23 Eylül 2021

İsmet Özel: Şiirler Kırpılsaydı Şiirin İpliği Pazara Çıkardı

ile izdiham

Hangi yazım geleneğinde karşınıza şiirlerin kırpılması diye bir hadise çıkar? Dünyanın hiçbir yerinde şimdiye kadar hiçbir yazım geleneği böyle bir cüreti kendine yakıştıramadı. Vakit kaybetmeden soralım: Nasıl buldunuz “yazım geleneği” ibaresini? Acaba ben “edebiyat” yerine “yazın” diyenlerle bir atışmaya mı bıraktım kendimi? Hiç de değil. Belki “nesir” demektense yazım demeği daha yakışıklı buluyor olabilirim. Belki de şiirin kırpılması edebiyat dışı bir yazış tecrübesine takacağımız bir isim olabilir. Hangi dilde yazılmış olursa olsun şiirler ona cesamet bahşeden kişiden koparılamaz. Hiçbir şiir şairin ona biçtiği şekil dışına çıkarak varlık kazanmamıştır. Şiir tercüme edilemez diyenlerin temel tezi bundan başkası değildir. Şiiri şiir yapan kelime seçiminden başka ne olabilir? Kimi Dadacılar günlük gazeteden kırptıkları kelimeleri bir torbaya doldurup kura sonucu yan yana getirdikleri kelimelerden şiir yaptıkları iddiası gütmeği bildi. Neticede bu da bir kelime seçimiydi.

Şiir her ülkede dikkati hak edecek bir yere sahiptir. Niçin böyledir? Şiirden vazgeçmek dilden vazgeçmeğe varır çünkü. Her dilin gerek ritmi ve gerekse armonisi şiirde keşfedilir. Türk topraklarında şiir dikkatten ötesini hak ediyor. Şiire Hıristiyanların XIII. asrından itibaren millet oluşumuzun dokusu demek mübalağa sayılmaz. Bugün toplum olarak nereye vardığımızı hesaba katarsak modernleşme maceramızın İkinci Yeni sayesinde bizi bir yere getirdiğini görme ihtimalimiz var. Görür müyüz? Bize üzerinde yaşadığımız toprakların ne kazandırdığına akıl erdirmekten geri durduğumuz sürece bu elbette çok zor. İkinci Yeni şairleri ne yaptıklarının bilincinde miydi? Aralarında böyle bir bilincin oluşacağına bile ihtimal veren şair yoktu.

Modernleşmemizi bir macera olarak anmam hangi bakımdan olursa olsun Türk topraklarında modernlik yolunda -yukarıdan aşağıya- atılan adımların akıl almaz yöntemler ve elbette ki, uygulamalar vasıtasıyla korunuyor oluşundandır. Modernleşme niçin koruma altındadır? Çünkü Türklerin hayatında modernleşme İslâmî uygulamadan vazgeçme dışında bir gerekçeye bağlanamaz. İnebahtı hezimetinden sonra olan olmuş, Türkler her birinde ne kadar kaldıysa Müslümanlıklarını arızî ve giderek yabancı hale getirmişlerdir. İkinci Yeni şiir akımını bu yabancılaşmanın en sarih göründüğü alan saymamız mümkündür.

