2 Eylül 2025

Can Eseler, Yükselen Sular Gemiyi Kurtaracak

ile izdihamdergi

Her insan bir gün ağlar. Bu bir ihtimal değil, kesinliktir. Kimse, yaşamı boyunca gözyaşına ihtiyaç duymadan yol alamaz. Ağlamak; doğarken attığımız ilk çığlıkta, kaybederken sustuğumuz son cümlede, beklerken yorulduğumuz anlarda hep oradadır. Modern hayat, gözyaşını zayıflık olarak görmeye eğilimlidir. Gülümseyen, güçlü, üretken insanlar makbuldür. Ama ağlayan insan, hâlâ hissedebilen insandır. Hissetmek, hatırlamaktır: acıyı, sevgiyi, kaygıyı, umudu.

Bu yazı, ağlamanın sadece bir refleks değil, aynı zamanda bir anlatım biçimi olduğunu hatırlatmak için yazıldı. Çünkü gözyaşı konuşmaz belki, ama çok şey söyler. Sözün yetmediği yerde gözyaşı başlar. bazen, en doğru cümleyi gözümüz kurar.

Neden Ağlıyoruz?

Bir soğan doğrarken de akar göz, bir mezar başında da. Oysa aynı gözyaşı değildir o akan. Biri bedensel bir reflekstir, diğeri ruhun ta kendisidir. Bedenin kimyasına yazılmış savunmalarla, ruhun kimyasına kazınmış acılar aynı yolu izler, göz pınarlarını. Ama yol aynı olsa da menzil bambaşkadır.

Ağlamak bazen bir taştan su çıkmasıdır. Duygular, bastırıldıkça sıkışır, sıkıştıkça keskinleşir. Sonra bir gün, hiç beklemediğin bir anda, bir şarkının ortasında, bir çocuk kahkahasında ya da yalnız bir gecede gözlerinden dışarı dökülürler. Çünkü gözyaşı, bastırılanın itirafıdır.

Fizyolojik olarak ağlamak, bir boşalmadır. Sinir sistemi, yaşadığı yoğun duygulara karşı bir savunma üretir; beden gözyaşıyla o yükü dışarı atar. Ama işte asıl mesele de burada başlar. Ruh, gözyaşını sadece boşalmak için değil, tanıklık için döker. Bir şeyin canını yaktığını, içini sızlattığını, dayanamadığını kendine ve bazen de dünyaya itiraf eder.

Ağlamak, insanın “ben hâlâ yaşıyorum” deme biçimidir. Çünkü hisseden can yanar. Ağlayan can, kemale erer. 

Bir Direnme Biçimi Olarak Ağlamak

Bazıları susar, bazıları bağırır ve bazıları da ağlar. Çünkü ağlamak, ne tam bir suskunluk, ne de bir çığlık. Arada bir yerdedir. Hem içinde yangın vardır hem dışarıda sessizlik. İşte bu yüzden ağlamak, bazen en güçlü direniştir.

Güçlü olmanın, dik durmanın, hiçbir şey olmamış gibi davranmanın kutsandığı bir çağda ağlamak devrimdir.

“Ağlama” diyen toplumun içinde sessizce ağlamak, sahte normalin maskesini düşürmektir.

Gözyaşı, ekranlara yansımaz; çünkü orada sadece makyaj akar. Gerçek gözyaşı, yastık yüzünde iz bırakır, kalpte boşluk, gözbebeklerinde ağırlık ve bu bir direniştir.

Ağlamak, insanın hâlâ canının yandığını ilan etmesidir. Ne kadar dijitalleşirsek dijitalleşelim, gözyaşı hâlâ analog bir tepkidir. Makineleşmiş düzenin içinde sıcacık bir arızadır. Bazı arızalar tamir edilmek istenmez. Çünkü onlar, hâlâ insan olduğumuzu hatırlatır. Ağlamak, “ben bu dünyaya tam uyum sağlayamadım” demenin en temiz yoludur. Uyum sağlayamamaksa, bazen insan kalmanın tek yoludur.

Ağlamak, yalnızca acının dışavurumu değil, vicdanın da ayak izidir. Çünkü hissedebilen, etkilenebilen, etkisi altında kalabilen kişi ağlar. Vicdanı olanın içi sızlar, sızlayan ruh,  gözden akar ve insan, gözyaşında daha çok insan olur.

Kimi insanlar vardır: Onlar hiçbir şey yokmuş gibi davranır. Acıyı saklarlar, göstermezler, unutur gibi yaparlar. Oysa unutan değil, hatırlayan ağlar. Unutmak kolaydır çünkü yüzleşmek istemeyen bir bilinçtir. Ama hatırlamak, o yükü taşımaktır. Ağlamak da işte bu yüzden sadece bir refleks değil, bir seçiştir. Ağlayabilmek, hâlâ etkilenebilmek demektir.

