20 Aralık 2020

Divan-ı Lügati-t Türk ve Sadaka

ile izdiham

Bu ismi duymayanımız, ufakta olsa kulak aşinalığı olamayanımız sanırım yoktur ki, öyle temenni ediyorum. Biraz incelendiğinde, Türk yazı dillerinin, lehçelerinin ve ağızlarının dil özelliklerini belirleyen, söz varlığını derleyerek bir araya getiren Kâşgarlı Mahmud’un kendisine sonsuz bir ün kattığı şimdilerde ise Türk dili için vazgeçilmez olan nadide bir eser. Dönemin dil bilgisi kurallarını içeren, Türk milletlerinin hem ağız hem de söz varlığı bakımından ayrıntılı biçimde ele aldığı Türk lehçeleri ve ağızları sözlüğü adını verdiği gurur kaynağımız olan bir eser. Bu zamana kadar sayısız çalışmalara, çeşitli makalelere, dergi ve kitaplara konu edinmiş bu eseri sormak istiyorum. Acaba ne kadar anlıyoruz? Ne kadar sahip çıkıyoruz? Ve bizler Türk dili için ne kadar çalışıyoruz?

Elbette az önce bahsettiğimiz bu çalışmalar, bizler için oldukça önemli ve Türk dili için olmazsa olmazlardan. Bu yazıların ve çalışmaların bilimsel anlamda bize ve dilimize katkısı göz ardı edilemeyecek kadar büyük. Geçmişimize baktığımızda sokaklarda, caddelerde, bedestenlerde ve tarihi kapalı çarşılarda sahaf dükkanları ve binlerce kitap, en yeni kitaplara, en kayda değer yazıtlara, ilgi çeken güzide yayımlara sahip olmak için arayan, soruşturan ve üzerine titreyen binlerce insan. Bu durumu takdir eden, destekleyen ufakta olsa hala arayan, sahaf kültürünü yaşatan naçizane birkaç tane insan olduğunu biliyoruz. Ama bu kültürü yavaş yavaş kaybetmemizin en büyük nedeni, çağımız için büyük bir nimet olduğunu söylediğimiz, uzakları yakın ettiği için sevindiğimiz, istediğimiz her şeye bit tıkla ulaşabildiğimiz mükemmel bir araç ve şimdilerde ise ona gebe kaldığımız şey ‘’internet ve teknoloji’’.

Şimdi ben de kendime sormuyor değilim; “sen de bu teknolojinin etinden sütünden faydalanmıyor musun?” diye. Evet, bende faydalanıyorum ama ben bir konuda farkındalık oluşturmak için, yaralı olduğunu bildiğim için, insanların kalplerine ufak da olsa dokunmak, fikirlerini bir nebze olsa değiştirmek için kullanıyorum. Dönüp baktığımızda günümüzde beğeni için, popülerlik için, saatlerini harcayan kendi vaktini öldürüp bitirdiği halde başkalarının da vaktini öldürüp bitiren kendine özendiren birçok sosyal medya kullanıcısı bulunmakta. Popülerlik ya da popüler olmak için dilini kendilerinin anlatmalarıyla ‘’cool’’ adını verdikleri, cümlelerinin yanına yabancı kelimeleri sıkıştırıp dilini mahveden, hiçe sayan, dilinin değerini bilmeyen insanlar yok mu?

Maalesef var ve gün geçtikçe artmakta. Dil insanın kendi olma çabası ve kendini en iyi ifade etme araçlarından biri. Türkçe yaklaşık insanlık tarihinin var olmasından itibaren kullanılan özgün ve hacimli bir dil. Divan’da bunun en büyük kanıtı. Bazı şeyleri kazanmak için, seni sen yapan şeylerden vazgeçmek kolay mı? Örneğin bir annenin yavrusundan vazgeçmesi veyahut bir insanın hayali olan bir meslekten vazgeçmesi mümkün mü? Dilin de bu saydıklarımızdan hiçbir farkı yok.

