Halil Ecer, Kentin Ar Damarları Çatlamış, Hangi Belediyeye Gideyim?
Kalabalık kentlerde binlerce insan her gün birbirine temas ediyor fakat nüfuz edemiyor. Kentin yabancıları ile hemşeri oluyoruz. Herkes bir telaş ile bir şeylerin peşinde. Bir kentte düğün, taziye, kaza, kavga, çatışma, park temizliği, trafik ışıklarında bekleme, kentin ücrasında yoksulluk, bir tarafında lüks bir yaşam sürülmekte birbirinden habersiz kentin hemşerileri. Sokakta mendil satanlar öte taraftan havyarsız geçen güne lanet edenler. Kentin sokaklarında aşklar yaşanıyor, ayrılıklar birkaç yüreği dağlıyor. Birkaçımız gelecek telaşında birkaçımız yeni yatırım alanları aramakta. Kentin siyasetinde birbirimizi boğazlamaktayız. Kent bütün karmaşıklığı ile bir ahenk çizme telaşında. Bundan olacak ki Mumford “Kent tam anlamıyla, coğrafik bir örgü, ekonomik bir organizasyon, kurumsal bir süreç, toplumsal eylemin sahnesi ve kolektif birliğin estetik bir sembolüdür. Kent sanatı teşvik eder ve sanattır; kent tiyatroyu yaratır ve tiyatrodur. İnsanların çatışmacı ve işbirlikçi kişilikler, olaylar, gruplar aracılığıyla maksatlı eylemlere odaklanarak çalıştığı sahne olarak kent, kentin içindedir” diyecektir. Kent hem kendinden içeri hem de insandan içeri olarak bize yaşam alanı sunuyor.
Kentteki aşıklar ne yapıyor? Ne yapıyor kentteki düşmanlar? Yeryüzünde tutunacak son dalı da belediye seçimlerinde mi kaybetti insanlık. Bu kentte tuhaf şeyler oluyor, ardı arkası kesilmeyen olaylar oluyor. Öte yandan evlerinde huzurla inşa ettikleri yaşamı sürme telaşında insanlar. Her şeyin herkes için olmadığı bir kentte mazlumla zalimin kadim komşuluğu devam ediyor. Bu bir kent güzellemesi veyahut kente kusulan nefret değildir. Tam olarak her ikisinin aynı anda yaşandığı kenti anlamaya davettir. Günlük yaşam pratiklerinde ortaya dökeceğimiz hangi yaratıcı yön kaldı ki? Kentin kırgınlıkları, yoksul mahalleleri, alışveriş merkezleri ve tabi ki hala fil dişi kulelerine taşınan tuğlalar yüreğimize oturuyor. İrkil ey insanoğlu, yaşadığın kentlerde tutsaklık diz boyu diye bir ilahi emir de gelmedi. Bir emir gerek kentin kentli ile girdiği münasebetin berraklığı için. Aşıklarımızı yitiriyoruz akşam saati trafiğine kalmamak için. Gece metrolarda yorgun ve bitkin ruhların dansı var. Hadi başını kaldır bu semaha katıl, belki bir belediye mesneviyi üst perdeden dile getirir.
Ümitsizliğin ümidi çepeçevre sardığı şu mübarek günde birkaç kilise birkaç havra ve biraz da mescide ihtiyacımız var. Herkes kendi mescidini yüreğinde yeniden inşa etsin. Yeniden inşalar ümidi besler, hiçbir şey olmazsa dahi muhakkak bir iştigal bulunur kentte. Bu kentte yaşayan herkes haklı geri kalanlar da haksız değil. Bu ikilem içerisinde kentte yaşayan ey kutsal insan, kentin çarmıha gerildiği saatlerde orda mıydın? Nerede kaldı seni içinde barındıran o kent. Kentler, kentlerle rekabet içerisinde insanı öğütmekle meşgul bu aralar. Hiçbir öğüt yok atalardan kalan yadigâr. Hiçbir insan yok ki kentin akşamında hüzünlü bir seans molası vermesin. Kentlerde usul ve erkanınca deliremiyorsun. Kentin bütün silüetleri yüreğimize nakşolurken uyanmak gerek. Bu uyanış kentte var olan türlü yaşamların aynı anda ve aynı mekânda gerçekleşiyor olmasının hayret uyandırıcı tılsımıdır. Bu kent böyle değildi, ben böyle değildim sen hiç böyle değildin.