4 Mart 2016

Ayetullah Humeyni

ile izdiham

 

Resulullah sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem buyurdular: “Sizlere iki ağır ve paha biçilmez emanet -sekaleyn- bırakıyorum: Kitabullah ve itretim Ehl-i Beyt’im… Bu ikisi asla birbirinden ayrılmaz ve Havz’da birlikte bana gelirler.”

Hamd, ancak Allah’adır ve – Allah’ım – sen münezzehsin, Muhammed ve Ehl-i Beyt’ine selamın olsun, rahmetin olsun; celâl ve cemalinin mazharı, kitabının esrarının hazinedarlarıdır onlar. O kitap ki Sen’den başkasının bilmediği ve sana mahsus olan bütün isimlerle birlikte ahadiyyetin tecelli etmiştir onda. Muhammed -saa- ve onun âline zulmeden habislik ağacının kökü durumundaki zalimlere de lânet olsun…

Sekaleyn hususunda eksik ve yetersiz – de olsa – kısaca bazı hatırlatmalarda bulunmayı gerekli görüyorum. Ancak, bu hatırlatma sekaleyn’in gaybî, mânevî ve irfânî boyutları açısından olmayacak elbet.

Sekaleyn hususunda eksik ve yetersiz – de olsa – kısaca bazı hatırlatmalarda bulunmayı gerekli görüyorum. Ancak, bu hatırlatma sekaleyn’in gaybî, mânevî ve irfânî boyutları açısından olmayacak elbet. Zira ben gibilerinin kalemi Mülk’ten meleküt-i A’lâ’ya ve ondan lâhut’a varıncaya kadar idrâki bütün varlık Alemine ağır gelen, ben ve sen gibisinin anlama gücünü aşan ve manâsına tahammülün tâkatleri kestiği – hatta belki de imkansız olduğu – bir mertebeyi ele alma ve mutlak büyük olan “sıkl-ı ekber” dışında her şeyden daha büyük olan “sıkl-ı kebîr” ve “sıkl-ı ekber”in yüce hakikatlerinin terkedilmesi – mahcur – olması nedeniyle insanlığın başına gelmiş olanlardan, keza Allah düşmanları ve entrikacı taağutlların bu iki sıkl’a ettiklerinden – ki bunları saymaya da ne sınırlı vakit ne de eksik bilgim elvermiyor – sözetme cür’eti göstermekten acizdir; ancak, bu iki sıkl’ın başına gelenlere çok kısa ve özlü bir şekilde değinmeyi uygun buluyorum.

“Bu iki “sıkl” asla birbirinden ayrılmaz ve Havz’dabirlikte bana gelirler” cümlesi, belki de hz. Resulullah sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem’in rıhletinden sonra bunlardan birinin başına gelenin diğerinin de başına geldiği ve Havz’da Allah Resulü’ne gelinceye kadar bu mahcurlardan birinin mahcurluğunun / terk edilişinin diğerinin de mahcurluğu olacağına işarettir. Bu “havz”, kesretin vahdet’le birleştiği ve damlaların deryada kaybolup gittiği makam mıdır, yoksa insanoğlunun akıl ve irfanına sığamayacak bir şey midir?.. Kezâ, şunu da söylemek gerekir ki taağutilerin, Resulullah sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem’in bu iki ağır emanetine yaptığı zulümler Müslüman ümmete, hatta bütün insanlığa yapılmıştır ki kalem bunu beyandan acizdir.

Şunu da hatırlatmak icabeder ki “Sekaleyn hadisi” bütün Müslümanlar arasında mütevatirdir ve Kutub-u Sitte’den diğerlerine varıncaya kadar Ehl-i Sünnet’in bütün kitaplarında muhtelif beyanlarla ve defalarca Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve Alihi ve sellem’den nakledilmiştir ve bu hadis-i şerif muhtelif mezheplerin Müslümanları başta gelmek üzere bütün insanlığa kesin “hüccet” tir ve kendilerine hüccetin tamamlanmış olduğu bütün Müslümanlar bu konuda mes’uliyetlerini yerine getirmekle yükümlüdürler; bihaber cAhiller için herhangi bir mazeret sözkonusu olsa da mezhep ulemAsı için yoktur.

Şimdi, ilâhî emanet Kitabullah ve İslâm Peygamberi sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem’den geriye kalanlara neler olmuş, görelim. Uğruna kan ağlanması gereken son derece üzücü olaylar, hz. Ali’nin – s- şehâdetinden sonra başladı.