Dil bilimcilere gidip sorun ya da oturup dil üzerinden herhangi bir konuyu tartışın, ya da bir Türkologa yazımda noktalama işaretlerinin önemini söyleyin bakalım ne gibi bir cevaplar alacaksınız. Örneğin bir inşaatta demirin kullanılmadığını düşünün! ne gibi sonuçlara yol açar. Yazımda noktalama işaretlerinin kullanımının önemi de inşatta kullanılan bir demirden farksızdır. Bunun gibi birden fazla neden sıralanabilir. Kitaplar insanların geçmişini öğrenmeye, fikir dünyasının gelişiminde, dil haznesinin artmasında önemli bir rol oynar. Divan-ı Lügati’t Türk de bizim dil geçmişimizin en önemli eserlerinden sadece biridir. 20.yüzyılın başlarında Ali Emiri Efendi’nin eline geçen bu eser büyük bir özveriyle korunmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Gelin size Ali Emiri Efendi’nin bazılarının beğenmediği dilimizle yazılan Divanın üstüne nasıl titrediğini anlatayım. Feyzi Ersoy’un bir kitaba tutuldum! Adlı Divan-ı Lügati’t Türk’ün romanında anlattığı üzere bir sahaftan borçlanarak aldığı divanın önemini anlayan Ali Emiri Efendi böyle bir kitabı bulduğu ve önemini anladığı için Talat Paşanın kendisini bir akşam yemeğinde konağa davet ederek Ali Emiri Efendiye bu başarısının Talat Paşa tarafından övgü dolu sözlerde bulunmasıyla ve meziyetinin takdir edilmesi, kıymetinin bilinmesine çok sevinen Ali Emiri Efendi kitabın Talat Paşa nezaretinde basılması için, kitabın sayfalarının tam olup olmadığını kontrol eden ve kitabın sayfalarını düzenleyen Kilisli Rıfat’a kitabın basılması ve çoğaltılması için gelip almasını söyler.

Teslim işi Ali Emiri Efendi’nin evinde gerçekleşir. Emiri Efendi çok sevdiği birinden ayrılır gibi kitabı Kilisli Rıfat’a teslim eder. Ama verdiği anda aman emanete iyi bak. Bütün kitaplarım bir yana Divan bir yana diye telkinde bulunmayı da ihmal etmez. Kilisli Rıfat da kitabın kendileri için de bir hazine olduğunu söylemeyi ihmal etmez. Kilisli Rıfat kitapla beraber gittikten sonra, keşke Talat Paşaya söz vermeseydim.” Ya benim kıymetlime bir şey olursa. Ya başına tatsız bir hadise gelirse! Ah ahmak kafam ah! Ne diye verdim sanki kitabı ona! Off, off! şeklinde bütün olumsuz şeyleri aklına getirerek uzun süre ağlar.

Kitabı alan Kilisli büyük bir itina ile onu evine götürür ve kitap üzerindeki çalışmalara hemen başlar. Kimselere görünmeyen Kilisli titiz ve sıkı bir şekilde çalışıyordur. Kilisli de olan bu kitabı Ziya Gökalp de görmek ister ama Kilisli ona kitabı göstermez ve Ziya Gökalp’taki kitap aşkı da iyice alevlenmiş olur. Gökalp’ın kitaba olan aşkı devam ededursun. Divan, Kilisli’ye teslim edildikten sonra Talat Paşa, Emiri Efendi’ye verilmek üzere onun evine altın para ile tam üç yüz lira gönderir. Parayı getiren görevli Emiri Efendi’ye bir de kağıt uzatır. Emiri efendi ise kağıdı alır. Mektupta Talat Paşa imzası ile şu satırlar yazıyordur.

“Zat-ı alinize küçük bir mükafat olarak 300 lira gönderdim. Lütfen kabul buyurun! Talat Paşa”

Ali Emirinin canı bu yazılanlara çok sıkılır ve yüzü sararmaya başlar. Görevliye,

“Biraz beklerseniz, Talat Paşa hazretlerine bir mektup da ben yazmak istiyorum.” der.

 Ali Emiri Efendi, eline kâğıdı kalemi alıp masaya oturur ve Talat Paşa’ya şu cevabı yazmıştır.

“Kıymetli Paşa Hazretleri,

Efendim, lütfunuza, kadirşinaslığınıza çok teşekkür ediyorum. Fakat ben bu parayı kabul edemem. Çünkü vatani, milli ufacık bir hizmet mukabilinde para almış olacağım. Bu ise vicdanıma pek ağır gelen bir şeydir; bundan dolayı size teşekkür etmek ile beraber parayı iade ediyorum.

