26 Mayıs 2025

Can Eseler, Gulgule Kültürü: Bir Başarısızlık Hikâyesi

ile izdihamdergi

Gulgule, dilin iflas ettiği yerde çıkan gürültünün adıdır. Ciddiyetin alaya alındığı, derinliğin ağır bulunarak terk edildiği bir kültürün sahne adı: Gulgule. Birçok insanın hayatta yaşadıkları istediği gibi gitmez. Böyle durumlarda insan için durumu hazmetmek zor olacaktır. Hele ki bu netameli durum, başka kişilere ve şartlara bağlandı ise gulgule çıkartmak sorundan kaçmak için bir yol olabilir. Bu yol başarısızlığın üstünü örtmek için çokça başvurulan bir yöntemdir

Tıpkı boş bir tenekenin çekiçle dövülmesi gibi ses çıkarır ama içerik üretmez. Gulgule kültürü, sesi olan ama sözü olmayanların egemenliğidir. Konuşur ama söylemez, güler ama anlamaz, üretir ama inşa etmez. Gulgule yapmak: içi görünmeyen ama parıltılı bir vitrin gibidir. Ancak o vitrinin kapaklarını açtığında hayal kırıklığı. Tıpkı havai fişek gibi, anlık bir parıltı, gürültü ve ardından karanlık. Şekersiz pamuk şeker gibi görüntü var, tat yok. Bu çağda gulgule yapmak neşeli bir boşluk, gürültülü bir hiçliktir. Sesin estetik hale geldiği, sözün gereksizleştiği yerin adıdır. Ciddiyetin karikatürize edildiği, sessizliğin güvensizliğe dönüştüğü bir vasatlık cehennemi.

Evet, vasatlık ve görüntüye oynamak diye bir yolu tercih etmiş olanlar için gulgule yapmak her şartta kaçınılmaz bir son olabilir. Başarısız olan her şeyin ardından cesur ve akıllı olanlar o başarısızlığın bedelini kendileri ödemeyi cesaretle kabul ederler. Ancak bazıları için durum böyle değildir. Onlar için her türlü başarısızlık için mutlaka bir sebep vardır. Bu sebep olan şey ise kendi dışındadır. Dolayısı ile böyle olan bir zihniyet meseleyi çözmek yerine gulgule yapar. Çünkü başaramadığı şeylerin bedelini kendi çalışarak ya da daha makul planlar yapmakla aşabileceğinin farkında değildir. 

Gürültü Çağı: Kulakları çınlatan lafazanlık  

Çağımız bir ses patlaması yaşıyor. Herkes bir şey söylüyor, ama kimse bir yere varmıyor. Sosyal medya, televizyon, sokaklar, kafeler. Herkes konuşuyor ama kimse dinlemiyor.

Bir gürültü ormanındayız. Herkesin elinde bir megafon var ama içinde ses değil yankı var. Cümleler yokuş aşağı koşuyor, fren tutmuyor. Önce ağza, sonra akla gelen sözler doğrudan kameraya konuşuyor. Ne düşüneceğini algoritmalar söylüyor, ne hissedeceğini eğilim belirliyor. Düşünmek artık geri kalmışlık, hızlı konuşmak ise zekâ göstergesi sayılıyor. En çok bağıran haklı sayılıyor. Bir zamanlar yazı kutsaldı. Şimdi herkes yazıyor ama hiçbiri bakkal defteri kadar bile kayıt tutmuyor. Gürültü, hakikatin yerini aldı. Çünkü gulgule kültüründe bağıran kazanır.

Gulgule yapmak laf kalabalığı ile tartışmayı boğup kaosla birlikte duruma hâkim olmak için de etkili bir yöntem olduğu için bağırmak ya da anlamsız bir fesat monoloğu ile durumu kurtarma çabası olabilir. 

İçeriksizlik Kültürü: Bilgi Yerine His, Derinlik Yerine Etkileşim 

Bugünün dünyasında artık ne söylediğin değil, nasıl hissettirdiğin önemli. Düşünce zahmetlidir, his kolaydır. His, tüketim çağının en hızlı servis edilen ürünüdür. Anlık öfkeler, abartılmış sevinçler, yapay gözyaşları. İyi bir fikir geliştirmek için yıllar gerekir, ama kötü bir fikirle viral olmak için saniyeler yeterlidir. Bu yüzden kimse yıllar harcamıyor. Gulgule kültürü düşünceyi değil, histeri üretir. Artık hakikatin değeri beğeniyle ölçülüyor. Derinlikli sözler beğeni almaz. Çünkü içeriği olan her şey zamana ihtiyaç duyar. Gulgule kültürü ise sabırsızdır. Şamatalar sabırsızdır. Dinginlik ise sağlıklı bir yolu en azından görebilmek için en doğru limandır. 