Benciller ve tağutîler, Kur’an-ı Kerim’i Kur’an düşmanı iktidarlara alet ettiler, baştanbaşa bütün Kur’ân’ı bizzat Peygamber-i Ekrem sallallah-u aleyhi ve âlihi ve sellem’den öğrenmiş bulunan, “aranızda iki ağır ve paha biçilmez emanet bırakıyorum” nidâsını hala kulaklarında taşıyan ve “Kur’an’ın gerçek müfessiri ve hakikatlere âşinâ” olanları türlü bahane ve önceden hazırlanmış oyunlarda geri – plana – iterek, gerçekte, Havz’a girinceye kadar insanlık için maddi mânevi hayatın en büyük düsturu olan ve halâ da öyle bulunan Kur’ân’ı, bizzat Kur’an’la sahne dışı bıraktılar ve bu mukaddes kitabın ülkülerinden biri olan ve hala da öyle bulunan ilâhî adalet iktidarına iptal çizgisi çektiler; Allah’ın dininden, ilâhî sünnet ve Kitap’tan sapmanın temelini attılar ve derken iş öyle bir yere vardı ki kalem utanır onu açıklamaya…

Bu eğri temel ilerledikçe eğrilikler ve sapmalar arttı. O kadar ki, insanları kemâle erdirmek, bütün Müslümanların, hatta tüm insanlık ailesinin birleşmesini sağlamak, insanlığı ulaşması gereken yere ulaştırıp, kendisine “isimler” in öğretildiği bu Adem evlâdını şeytanlar ve taağutların şerrinden kurtarmak, dünyayı tam bir eşitlik ve adalete kavuşturmak; iktidarı, insanlığın hayrına olacak kimselere devredebilmeleri için Allah’ın mâsum velilerine -evvelinden âhirine tüm mahlukâtın selamı onlara olsun- vermek gayesiyle yüce Ahadiyyet makamından Muhammedi tam keşfe nâzil olan Kur’an-ı Kerim’i öylesine sahne dışı bıraktılar ki insanları hidayete erdirmede adeta hiçbir rolü yokmuş gibi oldu ve iş öyle bir noktaya vardı ki Kur’an’ın rolü zâlim iktidarlar, ve taağutilerden daha beter olan habis din adamları tarafından zulüm ve fesad yaratma, Hak Tealaya inad edenler ve zâlimlerin bahanesi olma mesâbesine indirildi. Kur’an, bu kader belirleyici kitap, komplocu düşman ve cahil dostlar eliyle ne yazık ki mezarlıklar ve yas toplantıları dışında rolü olmayan ve hala öyle bulunan bir hale getirildi; Müslümanlar ve insanlığın vahdetini sağlaması, onların hayat kitabı olması gereken şey ayrılık ve ihtilâf vesilesine dönüştürüldü veya bütünüyle sahne dışı bırakıldı.

Nitekim gördük; birisi kalkıp da İslâm devletinden sözedecek olsa ve İslâm, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem, Kur’an ve sünnetin baştanbaşa onunla dolduğu siyasetten bahsedecek olsa Adeta en büyük günahı işlemiş sayılmakta ve “siyasetle uğraşan molla” tâbiri “dinsiz molla”yla eşanlamda kullanılmaktaydı ki bu durum şimdi de böyledir…

Son zamanlarda büyük şeytâni güçler; kendilerini yalan yere islâma yamamış bulunan İslâmî düsturlardan uzak sapık iktidarlar kanalıyla Kur’an’ın mahvı ve süper güçlerin şeytâni maksatlarının tahakkuku gayesiyle güzel hatlarla Kur’an’lar basmakta, öteye beriye göndermekte ve bu şeytanca oyunla Kur’an’ı sahne dışı sahne dışı bırakmaktadırlar. Muhammed Rıza Han Pehlevi’nin bastırdığı Kur’an’ı hepimiz gördük; bazılarını bununla kandırdı, islâmi gayeden habersiz olan bazı din adamları da onun meddahlığını yapmadaydı. Görüyoruz ki kral Fahd’da her yıl halkın sonsuz servetlerinin büyük kısmını Kur’ân-ı Kerim basma ve Kur’an düşmanı bir mezhebin propagandasını yapma yolunda harcamakta ve Vahhabilik gibi hiçbir esasa dayanmayan, baştan sona hurafe dolu bir mezhebi yaymak suretiyle gafil milletler ve halkları süper güçlere yöneltmekte; aziz İslâm ve Kur’an-ı Kerim’i yine İslâm ve Kur’an’ı yıkma yolunda kullanmaktadır.

