5 Haziran 2020

Ethem Erdoğan, Eleştiri, Bilal Can ve Kebikeç

ile izdiham

ELEŞTİRİ DERKEN

Eleştiri bir yöntem değildir. Çünkü yöntem, bir bilimin kullandığı yol, metot, usul olabilir. Eleştiri; verilerle bir eserin değerini ortaya çıkarmaktır. Tenkit-nakit kelimelerinin aynı kökten geliyor olması açıklayıcıdır sanırım. Eleştiri, tenkit ve kritik aynı anlamda kullanıldığı için her birinin ihata ettiği anlamlar “eleştiri” kavramının anlamları olmuş. Bu anlamların içinde tanıtım, açıklamak, sınıflamak hatta yargılama ve ayırt etme bile var.

Bir birikim olarak, kurallı bir sistem ve bilim dalıdır artık eleştiri. Dolayısıyla bu bilimin sunduğu imkânlar üzerinden teknik olarak yapılması gerekmektedir.  Bir eseri tanıtır-değerlendirirken, zayıf ve güçlü yönlerini belirtme, gerçek değerini yansıtma, hüküm verme (kritik) amacıyla yazılmalı ve bu peşinen ifade edilmelidir. Eleştirmen eser ya da yazar tabanlı yazacağını ifade etmek durumundadır. Eğer eser tabanlı bir eleştiri olacaksa;  sanat eserini olumlu ya da olumsuz anlamda verilere dayanarak yargılayıp eserin gerçek değerini ortaya koymak amacıyla yazılmalıdır. Buradan varılacak nokta ise şöyledir: sanat eserinin değeri ortaya çıkar, sanat iyi ve güzel olmayandan kurtulur, eserin darası düşülür ve kalıcı bir niteliğe yaklaşır. Sanatçı daha güzel  yazmaya onu olgunlaştırmaya ve daha başarılı eserler vermeye de teşvik edilmiş olur. Eleştiri budur. Okuyucuya ve yazara hatta yayın dünyasına kılavuzluktur.

Edebiyat dünyamızda eleştiri; bilimsel anlamda değeri olan bir alan, kurumsal bir yapı olmaktan çok; klik bazlı bir öne çıkarma yöntemi şeklinde kullanılmaktadır. Bu alana zarar verdiği gibi eleştirmen yetişmesinde ve toplumun bilgilenmesi anlamında da olumsuzluktur.  

BİLAL CAN’IN “KEBİKEÇ” KİTABIna dair

Şair, yazar, araştırmacı Bilal Can edebi çalışmalarını hemen her alanda sürdüren disiplinli ve verimli/velüd bir kültür adamı. Aralıksız devam ettirdiği çalışmaları, “Kentle Kavga; Mustafa Kutlu Hikâyelerinde Mekân” eserinden sonra eleştiri-inceleme-değerlendirme yazılarından oluşan “Kebikeç” eseri de Ekim 2019’da İZDİHAM etiketiyle yayınlandı. 

Kebikeç ilginç bir eser. Okuma üzerine kafa yoran nadir eserlerden. Kime, neyi, nasıl okuyabileceğine dair önerilerde bulunuyor.

Yazar önsözde kebikeç ile ilgili bilgi verirken geleneksel anlamda bazı uygulamalardan bahsediyor. Bu uygulamaların bir karşılığının olması da yüzlerce yıl önceden elimizde kitapların olması. Yazar sözü eleştiriye getirerek ‘eleştirinin yeri ve zamanında yapılması halinde, kitabı koruyan bir kebikeç’ görevini yerine getireceğini ifade ediyor. Bu yaklaşım çok güzel. Çünkü eleştirinin görünmeyen bir yanına ışık tutulmuş oluyor. Yine önsözden anladığımıza göre ‘KEBİKEÇ’ bir proje olarak tasarlanmış ve gerçekleştirilmiş. Yazar ‘bir liste hazırlayıp o listede bulunan kitapların okunduğunu ve ayrıntılı olarak incelenip’ bu metinlerin yazıldığını belirtiyor. Bu eserin amacını anlatırken de “…okurlara, özellikle de genç okurlara, kitaplara nasıl bakılması gerektiği ve nasıl okunması gerektiği yönünde bir fikir vermek…” diyor. Ülkemizdeki kitap okuma alışkanlık/oran skalası elbette bize bu amacı (yazarın amacını) açıklıyor. Edebiyat sosyolojisi en bakir alan ve kimse gençlerin okuma oranlarındaki sıkıntının izalesi için yüzeysel çabaların dışında gerçek bir yöntem uygulamayı denemiyor. Yazarı bu anlamda tebrik etmek gerekiyor. Çünkü meselenin bir yüzü ‘yönlendirilemeyen gençler’ diğer yüzü ‘yanlış yönlendirilen gençler’ diğer bir yüzü de ‘ne okuyacağı kadar nasıl okuyacağını’ bilmeyen gençler. Bunu örneklemek can acıtıcı olacak ama; gerçek bir romanla ilk kez karşılaşacak bir gence “Felatun Beyle Rakım Efendi” okutunca o genç okumayı bırakıyor. Çünkü edebiyatın bir türe ait ilk eserleri genellikle ilkel eserlerdir. Zevk değil acı verirler. Lisede zorla okutmuşlardır çoğumuza, o sebeple lise mezunu insanların çoğu edebiyatın sanat yanını hiç göremeden mezun olur.   

