1 Mart 2016

Küçük Prens’in Büyük Hikayesi

ile izdiham

 

Küçük Prens’in büyük hikâyesi

Küçük Prens’i oğluma ilk okuduğum zaman, masalların dilinden daha yeni çıkmış, dramatik olarak daha karmaşık hikâyeler anlatan kitaplara henüz geçmiştik. Küçük Kara Balık, Dev Şeftali gibi daha masalsı kitaplarla başlayıp nihayet Küçük Prens’e gelmiştik. Ona ilk okuduğumda sekiz yaşlarındaydı. Kitabın sembolik anlatımını bire bir anlamadığını ama melankolisine kapılıp gittiğini hissetmiştim. Küçük Prens’in büyüsü tam da budur zaten. Dili hüzünbazdır, büyümek karşısında çocukluğun o güzel dünyasının yavaş yavaş solmasına yakılmış bir ağıttır. Bu yüzden en çok da yetişkinler sever Küçük Prens’i. Çünkü Küçük Prens çocukluğunun masum dünyasından çok uzaklaşmış büyüklerin kalplerine dokunabilen bir kitaptır.

Antoine de Saint-Exupéry bir çocuk kitapları yazarı değildir. Hayatının en büyük tutkusu uçmak olmuştur hep, yazmak değil. Uçma deneyimleriyle hayat tecrübelerini bir araya getirip verimli bir yazar olabilmiştir ama üstün bir edebiyatçı üslubuna sahip değildi. Ama yaşayıp gördüklerini duyarlı bir bakış açısıyla ve samimi bir şiirsellikle aktarabilen bir yazardı.

Bir gün hayatı bir film yapılacak olsa, ilk kopyası 1943’de basılan Küçük Prens’in içindeki her şeyin aslında Exupéry’nin hayatındaki bir şeyin karşılığı olduğu daha net anlaşılır ve açıkçası güzel de bir film olur kanımca. Çöle düşen uçağın pilotu kendisidir mesela, 1935’te uçağı Sahra’ya düşünce rotacısı Prévot ile birlikte günlerce çölde kalmıştır ve o günlerini anlattığı bir kitabı da vardır: Terre des hommes (Bizde İnsanların Dünyası adıyla Zeplin Kitap tarafından yayımlanmıştır). Hatta o günlerde izlerine rastladığı bir çöl tilkisini takip edip onu yakalamaya ve hatta çöl sıcaklarının da etkisiyle onunla konuşmaya bile çalışmış. Küçük Prens çocuk yaşta kaybettiği “sarı saçlı” kardeşi François’dır büyük ihtimalle… Yazar küçük erkek kardeşini kendi çocukluğuyla özdeşleştirmiştir bir nevi.

 
Pilotun iç hesaplaşması
 
Savaş zamanı hava kuvvetlerinde görev alsa da teknisyenlik, posta servisi ya da muhabirlik yapmış, savaşmaya yönelik bir eylemin içinde hiç olmamıştır. Ama savaştan her zaman nefret etmiş, nazi faşizmini dünyayı saran baobab ağaçları gibi tasvirlemiştir.

Muhtemelen Küçük Prens’in gezegen gezegen dolaşırken tanıştığı; hayatı boyunca kendisine verilen emri uygulamak dışında bir şey yapmayan fenerci, sürekli hayranlarından takdir bekleyen kibirli adam, hayatla başa çıkamayacağını anladığı için kendisini içmeye vermiş ayyaş adam, galaksideki tüm yıldızların sahibi olduğuna inanan ve sürekli hesap tutan ciddi işadamı, tilki, yılan gibi karakterler sadece evrensel karşılıkları olan semboller değillerdir, yazarın hayatında bir şekilde karşılaştığı karakterleri simgelemekteler. Onlar bizim hayatımızın içinde de varlıklarını sürdürürler. Hepsi de bir zamanlar çocuk olduklarını unutmuş, içlerindeki saflığı, eğlenceyi, masumiyeti bambaşka tatminler ve hırslar uğruna kurban etmişlerdir. Küçük Prens yetişkinlerin neden hayal güçlerini kaybettiklerini ve sıkıcı insanlara dönüştüklerini sorar pilota. Çünkü pilot diğer büyüklerden farklıdır. O gökyüzünde dolaştığı için her şeyin farkındadır ve Küçük Prens içini dökmek için onu bulmuştur… Ya da çölün etkisiyle serap gören pilotun kendi iç hesaplaşmasıdır bu…

