5 Aralık 2023

Lokman Baybars, Bir Sesli Bir Sessiz: Napolyon

ile izdiham

Toplumsal şahsiyetlerin biyografileri, sinemanın icat edilmesinden bu yana yapımcıların iştahını kabarmıştır. Biyografik ya da yaşamöyküsü filmlerin daima izleyicisi olmuştur. Hazır bir izleyici kitlesinin olması yapımcının risklerini azaltmıştır. Fakat yönetmen ve senarist açısından ise önce etik, ardından teknik ve estetik kaygılara neden olan yaşamöyküsü filmler çoğu zaman tam bir hayal kırıklığına neden olur.

Bu tür filmler, şahsiyetin küçük tarihini ve şahsiyetin içinde yaşadığı tarihi olayları -büyük tarihi- beyaz perdeye aktarırken, sinemanın tarihle ve tarihsel algıyla olan karmaşık ilişkisini disiplinler arası konularla birlikte düşünmek gerekir. Bunun dışında -Napolyon gibi bir tarihi kişilik- şahsiyet üzerinden bir tarihi anlatılırken, biyografisi -ya da bir kesiti- anlatılan kişinin karakteri de filme alınır. Tarihi filimle yaşamöyküsü film işte bu noktada birbirinden ayrılır. Biyografik bir filmde karakter tarihi bir şahsiyet olmak zorunda değildir. Her tarihi filmde ise olaylar bir karakter etrafında gelişmez. 

Bazı biyografik filmleri, geleneksel anlatıların dışına çıkarak resmi tarih anlayışının sınırlarını zorlar. Kişinin sadece büyük başarılarını değil, aynı zamanda hayatındaki mücadeleleri ve öğrenme süreçlerini de epik bir dil ile anlatır. 

Diğer yaklaşım da kişi, arşivlerden, özel eşyalarından, elyazmalarından, tanınmayan çevresine kadar geniş bir araştırma sonucu elde edilen bilgilerle sunulur. Bu yaklaşım, daha gerçekçi bir sunumdur. Bir Zamanlar Anadolu’da filmi de bu yaklaşıma uygun bir karakter betimlenir. Filmde, Mahmut Sami Ramazanoğlu, bir doktor olarak, Anadolu’nun bir kasabasında insanlara hizmet eden, sıradan bir insan olarak sunulur. Ramazanoğlu’nun başarıları ve başarısızlıkları, zaafları ve güçlü yönleri, filmde gerçekçi bir şekilde anlatılır.

Senaristtin ve yönetmenin zorlandığı bir diğer konu da Max Weber’in “otorite tipolojiler”inde ele aldığı veya George Ritzer “Kolektif Dışı Karizma”sında analiz edilen doğal önderlerin yaşam öykülerinin sinema tarihinde birkaç kez beyaz perdeye aktarılmış olmasıdır.

Ridley Scott’un “Napoleon’unu ile Fransız yönetmen Abel Gance’in beş buçuk saatlik sessiz destanı “Napoléon”u (1927) kıyaslamak doğru olmayacak fakat art arda çekilmiş Napoleon filmleri içerisinde günümüz İngilizcesini konuşan Napoleon’u (2023), Sergei Bondarchuk’un Rusça çığlık atan Napolyon’u (1970 kendi zamanlarına özgü anlatım tarzı oluşturdukları için son filmin yönetmeni (Ridley Scott) dürüst bir şeklide kendini eleştirmiştir. Ridley Scott, Abel Gance’in “Napoléon”u (1927) aşamadığını itiraf etmiştir. Abel Gance, giyotinlere ve kızaklara takılan kameraların kullanılarak özel efektlerde bir devrim yapmıştı.

1970 yılında Sergei Bondarchuk, Napoleon’u -film “Waterloo” adıyla gösterime girmişti- için Sovyet Ordusundan ödünç alınan on yedi bin figüranı Ukrayna tarım arazisinde yağmurun altında bir ordu sessizliğinde bekletmişti. O sıralarda Stanley Kubrick, “A Space Odyssey “in henüz başındaydı ve MGM için kendi Napolyon projesi üzerinde çalışıyordu, baş rolde Jack Nicholson’u tasavvur ediyordu. Bondarchuk ise gerçek bir orduyla bir film çekiyordu.

Napolyon Hollywood’un iştahını kabarmaya devam ediyordu. Kubrick kollarını çoktan sıvamıştı. İmparator hakkında “Beni büyülüyor” dedi, okumalarına başladı. İmparator hakkındaki bütün ayrıntıları takıntı haline getirerek Napolyon’un biyografileri yuttu. Kubrick‘in planları suya düştüğünde, . Kubrick araştırmasını “Barry Lyndon”a aktardı ve bu da Scott’ın 1977’de Napolyon Savaşları sırasındaki bir çift rakip subayı konu alan ilk filmi “The Duellists”e ilham kaynağı oldu. Kubrick’in ölümünden yıllar sonra Scott’a kullanılmamış Napolyon senaryosu gönderildi.

