29 Temmuz 2019

Merve Bekar, Büyü

ile izdiham

 Uçağın havalanmasıyla dudaklarından ve bakışlarından eksildi âşıklar şehri. Mecazıyla küçülüyordu her şey. “Hoşçakal Verona” dedi kesik bir tebessüm eşliğinde. Başını geriye yasladı ve içindeki tatlı ahengi dinlemeye başladı. Fas’a vardığında gezeceği baharat kokulu sokakları hayal etti.

İşini tutkuyla yapan seçkin bir iş adamıydı Paolo. Baharat ticareti yapıyordu. Dünyanın birçok ülkesine gitmişti. İtalya’da baharat sektöründe adını duyurmayı başarmıştı. Parmesan peynirli pizzalar Paolo’nun özenle keşfettiği baharatlarla buluştuğunda kadifemsi bir tat bırakırdı damaklarda. Binbir çeşit baharatı tek tek koklamak, zeytinyağı eşliğinde tadına bakmak gizleri aralamaktı Paolo için. Her bir hissedişte dimağından içeriye süzülen rayihalar, sanki ruhunun gizlerinden süzülüp, kuytu köşeleriyle kucaklaşıyordu. İşte tam da bu esnada, Paolo mest oluyordu. Gözlerini kapatıp, anın ritmine kaptırıyordu kendini aktar dükkanlarında.

İki saat yolculuğun ardından, uçak sert bir iniş yaptı Şafşavan’a. Ilık bir bahar havası vardı. Bir an önce konaklayacağı otele eşyalarını bırakıp, Şafşavan’la kucaklaşmak istiyordu. Kısa bir dinlenmenin ardından, dar mavi sokaklarda, yürümeye başladı. Buğulu ve derin bakışları etrafa buseler bırakıyordu. Adımları karışmaya başlamıştı mis kokulara. Bir bir sokuluyordu rayihalar Paolo’ya. Tarçınla kucaklaştı önce, sonra safran elini sıktı. Reyhan süzülüp geçiverdi yanından. Muskat bir buse kondurdu yanağına. İyice keyiflenmişti ki, tam da bu esnada, “Şerretüm Paolo, Şerretüm” diye kulağına bir ses çalındı. Çok sevdiği dostu Ahmed’di bu. “Şeref verdin Paolo” dedi Ahmed. Çat pat arapçasıyla karşılık verdi Paolo. Dükkânın önündeki taburelere oturdular.   Her zaman yaptıkları gibi Ahmed önce kahve ikram etti Paolo’ya.

Sade ve samimi bir dostlukları vardı. Ahmed’in sözleri Paolo’nun içini açardı. Tıpkı dükkanındaki bin bir çeşit baharat kokusu gibi.

“Anlat bakalım Paolo, bunca yolu ne için geldin?”

“Baharatlar için.”

“Sadece baharatlar için mi? Buna inanmamı bekleme benden. Bunca yıldır bu işi yaparım. Buraların en iyi tüccarı benim. Senden başka bu kadar uzaktan gelen bir müşterim yok.”

“Ben, beni asla terk etmeyecek bir şeye âşık oldum Ahmed. Kokulara. Ruhuma ve ömrüme eşlik eden tek dostum onlar benim.”

“Haydi öyleyse, gel yeni dostlar keşfedelim birlikte,” dedi Ahmed.

Kahvelerinden son yudumlarını aldılar ve içeriye doğru yöneldiler. Keyifli sohbetler eşliğinde bakır kapılarındaki baharatlarını bir bir açıyordu Ahmed. Paolo büyük bir şevkle tek tek eğiliyordu kapların içine.

“Bu kokular neden bu kadar büyüleyici Paolo, hiç düşündün mü?” diye sordu Ahmed.

“Bunu hiç düşünmedim Ahmed. Sadece sevdim. İnsan severken sadece seviyor.”

“Doğru. İşte bu yüzden sevgiyi yaratan, kokularda kendinden bir, ‘parça’ gizlemiştir.”

Birden burnuna latif bir koku çalındı Paolo’nun. En son kokladığı kabın üzerine doğru eğildi. Hayır, bu değildi. Hatta bu kokuyu daha önce hiç duymamıştı. Evet evet, bunu hiç duymamıştı. Delirmişcesine, bütün bakır kapılarının üzerine indirip kaldırıyordu başını.

“Ooo, kadim bir müşterimiz daha geldi” dedi Ahmed, “Buyurun Fatıma Hanım.”

Paolo, içeriye birinin daha girdiğini o zaman anladı. Fatıma’yı gördü.

Fatıma 1.70 boylarında, ela gözlü, zarif bir kadındı. Kaşları ve gözleri kalemle çizilmiş gibiydi. Yüzünde tatlı bir ahenk vardı. Gözlerinden bunu fark etmişti Paolo. Hali; pencerenin önüne konmuş, uçuvermeye hazır ürkek bir kuşu anımsatıyordu. Az önce delicesine aradığı kokunun Fatımadan geldiğini anlamıştı. Daha önce böylesi ahenkli bir kadın görmemişti. Sakin, gizemli ve etkileyici ritmine kapılmıştı.

Fatıma çekimser bir ses tonuyla;

“Ahmed Bey, 200 gr lavanta alabilir miyim?” dedi.

Paolo şevkle incelediği baharatları bir kenara bırakıp bütün dikkatini Fatıma’ya vermişti. Hayranlıkla seyretti onu. Fatıma Ahmed’e teşekkür edip, telaşlı ve hızlı adımlarla çıktı dükkândan.

Fatıma çıkar çıkmaz, Paolo, Ahmed’e; “dostum bu kadın da kimdir?” diye sordu.

