28 Mayıs 2024

Esma Atila, Sarı Taburelerden Nefret Ediyorum

ile izdihamdergi

Gururu kırılan insan sadece kalben incinmez, öfkesi de oluşur. Öfke, bütün duygulara hükmeder, doğru düşünmeyi engeller. Gururun kırıldığı an, mantığı esir olmuş kişi var olur. Ne söylenilirse söylensin düşüncelerinden dönmez, esir olduğunu fark etmez. Kısır döngüye dönüşür hayat. Bu döngülerden bir tanesi sevilmeyeceğine olan inançtır. Ruhtaki ateşe benzin döken anlar yaşanır.  

Kibarlık edip aldatıldım demeyeceğim, direkt boynuzlandığımı söylemek istiyorum. Aldatılmanın aşamaları var… 

Önce bir şokla başlar. Düşünememe, olup bitenleri yavaş yavaş fark etme, kabullenememe, ardından kabullenmek zorunda kalma olarak devam eder. Sonra duygu durumu değişimleri başlar. Aldatana öfke duyulur, aldatıldığı kişiye öfke ve en son da kendine öfke, kendini suçlama, karşındakini suçlama, herkesi suçlama, ağlama, kabullenme ve karar. Bu aşamaların hepsini yaşadım.  

Aldatılmak gururumu kırmadı aslında. Okuduğum mesajlar klasik aldatma yalanlarıyla doluydu. Yalanların arasında kalbimi yerle bir eden o cümleyi gördüm: 

“Ne yapayım, boşanamıyorum işte!” 

Nedeninin nasılının hiçbir önemi yoktu. Bir başka kadına karşı beni istemediğini söylemesi kalbimin burkulmasına yetmişti. Korkmuş bir kuşun kalbi gibiydi ellerim, durduramadım titremesini. Telefonu, kelebek desenli halıya düşürdüm. Gözlerimde biriken yaşlar, temmuz sıcağında yangın yeriydi.          

Bütün yazışmalar arasından o cümleyi asla unutmadım. Kirpiğimin ucunda asılı kaldı. Zihnimdeki anılar gözlerime hücum etmeye başladı. Yine döndüm çocukluğuma, yine alevlendi yüreğim. Şakağımın soluna saplanan ağrı, başımı döndürdü. Sarı tabureye oturdum. Benliğimi kavuran düşünce karşımdaydı. “İşte bak, istenmiyorsun, sevilmiyorsun.” 

Değersizlik denizinde çırpınıyordum. Sakinleşmek için nefes almaya çalıştım ama nafile. Başım önde, sessizce yanıma gelmesini bekledim.  

Pişkin pişkin karşıma dikildi. Yalanları umurumda değildi. Aldatmıştı işte… Sadece yüzüme karşı söylemesini istedim. İnkâr etmesini istiyordum aslında. Böylece içimi rahatlatacak, sevildiğim zannına tutunup hayatıma devam edecektim.  

“Ama zaten öyle, ayrılamadık.” dedi.  

Dişlerimi sıktım. Vücudumun her zerresinde öfke patlaması yaşadım. “Ayrılsaydın be adam, seni tutan mı vardı sanki?” 

Mantıksızlığım tekrar beni ele geçirdi. Ruhum göz bebeğimde kalmış, yaş olarak akmayı bekliyordu. Zihnimde anılar dönüp duruyordu. Senelerin acımasız cümlesi karabasan gibi çöktü boğazıma. 

“Babam beni sevmedi, elin adamı neden sevsin.” 

***

Sorunlarımın müsebbibi ben değildim, fakat sanki tüm problemleri sadece benim çözmem gerekiyordu. Bu da çok yıpratıyordu beni. Tek başına mücadele etmekten yorulmuştum. Suçlanmaktan, her konuda haksız görülmekten, huzursuzluk çıkmaması için alttan almaktan bıkmıştım. Çift miyim tek miyim belli değildi. Kadın mıyım erkek miyim anlayamıyordum.   

Odada oturuyordum, televizyonu açtım, kanaldan kanal geçtim. Rastgele bir dizide karar kıldım. Ufak tefek, gösterişsiz bir kız ağlıyordu. Başrol olduğunu düşündüğüm oğlansa kızı kendine çekip sıkıca sarıldı. Eksikliğim yine bütün zerremi ele geçirmişti. Böyle sarılmamıştı kimse bana. Hayatımı bir insanın ellerine bırakacak kadar güvenmek isterdim her zaman. Ait olma isteğim kapımın önünde duruyordu, ona kapıyı açacak samimi bir gönül gerekiyordu. Havva’ydım, yaratıldığım kaburga kemiğine hasret kalmıştım. 

Mutfaktan gelen çakmak sesi beni ana döndürdü. Sigara yakmıştı. Çakmağın sesiyle asabım bozulmuştu bir anda.  

Bıkkın bir halde sordum: 

-Her şeyle, herkesle ilgileniyorsun, işinle ilgili herhangi bir sorun çıktığında onu çözmek için çaba sarf ediyorsun. Bak, ailenle ilgili problemler yüzünden uykuların kaçtı, kabuslar görüyorsun. Konu bana gelince neden parmağını dahi kıpırdatmıyorsun?  

-Kendini benim ailemle bir tutma. 

Duvardaki çerçevelere baktım aptal gibi. Kalbim ağırlaştı, elimde hissettim onu. Avucuma baktım gözlerim dolarak. Başı önde, elini açmış bir dilenci gibiydi kalbim. Ait olamamış, istenmemiş, sevilmemişti. Yersiz yurtsuz kalmış, bu yokluk onu ezmişti. Nasipsizlik onu yaşlı gösteriyordu. Yüzüme baktı, gözlerinde aciz bir umut vardı. Sor ona dedi.  

“Eee ailen değilsem, ben kimim?” 

***

Bulanık suyu duru hale getirmeliydim. Muallakta kalmak, gittiğin yeri bilmeden yolculuk yapmak gibiydi. Uzun süren sessizliğin ardından artık konuşmak istemiştim. Siyahla mı kalacaktım, beyazla yoluma devam mı edecektim? Gri, huzursuzluğun rengiydi.  

Gecenin bir vakti adam mutfakta mısır patlatıyordu. Mısırın kokusu bütün eve yayılmıştı. Yanına gittim, mutfağın köşesindeki sarı tabureye oturdum, yüzüne baktım. Ona bir şeyler söyleyeceğimin farkında, her zamanki umursamaz sessizliğindeydi. 

Bir haftadır tek kelam etmemiştim, bundan memnundu belli ki. Senelerin yorgunluğu sesime yansıdı. 

-Günlerdir seninle konuşmuyorum, sıkıntılıyım farkında mısın?  

Patlayan mısırlar, ateşten kaçmaya çalışıyordu, tencerenin kapağına vuruyor, artık çıkmak istiyordu. Kapağını açınca birkaç tanesi sağa sola kaçıştı. Ocağa düşenleri topladı, büyük olanı ağzına attı, çiğnerken:  

-Sıkıntılıysan sıkıntılısın bana yansıtma ben sana yansıtıyor muyum?  

Burnumda mısırın kokusu… En son ne zaman sinemaya gittim acaba? Seneler olmuştur belki de. Karnımdaki boşluk boğazıma kadar geldi. Midem bulandı bir anda. Mısırdan, mutfaktan, tabureden… Acaba annem ne yemek yapmıştı? Onun sofrasını özledim.  

Madem sıkıntım görülmeyecekti, neden bu evdeydim? 

O gün gitmeye karar verdim. 

İZDİHAM