İşte buradan sonra benim önemini vurguladığım, dilimin döndüğü kadar bir şeyler anlatmaya çalıştığım noktaya geliyoruz.

Siz parayı yardıma muhtaç olan birkaç namuslu aileye dağıtırsanız ben müteşekkir kalacağım gibi Cenab-ı Hakk da memnun olacaktır. Bu sadakanın adı da kabul buyurursanız Divan-ı Lügati’t Türk sadakası olsun. Hürmetlerimle efendim… Emiri kulunuz. Şeklindeki mektubunu bitirir. Bitiriyor fakat biz değindiği noktayı anlayabiliyor muyuz?

Kısaca özetleyeyim; biz dilimizi satarken kendimizi dilimizi satarak ön plana çıkartmaya çalışırken, bir millet için bütün fedakarlıklara göğüs geren atalarımızın ortaya koyduğu kadirşinaslığa layık olabiliyor muyuz?

Sadakayı duymuş olmalıyız ama Divan-ı Lügati’t Türk’ün sadakasını daha önce duyduk mu ne anlam ifade ediyor idrak edebiliyor muyuz? Çok soru soruyorum ama ne yazık ki oturup doğru dürüst cevaplar, bırakın topluma vermeyi kendimize bile veremiyoruz. Ne yazık ki önceden büyük bir sadakat gösterilen eserlerimizin ne anlama geldiğini bile anlayamıyoruz. Geçmişimizi silemeyiz, hayatımız devam ederken de geçmişle yoğurmaktan kaçınamayız. Her ne kadar hayatımız olağan bir şekilde devam etse de onca çabanın, onca emeğin hatırını yok sayamayız.

Geçmişimizle övünüp durmaktan ziyade, hayatımızı geçmişimize yaraşır bir şekilde idame ettirebiliriz. Bu vesileyle de kendimize, özümüze yaraşır bir hayat sürdürüp en azından kendi kalma ideallerimizi gerçekleştirebiliriz. Tabi bunları yapmak çok kolay bir şey değil, hadi o zaman ben böyle olayım diyerek olamazsınız ve ancak kendinizi kandırırsınız. Bu yalancı istek de size hem zaman kaybı, hem de boş bir uğraştan başka bir şey olacağını sanmıyorum. O zaman ne yapacağız, ilk önce anlayacağız, anlamak derken neyi kastediyoruz? İlk önce bu kadar üzerine titremenin sebebini anlayacağız, o dönemi anlayacağız, kişilerin büründüğü edebi simayı anlayacağız, dilinle övündüğün sadece zikretmekten başka bir şey yapamadığın, gurur duyduğun ırkımızı anlayacağız. Kendimizce bir benlik oluşturacağız, tabi kendi yargımızla değil, bizi toplum olarak biz yapan yargıları benimseyerek kendimize o yolda ilerleyecek yol haritası hazırlayacağız.

Bütün bu saydıklarım veya dile getirdiğim anlama sürecini tamı tamına gerçekleştirdiğimiz zaman geriye kalan şeylerin çorap söküğü gibi geleceğine inancım aslında tam. İlk sıraya koyduğumuz anlam sürecinden sonra araştırmak gerek. Ne olmuş? Nasıl olmuş? Neden olmuş? gibi sizi tatmin edecek anlama sürecinize katkı sağlayacak soruların cevaplarını bulduktan sonra inanın araştırmak için ne zamanınız ne de haliniz olacak. İlk önce birey olarak kendimize bu isteği aşılarsak inanıyorum ki toplum olarak kendimizin özümüzün kıymetini de çok vakit geçmeden anlayacağız.

Ama ne yazık ki şu anda bu bilince sahip topluma yapısında değiliz, hayatı laylaylom yaşayan, hiçbir ideali olmayan binlerce genç beyin dolanıp duruyor. Ama o beyinlerin çok kötü olduğu anlamına gelmiyor.  Sadece kandırılıyoruz ve biz kendimizi istemeden de olsa kullandırtıyoruz. Gözümüzü açmanın, kendimizi anlamanın hala bir vakti var. Yolun neresinden erken dönersek de o bize kar.

Ali Çakıl hazırladı.

İZDİHAM