Biz ve bütün varlığıyla İslâm ve Kur’an’a bağlı bulunan milletimiz; baştan sona kadar Müslümanların, hatta bütün insanlığın vahdetinden sözeden Kur’ânî hakikatleri türbeler ve mezarlıklardan kurtarmak ve onu insanoğlunun eline, ayağına, kalbine ve aklına dolanan; yokluğa, yokoluşa, taağutilere esir ve köle olmaya sürükleyen bütün zincirlerden kurtarabilecek yegâne reçete olarak yüceltmek isteyen bir mezhebe mensup olmakla iftihar ederiz.

Keza, kurucusunun, Allah Tealâ’nın emriyle Allah Resulü sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem olduğu ve bütün bağlardan kurtulmuş olan Emir’el Mü’minin Ali b. Ebu Tâlib’in insanlığı tüm kölelik ve zincirlerden kurtarmakla görevlendirildiği bir mezhebe mensup olmakla iftihar duyarız.

Kur’an’dan sonra maddi ve mânevi hayatın en büyük düsturu olan ve insanlığı kurtuluşa götürecek en yüce kitap sayılan, mânevi ve devlet yönetimiyle ilgili emirleri en büyük kurtuluş yolu bulunan Nehc’ul Belağa kitabının bizim mâsum imamımıza aid oluşuyla övünürüz.

Ebu Talib oğlu Ali’den, kadir Allah’ın kudretiyle hayatta bulunan ve her şeye nezaret eden insanlığın kurtarıcısı, zamanın sahibi hz. Mehdi’ye – hepsine binlerce selam ve tahiyyât olsun – varıncaya kadar tüm mâsum imamların bizim imamlarımız olmasıyla iftihar ederiz.

Kur’ân-ı Said adıyla anılan hayat verici duaların bizim mâsum imamlarımıza aid oluşuyla övünürüz biz. İmamların Şâbâniyye Münacaatı, Hüseyin b. Ali aleyhisselam’ın Arafat duâsı, Muhammed soyunun Zebur’u olan Sahife-i Seccadiye ve Allah Tealâ tarafından Zehra-ı Merziyye’ye ilham edilmiş olan Sahife-i Fâtımiyye ile de iftihar ederiz.

Bâkır’el Ulum’un târihin en yüce kişiliği olmasıyla övünç duymadayız biz; Allah Teâlâ, Resul sallallahu aleyhi ve Alihi ve sellem ve mâsum imamlardan başka kimsenin idrâk edemediği ve edemeyeceği o da bizdendir.

Mezhebimizin Câ’feri oluşuyla övünürüz biz; ki sonsuz bir derya olan fıkhımız onun eserlerinden biridir yalnızca… Ve biz, Allah’ın salat ve selamı onlara olsun, tüm mâsum imamlarla iftihar ve onların yolunu izleyeceğimizi taahhüd etmişizdir.

Allah’ın salat ve selamı onlara olsun, mâsum imamlarımızın İslâm dininin yüceltilmesi ve boyutlarından biri adil devlet kurmak olan Kur’an’ın uygulamaya geçirilmesi yolunda hapis ve sürgünlerde yaşamış ve sonunda yaşadıkları çağın zâlim iktidarları ve taağutilerini devirme yolunda şehid olmuş bulunmalarından iftihar duyarız. Ve biz bugün Kur’an ve sünnetin hedeflerini uygulamaya geçirmek isteyişimiz ve halkımızın muhtelif kesimlerinin bu kader belirleyici yolda şevkle ve can-u gönülden malını, canını ve sevdiklerini Allah yoluna feda ediyor oluşuyla iftihar etmedeyiz.

Yine övünmedeyiz ki hanımlar, yaşlı ve genç kadınlar büyüğüyle, küçüğüyle kültürel, iktisadi ve askeri sahnelerde hazır bulunup İslâm ve Kur’an-ı Kerim’in gayelerinin yüceltilmesi yolunda erkeklerle omuz omuza veya onlardan daha iyi bir şekilde faaliyet göstermiş; saaaşabilecek güçte olanlar İslâm ve İslâmî ülkenin müdafaası için önemli farzlardan olan askeri eğitime katılmış ve düşmanların komplosu ve dostların İslâm ahkamı ve Kur’an’ı bilmemeleri neticesinde onlara, hatta İslâm ve bütün Müslümanlara zorla yüklenmiş bulunan mahrumiyetlerden kendisini kurtarmış ve düşmanların kendi menfaatleri için cahiller ve Müslümanların maslahatından habersiz bazı din adamlarını kullanarak meydana getirmiş olduğu hurafelerin bağımlılığından sıyrılmışlardır; saaaşa katılma gücü olmayanlar da cephe gerisinde milletin kalbini mutluluk ve sevince boğacak, düşmanlar ve onlardan daha beter olan cahillerin yüreğiniyse öfke ve hışımla titretecek şekilde çalışmaktadırlar.