Çünkü kimsenin kimseye acımadığı, herkesin sadece kendini düşündüğü bir dünyada bir başkasının acısına ağlayabiliyorsan; tebrikler hâlâ insansın. Çocuğun açlığına, yaşlının yalnızlığına, bir sokak köpeğinin bakışına ya da annesiz kalan bir çocuğun yutkunmasına ağlayabiliyorsan, hâlâ bir kalp taşıyorsun.

Ağlamanın Bulaşıcılığı

Bazı anlar vardır; biri ağlamaya başladığında, sen de boğazında bir düğüm hissedersin. Gözyaşı, tıpkı yorgunluk gibi, tıpkı kahkaha gibi bulaşıcıdır. Ama gözyaşının bulaşıcılığı, fizyolojiden değil, kalpten gelir. Çünkü birinin ağladığını gördüğümüzde, sadece o kişiye değil, kendimize de acırız. Başkasının gözyaşı, kendi acımızın yankısı olur. Bir annenin evladına döktüğü yaşta kendi annemizi hatırlarız. Bir yaşlının sessiz ağlayışında kendi ilerideki yalnızlığımız belirir. Bir çocuğun gözlerinden akan yaş, çocukken susturulmuş halimize dokunur. 

ve ağlamaya başlarız. 

Gözyaşı insanı birbirine benzetir. Ağlayan birini gördüğünde onun inancı, dili, kimliği önemini yitirir. Çünkü ağlayan her insan, özünde aynı sızıyı taşır. Belki de insanlığı kurtaracak olan şey, birbirimizin gözyaşına duyduğumuz bu kadim hassasiyettir. Ağlamak yalnızlıktan doğar ama paylaşıldıkça yalnızlığı da bitirir. Birlikte ağlamak, insanlığın en sessiz kardeşliğidir. Bir gözyaşı damlar, sonra bir başkası ve birden, acı ortaklaşır. Bu yüzden ağlamaktan utanmak değil, ağlayanı görmezden gelmek utanç vericidir. Ağlamak bir tür sorumluluktur da. Ben görmezden gelemem diyen ruhun boyun eğişidir. Bazen en sessiz merhamet, bir damla gözyaşında görünür olur.

En Gerçekçi ve Unutulmaz Duygunun Dışavurumu Olarak: Ağlamak

İnsan duygularını çeşitli şekillerde ifade eder: konuşarak, susarak, yazarak ya da bakışlarıyla. Ama bunların içinde en açık, en doğrudan ve en unutulmaz olanı gözyaşıdır. Ağlamak, bir duygunun sahiciliğini gösteren en net işarettir. Çünkü ağlayan insan rol yapmaz. Gözyaşı, kontrol edilemeyen, planlanmayan bir tepkidir. Bu yüzden bir insanın ne zaman ağladığını hatırlarız, ama ne zaman tebessüm ettiğini çoğu zaman unuturuz. Çünkü gözyaşı, zihinde iz bırakır.

İnsan bir olay karşısında ağladığında, o olay artık sıradan bir anı olmaktan çıkar. O duygu, hafızaya kazınır. Sevdiğinin arkasından dökülen yaş da, yıllar sonra duyduğu bir müjdeye karşılık gelen sevinç gözyaşı da aynı şekilde unutulmazdır. Çünkü ağlamak, insanın yaşadığını hissettiği andır.

Ağlamayan insan duygusunu bastırır; bastırılan duygu zamanla silinir, anlamsızlaşır. Ama ağlayan insan, ne yaşadığını bilir. Bu yüzden gerçek bir ağlama, insanı kendine getirir. Bazen hayatın karmaşasında yolunu kaybeden biri, ağlayarak kendisini tekrar bulur. Ağlamak insanın en sahici dışavurumlarından biridir. Bir duygunun derinliğini ölçmek istiyorsak, o duyguya eşlik eden gözyaşına bakmak yeterlidir.

Yeterince Ağlayabilirsek Su Yükselip Karada İnşa Ettiğimiz Nuh’un Gemisi Bizi Kurtarabilir

Nuh’un gemisi, tufan başlamadan önce, su yokken inşa edilmişti. Birçokları buna güldü. “Çöl ortasında gemi mi olur?” dediler. Ama tufan geldi. Ve o gemi, suyun yükselmesiyle anlam kazandı. Bugün biz de, çöl gibi kurumuş bir hayatın ortasında yaşıyoruz. İçimizde gözyaşını bastırmayı öğreten bir kültürle büyüdük. Herkesin güçlü, dayanıklı, “iyi” olması bekleniyor. Ama kimse fark etmiyor ki, kuraklığın ortasında inşa ettiğimiz o içsel gemiler yalnızca suyla, yani ağlayarak yükselip yola çıkabilir.