Kebikeç eserinin ilk metni “Eleştirinin Görevi”. Terry Eagleton’un aynı adlı kitabından yola çıkan yazar, bu metnin sonunda Tanpınar’ın eleştiri anlayışı ve eleştirisinin özelliklerini sıralıyor. İlk ve son maddeyi buraya alalım: “Eseri, dil, üslup, kurgu, olay, karakter, zaman, mekan, kaynak, konu, fikir, işlev ve tesir yönünden bütünsel bir bakış açısıyla inceler ve onun edebi değerini ortaya koymaya çalışır.” ,“Eleştiride en büyük zaafı ise hüküm verirken çoğu zaman genellemelerle yetinmesidir.” (Kebikeç,s14-16).  

Yazar bu proje/eserdeanlatılar (Roman ve Hikaye) ve şiir ile ilgili teknik bilgiler veriyor.“Roman Üzerine” adlı metinde romanın röntgeni çekilmiş. Kurgu ve örgü anlatılmış. Hatta dilin işlevleri açıklanmış. “Şiir Üzerine” adlı metine ise şiir tanımlarıyla ilgili kabul ve öngörüleri anlatarak başlamış. Şiir bilgisi şeklinde devam etmiş bu metin. Gruplar, poetikalar, kategoriler, mesajlı ya da bireysel olma durumları vb. Bu meyanda “Şair ve Şuur Bağlamında Şiir” başlıklı metinde şiirin gizli tarihi ve iç sesi teşrih edilmiş. Yazarımız, şairi de incelerken “hayatın mealini yapmaya çalışan kişi” şeklinde bir nitelemede bulunmuş. (Kebikeç, s31).   Bir sonraki başlık yine şiir meyanında: “Neden Şiir Okuruz?”. Bu soruya Turan Karataş,  İsmet Özel ve Özdemir İnce’nin cevaplarını almış esere yazar. “Tepkisizleşmemek, edilgen olmamak için…” cevabı Turan Karataş’ın. İsmet Özel “Yokluğunu hissettiğimiz bir şeyleri tamamlamak…” , (Kebikeç, s33-34-35)  Özdemir İnce ise şairi şiir yazmaya iten unsura cevaben ‘diğer şairleri ve şiirsel ürünleri’ göstermektedir. Bu bölümde kaynak aldığı iki kişi  “Neden Şiir Okuruz?” sorusuna cevap vermiş ama üçüncü kişi “Neden Şiir Yazarız?” sorusuna. Belki böyle bir alt başlık daha açmalıydı yazar. “Öykü Üzerine” adlı metinde ise yazar bu türün tarihçesi, hikaye-öykü ayrımı vb üzerinde duruyor. Yine öykünün şiir kadar, insanlık tarihi kadar eski bir tür olduğunu anlatıyor. Sonraki bölümlerde ise Tanzimat’tan günümüze Türk öykücülüğünü inceliyor. “ Türk öykücülüğü toplumla bağdaşan bir öykü” (Kebikeç, s43) tespitini önemli buldum. Diğer yandan halk hikâyelerinin de bu bölümde incelenmesi/değerlendirilmesi ve manzumelerin de “Şiir Üzerine” adlı bölümde irdelenmesi yerinde olurdu sanırım.    

Yazar bu proje/eserdeanlatılar ve şiir türleri ile ilgili teknik bilgiler verdikten sonra proje için baz aldığı eser ve yazarlar üzerinden bir inceleme sunuyor. Feridüddin Attar’ın Mantıkut-Tayr eseri, Mustafa Kutlu’nun Yokuşa Akan Sular ve Zafer Yahut Hiç eserleri,  Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı, Kafka’nın Dönüşüm’ü, Herman Hesse’nin Demian’ı, Orwell’in Hayvan Çiftliği anlatı- roman ve öykü örnekleri olarak incelenmiş. Şiirde yapılan değerlendirmeler ise Sezai Karakoç, Yaşar Bedri, Arif Ay, Kemal Sayar, Ali Emre, Ali Ayçil isimlerine dair.  

HÜLASA

Bilal Can fazlaca dışa dönük bir yazar. Ele alıp incelediği metinler üzerinden daha çok kendi iç dünyasında olan karşılığı ifade ediyor. Bu durum ele aldığı metne bakışını esnetmiyor. Aksine metinle ünsiyetini kuvvetlendiriyor. Her yazarın her metne aynı sıcaklıkla yaklaşmadığı malumdur. Bu ikilemin içinde oluşabilecek olumsuz durumu Bilal Can iç dünyasından bulduğu karşılıkla yok ediyor. Esasen yaşanmayanı-yaşanmayacak olanı yazamazsınız, ilkesiyle ilgili bir durum. Bilal Can ele aldığı metnin hayatla bağını yokluyor, iç dünyasından bulduğu karşılık ile inceltiyor ve hükmünü açıkça ilan ediyor. Eleştiri başka ne ola ki!

Bilal Can

İZDİHAM