müzikallerinde Amerikanlaşan ve Hollywood’da Damdaki Kemancı adıyla ünlenen bu roman, Diaspora Yahudilerinin durumunu en iyi anlayan eserlerden biridir. Diğer önemli kitapları arasında, 1953’te İngilizce’ye tercüme edilen Motl Peysi, Hazan’ın Oğlu; Menakhem Mendl (1892); Demiryolu Hikayeleri (1902-1910) sayılabilir. Şolem Alehem, Birinci Dünya Savaşı sırasında Danimarka’ya taşınır, daha sonra okumak ve farklı kitlelere seslenmek için Avrupa’yı dolaşır.

Sağlığı zayıfladığında, aceleyle Güney İtalya ve İsviçre’ye taşınır. O ve ailesi 1914’te New York’a yerleşir ve orada “Yidiş Mark Twain” olarak ünlenir. İki yıl sonra ölür. Bir Yom Kipur Skandalı, İngilizce olarak ilk kez 1946’da, Eski Ülke’de yayımlanır.

 

İZDİHAM