Scott, “Yazılı sözden önce… Her şeyden önce, görsel olma eğilimindeyim” diyerek, Hitchcock’a atfettiği “Bir resim bin kelimeye bedeldir” sözünden yola çıkarak Ridleygram’lar olarak bilinen elle çizilmiş hikâyelerle günümüz İngilizcesini konuşan Napolyon’unun taslağını oluşturmaya başladı.

Scott, Los Angeles’taki ofisinde çizgi roman biyografisine benzeyen “Napoleon” storyboardlarının ciltli bir kopyasını göz atmaya başladı. Napolyon’un Rusları donmuş bir göle çektiği Austerlitz Muharebesi; Napolyon ve Josephine’in küvette siyaset tartıştığı bir sahne; 1812’deki Moskova Yangını… Scott, bir sayfayı işaret ederek, “Artık Waterloo’nun günü” dedi. Başlangıçta Napolyon’u tuvalette kanlı bir şekilde göstermeyi planlamıştı; İmparatorda, at binicilerinde sık görülen hemoroit hastalığından muzdarip olduğunu okumuştu. -Aslında Napolyon mide kanseriydi- kanlı bir tuvalet sahnesi… Napolyon’un karizmasına saldırı olacaktı. Sahneyi çıkardı.

Scott, Waterloo rolünü oynatmak için, Berkshire’da bir çiftliğe yerleşmeden önce İngiltere’de düzinelerce tarlayı araştırdı, botlarıyla çamurlu tarlalarda dolaşıp inek izlerine basmadan günlerce araziyi taradı.

Yapım ekibi, Londra’nın banliyösü Brentford’da arazinin üç boyutlu modellerinin yer aldığı bir “savaş odası” kurdu. Eski paraşütçü Biddiss, Napolyon döneminde inşa edilen Hounslow’daki Süvari Kışlası’ndaki “askeri eğitim kampında” beş yüz figüranı yerleştirdi. Figüranların “fiziksel ve zihinsel olarak sağlam” olduklarından en iyi üç yüzünü kameraları öne koydu. (CGI bunları çarparak binlere çıkardı.) Biddiss eski askeri kılavuzları incelemiş ve figüranlara Fransızlarla İngilizlerin tüfeklerini farklı şekillerde nasıl doldurduklarını figüranlara öğretmişti.

Waterloo ve diğer bütün sahneler on bir kamerayla görüntü yönetmeni Dariusz Wolski tarafından çekildi. 

Fakat bu günler de Scott’un canını sıkacak bir arşiv keşfi oldu -buna sevindim- Abel Gance’in kaybolan sessiz destanı “Napoléon”u (1927) arşivden bulunup çıkarıldı.

Bu sessiz film döneminin hemen sonunda bir başyapıt olarak selamlandı, ancak gösterime giremeyecek kadar uzun ve kullanışsız olduğu gerekçesiyle katılımcılar tarafından reddedilmişti. Abel Gance ve diğerleri tarafından daha kısa versiyonlara bölünmüştü. Bütün sahneler ortadan kayboldu veya kaybolduğu varsayılmıştı. Film bir efsaneye dönüştü, çok konuşuldu ve uzunca bir süre hiç görülmedi.

“Napoleon”un kayıp görüntülerinin izi sürüldü. Ve şu anda 92 yaşında olan Gance ile birlikte filmin yeniden inşa edilmesi beş yıl sürdü. Carmine Coppola’nın orkestra desteğiyle bu sessiz, klasik eşsiz yapıt tekrar dirildi. 

Bu diriliş, restorasyonun yanı sıra şovmenliğini Kevin Brownlow ve Francis Ford Coppola yapacak olması da ayrı bir detay olacak.

Modern sinema izleyicilerinin neredeyse tamamı için “Napoleon”un bu gösterimi, ilk kez canlı orkestra eşliğinde sessiz bir film izleme deneyimini temsil edecek.

Bu tiyatral filmin ülkemize gelmesiyle biz Türk seyircilerine de görüntünün muazzam boyutu ve orkestranın büyük otoritesi bir araya gelerek “Napolyon”u gerçekçiliğin sınırlamalarından kurtaracak olması biz sesli çağın üyelerinin unuttuğu bir şeyi, sesli bir filmdeki karakterlerin genel olarak günlük dilde konuşmaya zorlanmasını, kulağa gülünç gelmesini bir kez daha hatırlatacak.

Her iki filmi de izleyenler kimi alkışlayacak? Gance’in teknik başarısını mı? Scott’un efektif yeteneğini mi? 

Napoleon

Tür: Biyografi, Tarih, Dram, Savaş, Aksiyon

Orijinal Dil: İngilizce

Yönetmen: Ridley Scott

Yapımcı: Mark Huffam, Ridley Scott, Kevin J. Walsh

Yazar: David Scarpa

Gösterim Tarihi: 22 Kasım 2023

Süresi: 2 saat 38 dakika

İZDİHAM