Düşünceler süs eşyası gibi, gerçek değil ama güzel. İşe yaramaz ama storye koymaya değer. Cam fanusta fikir, süs olarak işe yarar ama hayatta karşılığı yoktur. Tıpkı İsmet Özel’in ifade ettiği gibi: Çeşme var kurnası murdar. 

Başarısızlığın Anatomisi: Neden İlerletemiyoruz?

Her şeyimiz var gibi görünüyor. Ama ilerleyemiyoruz. Çünkü bir şeyi başarmak için sadece görünmek değil, derinleşmek gerekir. Bizse görünürlüğe takılıp kaldık. Ciddiyeti sıkıcılık, sabrı geri kalmışlık, ağırbaşlılığı modası geçmişlik saydık. Üretmeye değil paylaşmaya, inşa etmeye değil sunmaya odaklandık. En iyi fikir bile çorak bir toprağa düşüyor. Çünkü sabır, emek ve dinleyici yok. Sürekli başka bir şeye geçiyoruz. Hiçbir şeyin kök salmasına izin vermiyoruz.

Gelişiyor gibiyiz ama aslında sadece doluyormuş gibi yapıyoruz. Gulgule yapmak yani şamatalı bir neşe hali şarj eden ama güç vermeyen bir batarya gibi. Gülüp geçiyoruz, sonra neden hiçbir şeyin değişmediğini soruyoruz. Çünkü değişim dediğimiz şey ciddiyet ve irade gibi çok zor elde edilebilen hasletlere muhtaçtır. Her meseleyi gulgule yaparak ele aldığımız takdirde dönüşmek ve değişmek bizden çok uzağa düşecektir. 

Sessizliğin Asaleti: Kaybedilen Değer

Bir zamanlar sessizlik bir erdemdi. Konuşmadan önce düşünmek, gözlemlemek, dinlemek. Ama artık sessizlik şüphe uyandırıyor. Sessiz kalan geri kalmış sayılıyor. Gulgule kültürü kendini sadece ses ve şamata ile var eden bir sistemdir. Burada sessizlik zayıflık, gürültü güçtür. Oysa hakikat çoğu zaman sessizlikte olgunlaşır.

Gerçek düşünceler, suyun altında yankılanan sesler gibidir. Duyulmaları zordur ama yankıları derindir. Ama biz yüzeydeki çırpınışlara tapıyoruz. Düşüneni değil, konuşanı ödüllendiriyoruz. Konuşmamak, çoğu zaman söylemenin en güçlü biçimidir. Ama biz, konuşmaktan yoksun bir çağda yaşıyoruz. Çünkü konuşma dediğimiz şey artık düşüncenin sesi değil, var olma savaşı haline geldi.

Sebepler/Sonuçlar

Bize hep başka şeyler öğretildi. Dediler ki paramız yok, o yüzden ilerleyemiyoruz. Dediler ki sistem kötü, torpil var, kader bu, kader ama kimse şunu demedi: Siz gulguleye taptınız.

Evet. Biz başarısız değiliz, biz kolaycıyız. Çünkü düşünmeyi bıraktık. Derinliği terk ettik. Sadece görüneni önemsedik. Bilgiyi küçümsedik, hissi kutsadık. Sessizliği aşağıladık, gürültüyü yücelttik. İçeriği değil, sunumu seçtik. Gulguleye kapıldık. Şimdi elimizde kalan ne? Boş bir ekranın önünde dans eden fikir kırıntıları. Birbirini beğenmeyen ama birbirine benzeyen insanlar. Kendini sürekli yayan ama kendine ait hiçbir şeyi olmayan profiller.  

Yıkılmamızın nedeni düşmanlarımız değil. Yıkılmamızın nedeni, kendi içimizdeki gürültüyle hakikati boğmamız. Çünkü bu çağın en büyük suçu, susturmak değil, sesli boşluklar üretmek. İşte biz, o boşluğun içinde çığlık atıyoruz. Kimse duymuyor. Çünkü herkes kendi çığlığına âşık.

İZDİHAM