16 Eylül 2023

Serdar Doğan, Bir Kol Mesafesi Yalnızlık

ile izdihamdergi

Çalan alarmın sesiyle gözlerini ovuşturarak kalktı. Uykulu gözlerle odasının perdesini çekti, baktı. Dışarıda sararmış bir sabaha uyanmıştı. Penceresinin baktığı üç katlı evin bahçesinde ağaçlar bütünüyle sararmışlık içindeydi. Şaşırdı. O dalgınlıkta ertelediği alarm bir daha çalmaya başladı. Ertelediği birçok şey gibi bunu da bir daha erteledi. Sonra bir daha… Bir daha… Bir…

Bir artı bir olan evinin odasından koridordaki yalnızlığa geçti. Işıklandırılmamış bir sokak gibi karanlıktı koridor. Adımladı, her zamanki alışkanlıkla o karanlıkta düğmesini bulup yaktı lambanın. Buna yine şaşırmadı. Banyonun lambasını yakmayıp koridordaki ışıktan faydalandı. Oldu olası sevmemişti spot ışıklarını, mağazalardaki rengarenkliği, çok aynalı odaları, daha çok aynalı AVM’leri, insana kibrini haykıran göğe yükselen plazaları… Sevmemişti çünkü gözlerini kısarak baş dönmesiyle bakmak istemiyordu dünyaya ve banyosundaki aynaya. Doktor, astigmat demişti aslında bütün bunlara. Ertelediği alarm geç kalmışlığını hatırlatıyordu bir daha. İnsan zaten geç kalmakla meşhurdur, diye düşündü yüzündeki yalnızlığı ıslatırken ve kurularken havluyla.  

Alelacele çantasını omzuna atıp apartmanın kapısından çıkarken insan geç kalmışlığını kabullenmeyendir, diye düşündü. O da öyle yapacaktı. Geç kalırsa eğer okul müdürüne karşı kendini bu şekilde müdafaa edecekti. Kabullenmeyecekti. Ertelenen bütün saatlere inat.

Her sabah yürüdüğü gibi yine yürüdü bir okul yolu boyu yalnızlığı. Şehir, yollara dökülen çocukların gürültüsüne aldırmayıp üzerindeki sıcak yorgana daha sıkı sarılıyordu sanki. Ertelenen beş dakika daha… Hem henüz gün aymamışken konuşacak bu kadar şeyi nereden buluyordu bu çocuklar? Bu çocuklar neden bu kadar çok konuşmakla meşhurdular! Anlamıyordu bir türlü. Belki de insan anlamadığı için bu kadar insan.  Yürüdü. Caddenin üstündeki üst geçidi her zamanki gibi kullanmadan karşıya geçti. Zaten üst geçit sadece varlığını ispat etmek için vardı, kullanılmak için değil. O da öyle yaptı. Kullanmadı. Bütün şehir gibi. Yaşadığımız yer üstümüze sinmişliktir biraz, diye düşündü. Yürümeye devam etti. Caddenin neden demir çitlerle bölündüğünü düşündü. Bu kadar yalnızlığa karşı bu kadar bölünmüşlük, bu resmi el neden! Belediyeye ivedilikle bildirmeliydi bunu.   

Okul yolunda yükselen bir dağ… Okul yolunda resmi dilin unutuluşu… Bu unutuluşun elinden tutan babalar ama daha çok anneler, abiler, ablalar ve kendileri. Okul yolunda öğretmen görülünce hatırlanan masum bir Türkçe… Gözleri henüz açılmış küçük esnaf kepenkleri… Kepenklerin önüne dizilmiş köy yoğurdunun cazibesi… Sabahlarla bir ilgisi olmalı, diye düşündü bunun. Neden sabahın köründe gelir köy yoğurdu? Neden hiçbir zaman kalmaz?  Neden almak için hep anneler uyanır? Ve neden kalmayınca geç kalınmışlık için hep anneler azarlanır?

Vardı. Gördü. Okul kapısının önünde geç kalmamak için koşmaklar… Bir türlü uyanamamış gözlerle dalgın dalgın bakmaklar… Öğretmene “Günaydın!” dedikten sonra yüzde beliren utanmaklar…

Hiçbir zaman geç kalmayan yavru kedinin okul kapısından geçişi… Menekşe’nin elleri cebinde kediye bakışı… Bahçedeki dağılmışlık… Nöbetçi öğretmenin sesi… Evet, maskelerimizi takalım! Bir kol mesafesi yalnızlığa geçelim!

Ertelenen telaşlı bir alarm sesi daha…                  

İZDİHAM