Ve biz, nice büyük kadınların hz. Zeynep aleyhâ selamın misali evlatlarını kaybettiklerini, Allah Tealâ ve aziz İslâm uğruna herşeylerini feda ettiklerini haykırdığını gördük defalarca; bununla iftihar ediyor ve biliyorlar ki buna karşılık elde ettikleri şey, dünyanın naçiz metası bir yana dursun, Naim Cennetleri’nden bile üstündür. Keza bizim milletimiz, hatta dünya mustaz’afları ve Müslüman diğer milletler; yüce Allah’ın, aziz İslâm ve Kur’an’ı Kerim’in düşmanı olan kimselerin düşmanı olmaları, bunların uğursuz canice emellerine varabilmek için hiçbir cinayet ve hıyanetten vazgeçmeyecek, başa geçmek ve istediği makamı elde edebilmek için dost-düşman tanımayacak yırtıcı vahşilerden oluşması ve baştanbaşa tüm dünyayı kasıp kavuran; iğrenç emellerine ulaşabilme uğruna, kalemlerin yazmaya, dillerin söylemeye utandığı cinayetler işleyen ve büyük İsrail gibi aptalca bir hayalle her cinayete sürüklenebilen dünya siyonizminin müttefiki durumundaki bizatihi terörist devlet Amerika’nın bunların başını çekiyor olmasıyla iftihar duyar. Kezâ, İslâmî milletler ve dünya mustaz’afları; Amerika ve İsrail’e uşaklık yolunda bizzat kendi milletlerine her hıyaneti yapmaktan çekinmeyen Ürdünlü kaatil tellal Hüseyin ve kaatil Israil’le aynı torbadan yem yiyen ahır arkadaşları Hasan ve Hüsnü Mübarek gibilerinin düşmanı olmakla övünürler.

Keza biz, dost-düşman herkesin milletlerarası hukuk ve insan haklarını çiğneyen bir hain olarak tanıdığı ve mazlum Irak milletiyle körfez emirliklerine karşı işlediği zulümlerin İran milletine karşı işlediği zulümlerden az olmadığını herkesin bildiği -Mişel- Eflakçı Saddam gibi bir hainin bize düşman olmasıyla da övünürüz. Keza, biz ve dünyanın mazlum milletleri, dünya kitle iletişim araçları ve haberleşme sistemleriyle propaganda mekanizmalarının, biz ve dünyanın bütün mazlumlarını cani süper güçlerin vereceği direktifler doğrultusunda her türlü cinayet ve ihaneti işlemiş olmakla suçlamalarından iftihar duyarız. Amerika’nın onca iddialarına, onca saaaş araç gereçlerine, sahib Olduğu onca uşak ülkelere ve geri kalmış mazlum milletlerin sonsuz servetlerine elkoyması ve bütün basın yayın organlarını elinde bulunduruyor olmasına rağmen gayretli İran milleti ve kademine ruhlarımız feda olası hazreti Bakiyyetullah ülkesi karşısında kime başvuracağını bilemeyeek kadar çaresizlik içinde şaşakalıp rezil olması ve yöneldiği herkesten red cevabı almasından daha büyük ve daha yüce bir iftihar sebebi olur mu? İşte bu, milletleri, özellikle de İslâmî İran milletini uyandırarak şahlık zulmünun zulmetinden İslâm nuruna hidayet buyuran hazreti Bari Teala’nın -Celle Azametihi- gaybi yardımlarından başka birşey değildir.

