5 Nisan 2024

Sena Parlar, Ertelenmiş Yaslar ve Çıkış yolu

ile izdihamdergi

Hasret türkülerinin sonu neden hep üç noktadır bilir misin? Çünkü kalan, gidene dair dönme ümidini hiç yitirmez. (…) Ne son noktayı koymaya cesaret edebilir ne de bir harfi yazacak dayanak bulabilir. Şiiri pek tabii kalan yazar. Çünkü giden mısra mısra gitmiştir. Şiir gidenin ta kendisidir.

Son bakışı, son gülüşüdür.

(Tüm bunların) Güzelliği ise son olduğunu bilmemesidir. 

Umarsız, içinden geldiği gibi ve yarınsız…

Ya (öyleyse) aşk nedir?

Suya yansıyan aksin mi?

İkiliğin sancısının teklikte bulduğu huzur mu?

Yapbozun son kalan parçası mı?

İçinde sana boyun eğmeyen en muhalif ses mi?

Birçok uzvun aksine kalp neden tek yaratılmıştır bilir misin?

Çünkü aşkın telafisi yoktur.

Tedavisi, kavuşmak deseler de vuslata erenler aşktan geriye sayarlar.

Maşuk takati aşığından alır. Her ne kadar coşkun nehirler, dolu dizgin atlar gibi koşturan aşık gibi zannedilse de kat edeceği yol maşuğun izin verdiği kadardır.   

Çünkü aşık artık bir gölgedir. 

Maşuğuna bir nehir gibi bulanmak için can atıyordur.

 “Hafsalamdaki tüm yüzler silinse razıyım, tek bir kez 

çehreni göreyim. 

Rüzgar dahi değmesin tenime, o çok sevdiğim yağmurlar beni es geçsin.

Sen dokun bana. 

Nağmeler dilsiz kesilsin kulaklarıma, sesinin yankısına sarılayım.

Sen susma…”

 Aynı işi yapıyor olmak her zaman  aynı duyguları taşımak anlamına gelmez. Mesela ortak bir cenazede herkes kendi taziyesine ağlar.   

Hem bazen yaşadıklarına, çoğu kez yaşayamadıklarına…

İnsan her daim dudak büzen bir çocuğu taşır içinde. Onu tatmin etmeye çalışmak okyanusu kulaç atarak geçmek gibidir. Kıyıdaki kuma yazı yazmak… Tek dalgaya bakar silinmesi… Geriye, çökmüş  omuzların, yorgun yüreğin kalır.  

Boyundan büyük acılar karşısında insan tüm benliğiyle mücadele eder. Hissettiği sadece inat, azim, cesaret ve düşe kalka umududur. Ama bazen de yenilebilir. Savaşı kaybeder ve herkes evine döner. Fizik kurallarına göre vücudundan kalkan yük onu rahatlatmalıdır. Ancak sırtındaki yükü yüreğindeki burukluğa tercih eder.

Tüm hedeflere siper olan gövdesi işte tam da o an sızlar. Ört bas ettiği ne varsa büyük harflerle konuşur.  Uykusuz geceleri, düşlemekten ziyan olan saatleri, şimdi sırası değil diyerek halı altına süpürdüğü keşkeleri… Her ne varsa dört duvarı ve onlarla baş başa kalır.   

Yorgunluğunu ve tehir ettiği acısını baş ucuna koyar. Hüznü yaşamaya zaman kollamaz artık çünkü kederi göğsünün tam ortasına bağdaş kurmuştur. 

Şimdi onu daha büyük bir mücadele bekler. Artık kendi hayatının sorumluluğunu amasız ve fakatsız üstlenmek durumundadır.

Gülüşleri artık yarım ağızdır. Büyük acısı ona ummadığı anlarda çelme takar. Ve artık en büyük destekçisi tuzla buz olan sırtını yasladığı dağ değil, güneşte kaybolan gölgesidir. 

Çok unutkan veya dalgın olsa dahi hayatının dönüm noktası saydığı ağrılı günü veya o anı ezbere bilir. 

Bu onun hafızasına verdiği bir sus payıdır. 

Şimdi sırada bir eksikle yaşamak vardır.

Onsuzluk daha önce tecrübe etmediği bir şey olduğu için afallaması, yürümeye yeni başlayan bir bebek gibi sendelemesi sıkça yaşadığı bir durumdur.

Asıl konu düştüğü yerden desteksiz kalkabilmesidir. 

Overdose acının faili bunu yaptığı an ruhsal bağışıklığı yenilmez bir savaşçı kadar güçlü olacaktır.

Boks ringinde alın teri madalyasına karışmış sporcu kadar gururlu hissedecektir.

Yasın eşiğindeki insanın zaferi, gülüşüdür.

Ukdelerinden dizdiği kaldırımlarda umuda yürümesidir.

Bu bir ödev değil, ancak belki tek çıkar yoludur.

Ya hep ya hiçten örülü yollarda hayat köprülerini inşa etmek için onun elleri gereklidir.

Bu nedenle çare; kalkmak, düşe kalka yola çıkmak ve asla ardına bakmamaktır.

İZDİHAM