4 Haziran 2024

Burcu Kaygısız, Çünkü Cumartesi En Güzel Gündür 

ile izdihamdergi

‘’Bugün günlerden ne?’’ diye sordu ‘’Pazar’’ dedim.’’

Keşke Cumartesi olsaydı, Cumartesi en sevdiğim gündür. Ben Cumartesi doğmuşum biliyor musun? Cumartesi 13.30 ‘ da.‘’

Mutsuz olduğundan şikâyet ediyordu tam bunları söylemeden önce. O esnada gözüm duvardaki Behzat Ç. posterine takıldı. Üzerinde ‘’Biz de mutsuz olalım ne var?‘’ diye yazıyordu. Posterin çok güzel olduğunu söyledim yazıyı tekrarlayarak. Küllü altın rengi saçları aynı renkteki koyu altın sakallarıyla Robinson Crusoe kitabının ön kapağındaki adamdı sanki ve turkuaz bir denizi andıran derin mavi gözleriyle. O kadar maviydi ki insan bu kadar mavilikte nasıl böylesine mutsuz olabilirdi diye düşünmeden edemiyordum. Bir kere aynaya baksa. Derin derin kendi gözlerinin içine ama gerçekten bakabilse, kalbinde okyanuslar olan birini keşfedecekti belki. Kendini ve hayatı yeniden sevecekti bu okyanus sayesinde. Sigarasından derin bir nefes aldı, karşıdaki televizyonda sevdiğimiz şarkıları dinliyor sohbet arası şarkılara eşlik ediyor, tekrar birkaç cümle ile birbirimizin kalbine bir denize kâğıttan küçük gemiler bırakırcasına narin cümleler bırakıyorduk. Kafamı çevirdim evinin en sevdiğim tarafı olan deniz manzarasına baktım kısacık. ‘’Biz de mutsuz olalım ne var?‘’ dedim. Gülümsedi. Belki de bu onu gülümserken son görüşümdü. Bir keresinde benim için bir yazı yaz demişti. Ben de ‘’Kurşun Asker’i‘’ yazmıştım. Okurken içindeki metafora odaklan demiştim. Kendi ruhunun kıymetini bilmeyenlere diye atıfta bulunmuştum yazıda. Anlamamış olmalıydı, beğenmediği her halinden belliydi, belki de anlamak işine gelmedi.

Ondan sonra çok sorguladım. Her defasında çok kolay yanıtlayabileceğim bir soru artık benim için, içinde yüzmekte zorlandığım dalgalar girdabına dönmüştü. Olduğum yerde çabalıyordum kulaç atıyor bir yere varamıyordum, bilirsiniz bu hissi. Mutluluk neydi ki? Çok sıcak bir hava da kızgın kumları aşıp denizle buluşmak mı?  Bu herkesi mutlu etmez mi? Ya da sıcak şekerli süt. Derin derin nefes alabileceğimiz çam ormanları. Kozadan yeni çıkan kelebekler. Dört yapraklı yonca bulmak. Uğur böcekleri. Lezzetli bir yemeğin en sevdiğimiz kısmını en sona saklamak. Bir sürü örnek verebilirim bana sorulursa. Ona sorarsam ‘’alakası yok’’ der. Belki de herkesin cevapsız soruları arasında sorunun yanıtını bulması ya da parlak arınmış bir ruh haliyle cevap aramayı bırakmasıydı bilmiyorum. Çünkü sorgulamıyorum. Sorgulayınca daha mı gerçekçi oluyorsun, gerçekçi olunca mı tam olarak böyle hissediyorsun? Ne var biraz da Polyanna’yı sevsek? Ne var dünyanın bizim de etrafımıza döndüğüne inansak ara sıra? Ne var kalbimizin hızla attığı zamanları anıp minnet duysak. Kollarımızı iki yana açıp gökyüzünü doldursak ciğerlerimize. ‘’Devam edemiyorum’’ artık demişti. Ne var devam etmek için zorlasak biraz daha. 

Gel biz de mutsuz olalım. Zaten ne var bunda? Hem Mutluluk denen şey bir kere bağımlılık yapar. Esaret hissedersin bu kez de. Özgürlüğünün bekçisi bir gardiyan gibi elindeki copla demir parmaklıklara vurur, huzursuz eder bir süre sonra. Seni bileklerinden yakalar, nabzından yoklar. Bazen öyle arsızca heyecan verir ki kaybetmekten korkarsın. Bazen tam radyoyu açtığın anda en sevdiğin şarkının çaldığını duymuş gibi olursun. Mutluluk bir Çarşamba günü öğleden sonra şekersiz kahvenin yanına gelen o hiç hesapta olmayan tatlı gibidir. Gel biz seninle; sokağımızdaki insanların sabah kahvaltılarındaki çay kaşığı sesi evlerinin dışına çıkarken kalkıp işe gitmek zorunda kaldığımız bir Cumartesi sabahı olalım.  

Çünkü Cumartesi her haliyle en güzel gündür. 

İZDİHAM