Şimdi, zulüm görmüş muhterem milletler ve aziz İran milletine tavsiyem odur ki ne mülhid doğu ve ne de zaıim kafir batıya bağımlı olmayan bu ilâhî doğru yola, Allah Teala’nın onlara nasip buyurmuş olduğu yola sağlam, azimli, ahdine sadık ve kararlı bir şekilde bağlansınlar, bir lahza olsun bu nimetin şükründen gaflet etmesinler, süper güçlerin ister harici ister hariciden beter olan dahili mümessillerinin kirli elleri onların temiz niyetleri ve demir iradelerinde sarsıntıya yol açmasın ve bilsinler ki dünya kitle haberleşme araçlarıyla doğu ve batı şeytani güçlerinin baskıya başvurmaları onların ilâhî kudretlerine delidir ve Allah Teala onların mükafaatını hem bu alemde hem de diğer alemlerde verecektir: “Gerçekten de Allah tüm nimetlerin sahibidir ve herşeyin saltanatı O’nun elindedir”.

Keza acizane olarak Müslüman milletlerden cidden şunu isterim ki mutahhar imamların, insanlık aleminin bu büyük yolgöstericilerinin sosyal, iktisadi, ve askeri kültürlerini can-u gönülden, fedakarca ve sevdiklerini feda etme pahasına layıkıyla izlesin ve uygulasınlar. Bu cümleden olmak üzere risalet ve imamet okulunu ifade eden ve ister ahkam-ı evveliye, ister sâneviyye’yle olsun – ki her ikisi de İslâmî fıkıh okuludur – milletlerin rüşd ve azametinin garantisi olan geleneksel fıkıhtan zerrece sapmasınlar, Hakk’a ve dine karşı inat gösteren “Vesvas-ı Hannas”lara kulak asmasınlar, bir adım olsun sapmanın İslâm din ve ahkamının, ilâhî adalet devletinin çöküş başlangıcı olacağını bilsinler, keza namazın siyasi ifadesi demek olan cuma ve cemaat namazlarını asla ihmal etmesinler; zira bu cuma namazı Hak Teala’nın İran İslâm Cumhuriyeti’ne karşı en büyük inayetlerindendir; keza bu cümleden olmak üzere mutahhar imamlara, özellikle de Allah’ın, peygamberlerin, meleklerin ve sâlihlerin selam ve salatları onun büyük ve kahraman ruhuna olsun, “Seyyid-i Mazluman ve Server-i Şehidan hz. Ebâ Abdullah’il Hüseyn”e yas merasimleri düzenlemeyi asla ihmal etmesinler ve bilsinler ki imamların -aleyhimusselam- İslâm’ın bu tarihi kahramanlığını anma merasimleri münasebetiyle buyurmuş oldukları ve Âli Beyt’e zulmedenlere edilecek lanet ve beddualar, tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün zalim yöneticilere karşı milletlerin ilelebet kahramanca feryatları demektir.

Keza artık son bulmuş ve cehenneme vasıl olmuş bulunmalarına rağmen Emevilerin -Allah’ın laneti onlara olsun- işledikleri zulümleri lanetleme ve bu zulümler dolayısıyla kargış ve feryat etmenin dünya zalimlerine karşı haykırış ve zulmü yıkıcı bu haykırışı sürekli canlı tutuş demek olduğunu da bilirsiniz. Keza Hakk imamları aleyhimusselam’la ilgili ağıtlar, mersiye ve sena şiirlerinde her asır ve mekanın zalimlerinin işlemiş olduğu kötülük ve zulümler ezici bir şekilde hatırlatılmalı ve Amerika, Sovyetler ve bağımlı uşaklarıyla, bu cümleden olmak üzere büyük ilâhî Harem’e ihanet eden Suudi hanedanı – Allah’ın, meleklerinin ve Resulleri’nin laneti onlara olsun- eliyle İslâm’ın mazlumiyet çağı olan bu çağda -onların işlediği zulümler- ezici bir şekilde hatırlatılarak lanetlenmeli ve kargışlanmalıdır.

Keza hepimiz şunu bilmeliyiz ki Müslümanlar arasında vahdeti sağlayacak şey; Müslümanların, özellikle, Allah’ın salat ve selamı onlara olsun Eimme-i İsni Aşer/On İki İmam/Şiâsı’nın kimliğinin koruyucusu olan, bu siyasi merasimlerdir… Ve hatırlatmam gereken nokta şudur: Benim siyasi-ilâhî vasiyyetim, şanı yüce İran milletine mahsus değil, bilakis, bütün Müslüman milletler ve hangi din ve millete mensup olursa olsun, dünyanın bütün mazlumlarına bir tavsiyedir.

Allah-u Azze ve Celle’den acizane dileğim biz ve milletimizi bir an olsun kendi halimize bırakmaması ve gaybi inayetlerini bu İslâm evlatları ve aziz saaaşçılardan esirgememesidir.

Ayetullah Humeyni
İzdiham