Küçük Prens çocukların hangi yaşta okuduklarına bağlı olarak, hemen ilk okumada kavrayacakları bir hikâye değildir dedik. Bu yüzden sinemaya bire bir uyarlamak da öyle pek kolay değil doğrusu. 1966’daki Rus yapımı film kendi ülkesinde bile hiç rağbet görmedi. 1974 yapımı Küçük Prens ise, tecrübeli yönetmeni Stanley Donen’in hikâyeyi yarı müzikal bir anlayışla ele almış olmasına, Tilki’yi Gene Wilder, yılanı da ünlü yönetmen Bob Fosse’nin oynamasına rağmen hantal ve ışıltısız senaryosuyla, altından kalkılamamış finaliyle zayıf kalmış bir uyarlamadır. Film hikâyenin kibirli olmamak, görmekle bakmak arasındaki farkı anlamak, dünyada eğlenceye de yer olduğunu unutmamak, sevginin ve özgürlüğün önemini kavramak gibi temaları kitaptaki kadar güçlü betimleyememişti…
 Yeni bir Küçük Prens filmi

Aynı hataya düşmeden yeni bir uyarlama yapmak için animasyon türünü seçmek en doğru çözüm aslında. Özellikle Pixar ve Studio Ghibli gibi yapım şirketlerinin ne kadar olgun, ticari olarak da tatmin edici ve prestijli animasyon filmler yaptığı ortadayken bu bir risk değil artık.

Amerikalı animasyon yönetmeni Mark Osborne’un filmi, hikâyenin aslını stop-motion tekniğiyle ele alıp benzer bir tema taşıyan daha geniş paralel bir hikâyenin içine yediriyor. Bu paralel hikâye bekâr bir anne ve kızının çevresinde gelişiyor. Anne kızını iyi bir okula kaydettirebilmek için ona abartılı yoğunlukta bir çalışma programı çıkarıyor, iyi bir gelecek için çocukluğunun çileler içinde geçmesini sağlamaya çalışıyor adeta. Bu da günümüzün eğlencesini çoktan yitirmiş ve kendi hırslarını çocuklarına yansıtan “helikopter anne”lerine sert bir eleştiri kuşkusuz… Küçük kız yeni taşındıkları evin yanındaki komşuları yaşlı pilotla bir arkadaşlık geliştiriyor bu süreçte. Yaşlı pilot eski uçağını tamir edip yıllar önce çölde tanıştığı küçük prensi bulmaya gitmenin hayaliyle yaşıyor. Tabii ki bu arkadaşlık süresince pilot küçük kıza, küçük prensle nasıl tanıştığını da anlatacaktır.

Osbourne’un filmi Exupéry’nin kitabının ruhunu büyük ölçüde yansıtıyor perdeye, hatta tutarlı denebilecek bir “devam” da getiriyor öyküye ama biraz abartılı bir ifşaat hali de yok değil.

Başta küçük kızın annesi olmak üzere bütün büyüklerin sıkıcı olması, çoğunun asık yüzlü ifadelerle, robot gibi ortalarda dolaşmaları, ruhsuz gri evlerde yaşıyor olmaları, çocuklarına sadece ders çalışmalarını söylemelerinin dışında bir diyalog kurmadıkları gibi bir dünya fazla abartılı görünüyor her şeye rağmen. İşadamını Amerikan bayrağı renkli kravatıyla göstermek gibi kimi “sok gözüne parmağım” göndermeler de yok değil. Hikâyenin orijinalinin biraz sadeleştirilerek anlatıldığı stop-motion bölümlerdeki sembolik anlatımı, filmin “yeni hikâye” kısmında çocuklar daha iyi anlasın diye birer birer tercüme ediyor ve dillendiriyor.

Stop-motion sahneler ise tümüyle kâğıttan modellerle Exupéry’nin kitabında da kullandığı kendi çizimleriyle son derece uyumlu ve başarılıyken, paralel hikâyenin teknolojisi izlediğimiz pek çok yeni animasyona göre sönük kalıyor. Ama mesele filmin hikâye ve duygusuysa bu konuda pek bir sıkıntı yok. Eğlence anlamında bildiğimiz animasyonlardan farklı ve daha yoğun bir film olan Küçük Prens belli bir yaşın üstündeki çocukları sıkmıyor, anne babalarının da duygulanmalarına ve gözlerinin dolmasına sebep olabiliyor.

Oğlumla filmden çıkıp kalabalık caddelerde yürürken ona bu hikâyeden ne anladığını sordum.

Eve gidince kitabı bir daha okuyacağını, ilk kez bir filmde bu kadar duygulandığını ve içindeki Küçük Prens’i yılanlara asla teslim etmeyeceğini söyledi bana. Akşam saatleriydi, İstiklal caddesi hıncahınç doluydu… Kocaman bir AVM gibiydi şehir… Büyüklerin çoğu asık yüzlüydü, ama çocuklar yine de gülüyordu…

 

 

Kaynak: Radikal Kitap / Burak GÖRAL

İZDİHAM