29 Mart 2024

Reşit Bitken, Hayat, Zeki Demirkubuz ve Mutlu Son

ile izdihamdergi

“Mutlu insanların hayat öyküsü olmaz”

Umberto Eco

1985 yılında hapisten çıkan Z.Demirkubuz Merzifon’da bir köy bakkalında bakıştığı bir kızdan yola çıkarak Hicran karakterini oluşturur. Sonrasında 2003 yılında Hicran filmini çekmeye başlar fakat çeşitli sebeplerle film yarım kalır ve bitirilemez. Aradan yıllar geçer, çeşitli filmler çeken yönetmenimiz Hicran karakterinden yola çıkarak Hayat filmini oluşturur ve bu film 2023 yılında vizyona girer. En son 2016 yılında “Kor” filmini izlediğimiz yönetmenimiz, yedi yıllık aranın ardından hayranlarını sevindirerek ve bir o kadarda şaşırtacak bir film meydana getirmiştir. Z.Demirkubuz’un diğer filmleriyle aynı tonu barındıran bu film diğer  11 filme göre çok daha uzun. Yönetmenimizin filmleri ortalama 2 saat sürerken bu filminin süresi 3 saat 13 dakikadır. Aslında Demirkubuz bu filmin 5 saat civarlarında olacağını çünkü senaryosunun 300-400 sayfa aralığında olduğunu söyler. Hatta bu filmi platformlara mini bir dizi olarak sunar ancak platformların olumsuz yanıtlarından ötürü beyaz perdede kısaltılmış haliyle yayınlanır.

Filmi kısaca özetlersek şu şekildedir: Zorla evlendirilmeye çalışılan Hicran’ın evden kaçması ve onun peşinden giden nişanlısı Rıza’nın hikayesi… Filmin ilk perdesinde merkezde Rıza’yı görürüz ikinci perdesinde ise Hicran’ı. Film, Masumiyet-Kader-Hayat üçlemesi diyeceğimiz bir sınıfta yer alır.

Filmin ilk sahnesi Hicran’ın babasını canlandıran Umut Kurt’un kızının nişanının bozulmasından ötürü eşyaları Rıza’nın dedesine mahcup bir şekilde vermesiyle başlar. Rıza, babası vefat etmiş, annesinin de kocasının ölümüne dayanamayıp intihar etmesi sonucu yetim kalmış bir çocuktur. Rıza’yı dedesi büyütür ve yetiştirir. Fırınları olan dede Rıza’yla birlikte fırını işletir. Dede bir gün Rıza’yı görücü usulü Hicran’la evlendirmek ister. Rıza bu durumdan memnundur ancak Hicran zorla evlendirilmeye karşı olduğundan evden kaçar. Rıza ilk zamanlar bundan çok etkilenmese de ilerleyen zamanlarda içerlenmeye başlar ve nedenini öğrenmek ister. Edindiği bilgiler sonucunda Hicran’ın İstanbul’a kaçtığını öğrenir ve o da peşinden giderek evden kaçar. Bu sahne bize Masumiyet ve Kader’deki “Bekir”i hatırlatır. 

İstanbul’a gelen Rıza burada üniversite okuyan köylüsü Yaşar’ın evine yerleşir. Evine yerleştiği Yaşar aslında üniversite okumamakta ailesini ve çevresini kandırmaktadır. Bu karakter kendine çok güvenmiş ve megaloman bir tiptir. Rıza’ya yaptığı sahtekârlık nutkunda “Burası inanmak istediğine inanların ülkesi” lafı çağımız insanlarının sahte ve çıkarcı yüzünü afişe etmeye çalışır bir mahiyettedir. Tıpkı Demirkubuz’un etkisinde kaldığı Dostoyevski gibi.