“Hakkında pek bir şey bilmiyorum, dostum. Tek bildiğim şey benden aldığı farklı otlarla esanslar yaptığı. Kullandığı belli başlı bitkiler vardır. Şafşavan’da, kadınların esans için uğradığı tek adrestir Fatıma Hanım. Bir de ailesine katkı sağlamak için bu işle uğraştığını duymuştum. Ama bana sorarsan para için yapmıyor.”

“Peki nerede satıyor kokularını?” dedi Paolo.

“Perşembe günleri sahil kenarında kurulan pazarda satıyor,” diye cevap verdi Ahmed.

Paolo derin düşünceler eşliğinde, Ahmed’in dükkanından ayrıldı. Dinlenmek için otele vardı.

Uykuya dalmadan, ela gözlü kadını düşündü Paolo. Kalbi titriyordu.

Gün ışığıyla beraber Şafşavan’ı gezmek için otelden ayrıldı. Paolo mavi şehir Şafşavan’da kaybolmayı çok severdi. Dar sokakları tıpkı bir labirent gibiydi. Belirsiz ve karmaşık olan her şey Paolo’yu içine çekiyordu. Sarı saçları ve yeşil gözleriyle Şafşavan’da Avrupalı bir turist olduğu hemen anlaşılıyordu. Boynuna astığı makinesiyle bir evin mavi duvarından sarkan pembe begonvilleri fotoğraflıyordu. Yeşil gözlerini, fotoğraf makinesine dayamış begonvillere odaklanmıştı. Birden makineyi bıraktı.

    “Aman Tanrım,” dedi. “Aman tanrım yine o koku, Fatıma’nın kokusu bu.”

Etrafına bakındı. Buralarda olmalıydı. İç içe geçmiş sokakların her birine tek tek bakıyordu. Fatıma’yı arıyordu. En son yöneldiği sokağa doğru ilerledikçe kokunun yoğunluğu arttı. Koku Paolo’yu sardıkça, adımları bir bilinmeze doğru sürükleniyordu. Kapılmıştı. Birkaç dakika sonra sokağın başında Fatıma göründü. Şimdi bu dar sokakta Paolo ve Fatıma birbirlerine doğru yürüyorlardı. Paolo bu yürüyüş hiç bitmesin istedi. Fatıma hızlı adımlarla Paolo’nun yanından süzülüp geçerken, başını kaldırıp Fatıma’nın ela gözlerine bakmaktan alamadı kendini. Fatıma ise yürürken sadece ayak uçlarına bakıyordu. Fatıma yanından geçip giderken, Paolo yürümeye devam edemedi. Fatıma sokağın ucunda kaybolana dek, onu izledi. Paolo o karşılaşmadan sonra tüm gün Fatımayı düşündü. Onunla bir daha karşılaşmak istedi.

Bir Perşembe sabahı, Şafşavan’da sahile doğru yürüdü. Pazardan yükselen uğultular, bir toz bulutu gibi yanından geçip gidiyordu. Bütün benliğiyle Fatıma’yı arıyordu.

Küçük bir masanın üzerinde satışa sunulmuş mantar tıpalı şişelerin başında bekliyordu Fatıma. Yanına uğrayan kadınlara heyecanla şişeleri açıyor ve esanslarını koklatıyordu.

Sakin bir yere geçip tüm gün Fatıma’yı izledi. Ruhunun o kuytu köşeleri, baharat kokuları değil de Fatıma olmuştu büsbütün. Utangaç ve edebli hali Paolo’yu sarsıyordu. Ellerini uzatmak istiyordu. Kokusuna dokunmak… Cesaret edemiyordu. Dokunsa sanki parlak bir köpük baloncuğunun patlaması gibi yok oluverecekti. İzliyordu sadece. Uzaktan. Güneşle yarıştı, Paolo’nun yaktığı sigaralar…

Hava kararmaya yüz tutmuştu ki, Fatıma toparlanmaya başladı. O, eşyalarını toparladıkça Paolo’nun tedirginliği artıyordu. Dudaklarının arasındaki sigarayı, küllüğe bastı. Ayaklandı. Gidiyordu Fatıma. Ne yapmalıydı? Nereye gidiyordu? Bir daha geri gelir miydi? Gelse ne olacaktı ki? Peki ya gelmese? Kendini hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti Paolo. Beyninin içinde cenge tutuşmuş soruların verdiği çaresizlikle fevri bir harekette bulundu ve Fatıma’yı takip etmeye başladı.

Fatıma yürüyor, Paolo ardından yürüyordu. Fatıma başını adımlarına düşürmüş, hızlı hızlı yürüyor, Paolo gizli, sessiz ve tedirgin yürüyordu. ‘Fatıma!’ diyecek oluyor, korkuyordu. Sanki bu naif kadın onu oracıkta dövüverecekmiş gibi tir tir titriyordu, Paolo.  Beyaz duvarları olan, turkuaz mavi bir kapının önüne geldi Fatıma. Öteki evin ardına sindi Paolo. İzlemeye başladı yine. Kalp atışları ele verecekti sanki onu. Ellerini istemsizce göğsünün üzerine koydu. Fatıma bu esnada zili çaldı. Kapı açılır açılmaz, yere doğru eğildi ve kollarını iki yana doğru açtı. Öteden beriye müthiş bir sevinçle bir kız çocuğu koşarak geldi, Fatıma’nın kollarına. “El ummu” diye bağırıyordu çocuk, “El ummu” “Anneciğim”

Fatıma çocuğu alıp içeriye girdi. Mavi kapı kapandı. Paolo’nun sol gözünden bir damla yaş süzüldü.    

Merve Bekar

İZDİHAM