Dünyada kendine mahsus ölçülerle başını dik tutabilmiş yegâne millet Türklerden müteşekkildir. Değil canlımız ölümüz bile (Avrupa’da 1908 İkinci Meşrutiyet vesilesiyle gayri-Müslim unsurlar karşısında can vermiş bir milletten bahsedilebiliyordu) medeniyete meydan okudu. Biz Türkler İstiklâl Harbi’ne girerek Sevr anlaşmasını çöpe yollayacak gücü göstermiş millete mensubuz. Yoksa böyle bir vakıa tepeden tırnağa kuruntudan mı ibaret? Karşıma hiç müstemleke idaresi altında bulunmayışımızdan hayıflanan genç bir akademisyenin çıkmışlığı vardır. “Müstemleke olsaydık” demişti, “hiç olmazsa bir Avrupa dilini konuşabilen insanlardan olurduk”. Bunun gibi altı boş insanların İkinci Yeni’yle açılan ufuktan haberdar olmalarını beklemek bizi gülünçleştirir. Hangi ufku açtı İkinci Yeni? Şiiri ana uğraş kabul etmiş insanları Batı’yı model ittihaz etmenin çocukça bir heves olduğunu görme ve Divan Edebiyatı’nın şiir yazmağa en elverişli ortamı ortaya çıkardığını fark etme durumuna yükseltti. Türk dilinin laboratuvar hususiyetine dikkat kesildiler. Bu irtifadan niçin bir özgün yazma türü, Türklere özgü bir yazma türü üretilemedi? Bu sualin cevabını 27 Mayıs 1960’ı yirmi yıla yakın bir zaman boyunca milli bayram kabul etmemiz veriyor.

Resmiyet kanadında hiçbir tanınırlık görmeyen İkinci Yeni milletin damarlarına sızmış estetik duyguyla kendine bir yer açabildi. Yaptıkları tasniflerde benim şiirlerimi o cinsten bir kategoriye sığıştırmak isteyenler oldu. Nasıl bir insanı şair sayıp saymamak tercihi karşımıza çıkıyorsa bir metni şiir sayıp saymamak sıkıntısından da kendimizi alıkoyamıyorduk. Yani şiiri kırpmağa kimsenin gücü yetmiyordu. Başka milletlerden farklı olarak biz Türkler göz kırpabiliyoruz; ama hem Divan şiirimiz, hem de halk şiirimiz olduğu için şiiri kırpamıyoruz. Şiir karşımızda bir anıt misali duruyor. Şiir içimize işlediği için değil, karşımızda durduğu için şiirdir. Şiirle bağımız “ahbap çavuş” ilişkisini andırmaz. Şiir şiirliğini zıddımıza giderek ve hatta bizi küçümseyerek de gösterir. Türk zevki şiiri kırpılmağa bırakmadığı için şiirin ipliği pazara bir türlü çıkmıyor. İpliğin pazara çıkması demek şair-şiir ilişkisinin alış verişe ve pazarlığa konu olması demektir. Dünya edebiyatı hiç görmediği şeyi modernleşmeği fazilet sayan şiirin başka bir şair elinde son biçimine rıza göstererek gördü. Yani şiirin fiilen kırpılmasına Ezra Pound eliyle şahit oldu. Ezra Pound’a ünlü The Waste Land şiirini T.S.Eliot “il miglior fabbro” (daha büyük şiir ustası) iltifatıyla ithaf etti. Böylece edebiyatı geliştirme çizgisine bağlanmış hepimiz şiirin kırpılmasını değil, edisyona tâbi tutulmak bahanesiyle yeni bir şekil bulmasını kutsamış olduk. Kutsamasaydık dünya şiiri hangi yönde mesafe kat edecekti? Böyle ihtimallere kafa yormağı imkânsız kılan şartlar altındayız.

Nedir bu şartlar? Adını ister kapitalizm, ister merkezin çevreyi baskılamasından doğan mali hegemonya, ister Batı Medeniyeti koyun Dünya Sistemi olarak bildiğimiz şey geçiyormuş gibi yapıyor ama modernleşmenin ötesine geçemiyor. Post-modernliğin hiçbir masum veçhesi yoktur. Modernleşmenin kendilerine göre nimetlerinden vazgeçmeksizin modernliğin günahlarını kendinden uzak tutmak isteyenler uydurdu onu. Bir çıkış yolu elbette var. İpliği pazara çıkmamış bir ortam derdimize çare olmasa bile bizi bunalım içinde yaşamaktan kurtarır diyorum. Benim ne dediğimin anlamına kim vâkıf olacak?

İsmet Özel

istiklalmarsidernegi.org.tr

İZDİHAM