Rıza uzun uğraşlar sonucu ve polislerin yardımıyla Hicran’dan bir iz bulur. Hicran kötü yola düşmüştür. Muhabbet tellallığı yapan Yılmaz ile Ferit’in bir çalışanıdır. Ferit sürekli Yılmaz’ı aşağılar ve döver. Rıza ile Yılmaz’ın ilk karşılaşması da Vapurda Ferit’in Yılmaz’ı dövmesi sonucu Yılmaz’ın burnunun kanaması ve hemen karşı koltuğunda oturan Rıza’nın Yılmaz’a peçete uzatmasıyla başlar. Bir diğeri ise polislerin bir baskınıyla yakalanan Yılmaz’ın Rıza ile karşılaşma ânıdır. Yılmaz, Hicran’ın yanında olduğunu Rıza’ya söylemez tabi ancak Ferit’in dayaklarından bıktığı bir gün çok sinirlenip Ferit’ten öcünü alması için gider her şeyi Rıza’ya anlatır. Rıza Hicran’ın yerini öğrenir öğrenmez hemen gider ve Ferit’i vurur. Tabi bu vurulma sahnesine Hicran’ın korkan gözlerinden şahit oluyoruz. Aslında bizler film boyunca Hicran’ın duygularının karşısındakine olan sirayetini izleriz. Tıpkı Antik Yunan tragedyalarındaki sahneler gibi

Hicran’ın bu şebeke içindeki durumu biraz garip geldi bana sanki Hicran bu durumdan çok da rahatsız değilmiş gibi bir hali vardı. Zaten film boyunca Hicran karakteri çok düz ve duygusuz resmedilmiş. Bunun yanı sıra beni rahatsız eden bir diğer kısım ise filmde Yeşilçam havasının esmesidir. Büyük şehirlere kaçan her kızın kötü yola düşmesi bence klişe bir temadan başka bir şey değildir

Filmin ikinci perdesi Hicran merkezli devam eder. Rıza hapse düşmüştür, Hicran da Sinop’a kaçtığı baba evine dönmüştür. Fakat aile Hicran’ın dönüşünü tam olarak kabullenemez. Anne biraz soğukta olsa kızını affeder fakat baba hiçbir şekilde affetmez. Baba Hicranın evdeki varlığından çok rahatsızdır, sürekli bir huzursuzluk çıkarmaktadır. Bu durumdan sıkılan Hicran anneannesinin eski harabe evini onarır ve oraya yerleşir. Bence gerçek hayatta böyle bir duruma onay verilmeyeceğini düşünerekten devam etmek istiyorum.

Köydeki bazı kadınlar Hicran’ın geçmişini bilerek evlendirmeye çalışırlar ve ona uygun aday ararlar. Hicran’ın köydeki kadınların nazarında biraz da tehlike arz ediyor görünmesi kadınların ondan kurtulmak için bu yola girdiklerini düşündürtüyor insana. En sonunda eşi yeni vefat etmiş, emekli bir öğretmen olan Orhan’ı Hicran’a uygun bulurlar. Hicran Annesi ve Babasına danışsa da hiçbirinden tatminkâr cevaplar alamaz ve bu teklifi kabul eder. Özellikle Anne ile Hicran arasındaki diyaloglar televizyon ekranından yansıtılarak bize sunulur. Bu televizyon ekranından yansıtma sahnelerini Demirkubuz’un Masumiyet ve Kader filmlerinde bolca görmüştük fakat burada bir detay var: Masumiyet ve Kader filmlerindeki sahnelerde Yeşilçam’ı izlerdik şimdi ise saçma sapan sabah kuşağı programlarını görmekteyiz Burada yönetmeniz değişen ve sığlaşan halimizi az da olsa bizlere sergilemiştir.

