28 Mayıs 2024

Nuray Özdemir, İbrâhim!

ile izdihamdergi

Kaç parça oldu! 

Ellerim buz kesti, saçlarımın arasından enseme inen damlalar hırıltılı nefesimle hızlanıyor. 

Yapıştırsam. Ya anlarsa. Salim Abide yapıştırıcı vardı, koşup alsam. Ya anlarsa. Anlar. Hep anlar o. Koşup saklanmalıyım artık. Yokuş yukarı, kalbim ağzımda, üst sokaktaki caminin avlusuna vardım. Müezzin Recep Abi ekmişti bu sarı çiçekleri duvarların dibine, affet Allah’ım ezdim işte. Saklanmalıyım. 

Ya bulursa.

Bulur.

Hep buldu.

Geçen ay kırdıklarımın morlukları geçti de sızısı hâlâ sırtımda. Ağaçla duvar arasına saklandım. Saklar bu ağaç beni. Çok yaşlı bir ağaçmış, öyle dedi İmam Efendi. Dizlerimi göğsüme çekip ara ara gözümden gelen yaşları dizlerimdeki yaraların kabuğuna akıtıyorum. Ağacın kabuklarına benziyordu dizimdeki yara kabukları. Bir şey öylece durduğu yerde bu kadar kabuk bağlar mıydı? 

Sesi geliyor işte, bulacak beni!

-Nerede o, gören olmadı mı?

+Sakin ol Hacı Abi, kimi soruyorsun, ne bu sinir?

Yaşım 12, adım İbrahim. Beni arıyor, gitmeliyim.

Pencere kenarına oturmuş bahçedeki çocukları izliyorum. Öğretmenimin kulağıma asılan eliyle bir kuş kırdı kaburgalarımı. Korku tırnak uçlarıma kadar nasıl da sızıyor böyle, hayır titrediğimi görmemeliler. 

-Ne yaptın yine sen İbrahim? 

+Ne yapmışım öğretmenim!

-Üst sınıflardan Gökhan’ı dövmüşsün, abisi geldi, ne yapayım şimdi seni. Baban, bir daha olursa kemikleri kırılana kadar dövün, dedi. Elimde kalacaksın be çocuk. 

Kafama vura vura bahçeye götürüp soğukta beni kapıya diktin de ne oldu. Zeynep gördü işte, iyice asabım bozuldu bak. Daha okul çıkışı var bunun. 

Babam bizi görünce elindeki leğenleri dükkân kapısının yanına astı yavaşça. Dönüp yüzüme bakmak istemiyordu. Yakamdan tuttuğu gibi babamın yanına fırlattı beni Ali Öğretmen. Mahru Ablanın bana verdiği tespih cebimden yere düştü. Eğilip almalıyım bana emanetti. Geri alacağım dememişti ama emanetti. Ablam da sormuştu nerden buldun bu güzel tespihi diye. Mahru Abla verdi deyince gülmüştü. 

-Çalmadık ya işte, yemin ederim o verdi. 

+Hanımlarda ne arar böyle tespih, uydurma. Hem çok pahalı bir şeye benziyor bu.

-Sevdiğininmiş onda hatıra, çöpe atacakken kıyamadı, bana verdi ama emanet işte veririm belki bir gün geri.

+Emanet de mi bilirmişsin sen hah!

-Bilirim elbet. O tespihe nasıl baktığını görseydin Mahru Ablanın, ipe canını boncuk boncuk dizmiş gibi uzattı bana.

Nasıl alsam ki şimdi onu yerden! Tespihi görse bir de onun için yiyeceğim paparayı. 

-Yine ne yaptı bu eşek herif Ali Bey?

+Bu kaçıncı uyarışım, bu sondu. Tekrarı olursa okuldan uzaklaştıracağım. Üst sınıflardan bir çocuğu dövmüş, velisi okula geldi zor sakinleştirdik. Bu böyle olmaz Abdullah Bey, bir çare bulun artık.

Ne olacak şimdi? Ne olacağı var mı işte eşek sudan gelene kadar yiyeceğim bir güzel dayağımı. 

-Ne diye getirdin Öğretmen Bey, demedim mi kır kemiklerini, kırıp atıverseydin bir köşeye de ibret olsaydı diğer öğrencilere.

+Yeter be! Kim kıracaksa kırsın şu kemiklerimi keyfinizi mi bekleyeceğim. 

Dedim dedim de kaçmalıyım şimdi biliyorum. Başka ne bilirdim ki zaten ben. Koşuyorum yine, koşuyorum ve ardımda onun sesi:

-Adam olmaz senden, hiçbir şey olmaz senden. 

Ben koşuyorum, sesi koşuyor. 

Yaşım o vakit 13 idi, şimdi 30. Adım İbrahim. 

O ses hâlâ peşimde.

Senden hiçbir şey olmaz dediği günden beri hiçbir şey olmak istemedim. Ne baba, ne eş, ne evlat. Hâlbuki Ayşe Ablamın hafızlığında ağladığında babamı ne çok sevmiştim. Ablamı sarıp başını göğsüne bastırmıştı. Ne çok istemiştim oraya varmayı. Bir kerecik bassam şu taş kafamı kalbinin üstüne, evim olurdu orası, kaçıp gitmezdim sürekli. Annemin dizleriydi evvelden evim, çok oldu o göçeli. Böyle yurtsuz, evsiz kalalı ben, kaçıyorum hep kendimden.

-Sakin ol Hacı Abi, bak işte sinmiş şu duvarın dibine. Korkmuş belli ki varma üstüne. İbrahim, gel evladım. Korkma bir şey yapmayacak kimse. 

Bir şey yapmadı zaten kimse. 

Terli terli su içme demişti Melek Ablam, göğsümün hırıltısından, soluğum şadırvandaki su sesini, yaşlı ağacın tepesindeki kuşların ötüşünü, avludaki baston seslerini bıçak gibi kesiyor. Kolumdan tutup züccaciye dükkânımıza getirdi ve işte yerde kırıklar. Yok olup gidecek değildi ya bu kahrolası karanlık dükkânda. Sahi süpürgenin sopası da kırılmıştı, ne geçirecek şimdi eline. Nasıl anlatsam ki şimdi sana baba, kedi giriverdi bir anda dükkâna, korkup irkildim, kolum çarptı o esnada. Anlatsam, dinlesen ya. Ya da boşver, indiriversem bütün rafları aşağı, sonra camı çerçeveyi. Kırılacak ne varsa kırılsın artık baba. Ben öylece duruyorum, hep sen kırıyorsun. Bazen yalvaran, bazen öfke ve inatla sana bakan bakışlarımla ben öylece duruyorum. Öylece dururken bağlandı bunca kabuk yaralarıma. Öylece durdular diye. 

            Yaşım 32. Adım İbrahim. Ben de gül bahçesi umarken ateşlerle sınandım. Adım İbrahim, su taşıyan karınca bile bulamadım. Tespihin boncuklarını yerden toplayamadım. İnsan bunca koşmadan, kaçmadan sonra varmaz mı! Koşarken de öylece durmuşum, varamadım. 

Ben İbrahim, beni kuyulara atanlar kim?

İZDİHAM