11 Mart 2016

Otar Gittiğinden Beri

ile izdiham
Gözyaşlarımız ve vicdanımızdan başka mülkümüz yok. Ödünç olmayan tek mülkümüz onlar ve içlerinde saklı duranlar. Bazen vicdanımızdan doğru suçlansak, kendimizi bir kez daha kırılmış hissetsek de, içindeki o saklı duran şey, hadi keder diyelim ya da acı, bizi gözyaşlarımıza inandırmaya yeter. Hakikat öyledir, çoğu zaman tuzluya gelir. Gözyaşlarımızı da savunacak halimiz yok ya, o yerini de bilir, ne zaman kalbimizden gözlerimize doğru süzüleceğini de. Gözyaşlarımız, vicdanımızın kızkardeşi.

4. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali kapsamında, daha önce İstanbul Film Festivalinde gördüğüm ‘Otar Gittiğinden Beri’ adlı filmi bir kez daha izledim. Büyük bir sinema salonunda ilk gördüğüm günü unutamam. Benim gibi pek çok izleyici de, o gerçek bir içtenlik belirtisi olan savunmasızlık halinde, gözyaşları içinde terketmişti salonu. Gürcü filmi sanıyordum ama değilmiş, Julie Bertucelli’nin ilk uzun metraj çalışması, 2003 yapımı bir Fransız filmiymiş. Filmmor kataloğunda filmin konusu şöyle özetleniyor: “Sovyet sonrası Gürcistan’ının harap başkenti Tiflis’te, genç Ada, annesi Marina ve büyükannesi Eka’yla birlikte yaşamaktadır. Paylaştıkları eski dairede günlük yaşam hiç de kolay değildir; bu şartlarda tebessüm ve kahkaha zahmet gerektiren şeylerdir. Hayatlarının tek sevinci, Paris’e göç etmiş olan ve zaman zaman biraz para yollayan, ailenin çok sevilen oğlu Otar’ın düzenli bir şekilde gönderdiği mektuplardır. Uzun yokluğu süresince genç adamın adı ev halkı arasında efsaneleşmiştir. Ancak birgün Otar’ın bir arkadaşı Marina’yı arar ve üzücü bir haber verir. Bundan sonra Marina ve Ada’yı kaçınılmaz bir görev beklemektedir. Eka’dan gerçekleri saklamak ve yaşlı kadının hiçbir şey değişmemiş gibi hayatına devam etmesini sağlamak…”

Otar, Gürcistan’da tıp doktorudur ve ülkenin zorlu yaşam koşulları nedeniyle Paris’te kaçak olarak inşaatlarda çalışmaktadır. Birgün iskeleden düşer ve ölür. Haberi geldikten sonra genç Ada, Otar dayısının yazısını taklit ederek, onun ağzından mektup yazmaya ve büyükannesine okumaya başlar, arada bir de zarfın içine sanki Otar dayısı göndermiş gibi para koyar. Tıpkı bir Ermenistan filmi olan “Votka Limon”da olduğu gibi burada da aile, evlerindeki eşyaları eskicilere satarak geçinmeye çalışır. Sonunda oğlunun özlemine dayanamayan büyükanne, evdeki bir kütüphane dolusu Fransızca kitabı satarak, Paris’e üç kişilik uçak bileti alır. Giderler. Eka oğlunun öldüğünü öğrenir. Aralarında ‘ölüm’ sözcüğü hiç telaffuz edilmez, Eka oğlunun Amerika’ya gittiğini söyler.

‘Daima Lilya’ filmini görenler, oradaki sertliği anımsayacaklardır. Mafya tarafından Türkiye’de de zorla çalıştırılan eski Sovyetler Birliği kadınlarının trajedisine bu filmle de İsviçre’de tanık olmuştuk. ‘Otar Gittiğinden Beri’ ise kapitalist Batı ülkelerine zorunlu göçü vurgular ve trajik sonuyla, eski vicdana sahip olan herkesi gözyaşlarına boğar. Otar Paris’teki yoksullar mezarlığına gömülmüştür, tıpkı bizde kaybedilenlerden bazılarının kimsesizler, kayıplar mezarlığına gömüldüğü gibi. Biz gözyaşlarımıza inansak da, anneler oğullarının, kızlarının öldüğüne inanmaz, inanamaz.

Ne yazık ki artık bizi inandıracak çok şey var:Sömürünün, eşitsizliğin bir uygarlık maskesi altında sürdüğü bir Batı var, savaşlar, iç savaşlar var, nitelikli insanlarına bile iş sağlayamayan ve bu yüzden çareyi milliyetçiliği körüklemekte bulan yoksul ülkeler var. Marina, annesi Eka’yla ‘Stalinci’ diyerek dalga geçiyordu. Filmi ilk gördüğümde bir şiire başlamıştım, ilk dizesi şöyleydi: “İnsan Troçki’yi sevse de ara sıra Stalin’i özler.” Belki de “Stalin gittiğinden beri” nice Otar başka ülkelerde ucuz emeğini, nice kadın da bedenini satarken kaybolup gitmiştir.

Haydar Ergülen
İZDİHAM