Hicran babası yaşında, biraz da entelektüel olan Orhan ile evlenmiştir. Artık köyde değil şehirdedir, bir nebze de olsa refah bir yaşama kavuşmuştur. Ama yine mutlu değildir ve boşlukta gibidir. Orhan ise mutlu gibidir fakat kafası çok karışık ve ne yapacağına karar veremez bir haldedir. Sürekli planlar yapar fakat uygulamaya geçiremez. Orhan karakterinin bu durumu bana beyaz yakalıları çağrıştırır. Bu kesim de sürekli balıkçı kasabası veyahut bir köye yerleşme planı yapar durur ancak icraata dökemez. Hafta sonu gelecek planları yapılır/çizilir hafta içinde ise yoğun iş mesaisinde unutulur gider. 

Orhan’ın Hicran’la olan monologlara kaçan sohbetleri Orhan’ı çok rahatsız etmeye başlar. Burada da Hicranın duygularının yansımasını karşı karakterde göstermeye çalışmıştır yönetmenimiz. Çünkü Hicran yine Duygusuz ve düz bir şekilde karşımızda durmaktadır. Orhan artık bu durumdan sıkılıp Hicran’a gitmesi ya da kalmasını yönünde bir teklif sunar. Orhan’ın bir haftalık annesine ziyareti sırasında evde tek kalan Hicran bir anda karar vererek apar topar bavulunu hazırlar ve baba evine geri döner

Baba evine yeniden dönen Hicran’ın uyuyakaldığı bir sahnede rüyasında eski nişanlısı Rıza’nın eve gelip kendisinden su istediğini görüyoruz. Mutfağa su getirmeye giden Hicran bardağı bulamaz ve mutfakta bardağı arar durur. Sonra bir bakar ki bardak sürahinin hemen yanında durmaktadır. Hemen suyu bardağa doldurmaya başlar. Bardak dolup taşar fakat Hicran suyu dökmeye devam eder. Daha sonra diğer sahneye geçilir ve Hicran suyu Rıza’ya ikram eder Fakat Rıza bu sırada uyuyakalmıştır. Annesinin Hicran’ı rüyasının tam ortasında uyandırmasıyla rüya son bulur. Aynı rüyayı filmin ilk sahnelerinde Rıza’dan izlemiştik ama suyu ikram eden kendisi, uyuyakalan ise Hicran’dır. Bu sahneden de anlıyoruz ki aynı rüyaları görenler için ortak bir yaşama dair bir ipucu bulunmaktadır.

Uykusundan uyanan Hicran Annesine dönüp biraz da çekinerek rüyasında Rıza’yı gördüğünü ve onu merak ettiğini söyler. Annesi de Hicran’ın uyuduğu sırada Rıza’nın eve geldiğini kendisiyle son bir kez konuşmak istediğini belirtir. Tabi Rıza artık içerden çıkmıştır. Bu arada anne de Hicran’dan yıllardır sakladığı Rıza’nın mektuplarını kızına teslim eder. Sonrasında Hicran ile Rıza buluşur ve konuşurlar. Rıza Hicran’a içini döker ve bu saplantılı duruma bir son vereceğini belirtir. Hicran’ın hayatının mahvolmasında kendisinin sebep olduğunu dile getirir ve özür diler. Tam burada Masumiyet ve Kader filmlerindeki Bekir’in tam tersini görüyoruz.

 Bu buluşmadan sonra Hicran Babasının sürekli çalıştığı tarlaya gidip hıçkırarak ağlamasını izliyoruz. İlk defa Hicran’ın bir duygusuna bizzat şahit oluyoruz burada. Hicran’ın bugüne kadar dolup taşan duygu boşalmasını uzun ağlama sahnesi eşlik eder. Bu sahne gerçekten çok gerçekçi ve etkileyiciydi.

Filmin son sahnesinde Rıza Bayram Namazı çıkışında evine gelir -ki bu sahne ilk sahnedeki Hicran’ın Babasının Bayram sabahı sahnesi ile benzerdir- ve bakarız ki evin hanımı Hicran’dır ve hamiledir. Bayram ziyareti için Hicran’ın Baba evine gitmek üzere yola çıkarlar. Yolda Hicran hala babasının kendisini affetmediğinden yakınır. Buna karşılık Rıza Hicran’a doğacak çocuğun babasının adını taşıyacağını ve bu sebeple babasının da onu affedeceğini söyler. Daha sonrasında araba karanlık bir tünele girer ve film son bulur.

Filmin bu şekilde mutlu sonla bitmesi Demirkubuz izleyicilerini ve beni açıkçası şaşırttı. Filmi izlerken ya Hicran ile Rıza’nın buluşma sahnesinde ya da Hicran’ın tarladaki ağlama sahnesinde son bulacağını bekliyordum ancak yanıldım. Bunun sebebi ise Demirkubuz filmlerinin finallerinin genelde mutlu sonla bitmeyişidir. Bu filmdeki gibi mutlu bir sona tanıklık etmemizin sebebini Demirkubuz’un yaşının 60’lara gelmesine bağlayabiliriz. Buna binaen yönetmenimiz Habertürk’te Haluk Mertbey’in programında bu durumu ayrıca şöyle ifade eder:

Masumiyet ve Kader filmlerini çektiğimde yaşım 30’du.O zamanlar yaşımın gereği bu tarz sonların olması gerektiğini belirtir ve ilave eder İlerleyen yaşlarda insanın dünyaya bakış açısının değiştiğini söyler

Ayrıca filmin çok uzun olmasını eleştiren arkadaşlara da şunu söyleyebilirim: Daha öncesinde Demirkubuz filmlerine hakim değilseniz evet bu film çok uzun ve sıkıcı gelebilir ancak önceki filmlerini izleyen birisi olarak bana hiç uzun ve sıkıcı gelmedi hatta yönetmenin dediği gibi film 5 saat olsaydı yine hiç sıkılmadan izleyebilirdim. Bunun yanı sıra Demirkubuz’da gelen bu eleştirilere yanıt olarak filmin adı üzerinde “Hayat” olmasına bağlar.

Filmdeki oyunculuklara da kısaca bakarsak baba karakterini canlandıran Umut Kurt’tan sonra en iyi performans Orhan karakterini canlandıran Cem Davran’ın olmuştur. Uzun yıllar hafızamızda yer alacak Hayat filminin tiradı da Cem Davran’a nasip olmuştur. Beğendiğim bir diğer oyuncu ise hepimizin gerçek hayatta olmasını dilediğimiz muhteşem dede karakterini de canlandıran Osman Alkaş’ın kendisidir.Bir bütün olarak oyuncular karakterlerini çok iyi canlandırmıştır.

Yazımı bitirmeden son günlerde yaşanan Z.Demirkubuz ve N.Bilge Ceylan atışmasına değinmeden duramayacağım. Öncelikle kamuoyunda bu ikilinin kendilerine yakışmayacak şekilde cümleler sarf etmesi biz sinemaseverleri çok üzmüş ve onlara yakıştıramamışızdır. Ben bu ikiliyi 20.yy’da yaşamış Albert Camus ve J. Paul Sartre dostluğuna benzetirim ancak ne yazık ki bu dostluk ömür boyu sürmemiş ve sonrasında birbirlerine düşman olmuşlardır.

 Bu iki düşünce adamının davaları aynıdır fakat sadece odaklandıkları objelere olan değer atfiyetler farklıdır. Z.Demirkubuz ile N.Bilge Ceylan da aynı gemide yer alan yönetmenlerdir. Demirkubuz, daha derinlikli karakterler meydana getirirken N. Bilge Ceylan teknik açıdan daha iyi çekimler yapmaktadır. Her ikisi de gişe kaygısı yaşamadan gerçekten Sinema sanatına hizmet eden yönetmenlerdir. En kısa zamanda her iki yönetmenin ortak bir yapımda buluşması dileğiyle….

Not: Nobel ödüllü Albert Camus talihsiz bir trafik kazasında yaşamını yitirince J.Paul Sartre şu cümleyi itiraf eder “Benim en iyi son arkadaşımdı.”

İZDİHAM

Editör: İ. Varelci