Ağlamak bazen bir ön hazırlıktır.

Tıpkı geminin su gelmeden önce yapılması gibi, gözyaşı da insanı yaklaşan felakete, içsel çöküşlere, ruhsal yıkımlara karşı dayanıklı hale getirir. Yeterince ağlayabilirsek, içimizde bastırdığımız her şey dışarı çıkarsa, o zaman bizi boğan şeyler bir tufana dönüşmez. Aksine, kurtuluşun zemini olur.

Modern hayatın tufanı duygusuzluktur. Hissizleşen bir toplumda, ağlamak bir eylem değil, bir diriliştir.

Ve kim bilir… Belki de bugün gözümüzden akan her yaş, o içimizde inşa ettiğimiz, kimsenin görmediği gemiyi biraz daha yüzdürmeye başlar. 

Hıçkırmanın Çaresizliği Bizi Kurtaracak

Ağlamak duyguların bir dışavurumudur, ancak insan çoğu zaman ağlarken bile kendini kontrol etmeye devam eder. Gözyaşları akarken kelimeler hâlâ seçilebilir, ses tonu ayarlanabilir, yüz ifadesi yönetilebilir. Fakat hıçkırmak, bu kontrolün yitirildiği noktadır. İnsan hıçkırdığında, artık ne konuşabilir, ne saklanabilir, ne de rol yapabilir. Bu tamamen savunmasız, içten gelen bir tepkidir.

Hıçkırmak, bir nevi çözülme halidir. Duygular bastırılamayacak kadar yoğunlaştığında ortaya çıkar. Boğazın düğümlenmesi, nefesin kesilmesi ve sesin kontrolsüz bir şekilde çıkması, ruhsal bir taşmanın fiziksel belirtileridir. Bu nedenle hıçkırmak, yalnızca bir ağlama biçimi değil; aynı zamanda içsel bir arınmadır.

Toplum, genellikle duyguların kontrol edilmesini ve bastırılmasını bir erdem olarak görür. Ancak bu baskı, zamanla duygusal bir yük birikmesine neden olur. Hıçkırarak ağlamak, bu birikmiş yükün artık taşınamayacak hâle geldiğinin işaretidir. Ve bu durumda insan, kelimelere değil, sadece var olmaya ihtiyaç duyar.

Hıçkırmak bize, en çaresiz hissettiğimiz anda bile hâlâ bir çıkış yolumuz olduğunu hatırlatır. Çaresizliğimizle yüzleştiğimizde, kendimizi daha iyi tanırız. Belki de kurtuluş, tam olarak bu içtenlikte ve dürüstlükte saklıdır.

Hastalık, Ölüm ve Ayrılık Hallerinde Ağlanır

İnsanı en çok sarsan durumlar genellikle kontrol edemediği olaylardır. Hastalık, ölüm ve ayrılık gibi haller bu yüzden derindir; çünkü insanın sınırlılığını en açık şekilde gösterir. Bu tür anlarda gözyaşı, sadece bir duygunun ifadesi değil, aynı zamanda bir kabullenme biçimidir. Hastalık, bedenin aczini hatırlatır. İnsan ne kadar güçlü olduğunu sansa da, bir anda yatağa düşebilir, çaresizleşebilir. Bu anlarda ağlamak, gücün değil, insanlığın bir tezahürüdür. İyileşemeyeceğini bilmek ya da sevdiklerinin acı çektiğini görmek, gözyaşlarını bastırmayı imkânsız kılar. Ölüm ise en kesin vedadır. Geri dönüşü olmayan bir ayrılıktır. Bir insanın yokluğu, sadece o kişinin değil, onunla yaşanan anıların da sessizce silinmesidir. İnsan bu boşluk karşısında ağlar. Çünkü ne yapılırsa yapılsın, o eksiklik tamamlanamaz.

Ayrılık da bir tür kayıptır. Bazen fiziksel bir mesafe, bazen duygusal bir kopuştur. Her iki durumda da alışılmış olan düzen bozulur. İnsan, bir şeyin sonsuza kadar aynı kalmayacağını fark ettiğinde ağlar. Ağlamak burada alışkanlıkların, beklentilerin, birlikte kurulan hayallerin yıkımına verilen doğal bir tepkidir.

Bu tür hallerde ağlamak bir zayıflık değil, insanın gerçekliğe verdiği en dürüst cevaptır. Çünkü yaşamak sadece neşeyle değil, eksilmekle de ilgilidir. Eksilen yerden akan şey, çoğu zaman gözyaşıdır.

Sevinç ve Coşkunun Bir Yansıması Olarak Ağlamak

Ağlamak çoğu zaman acıyla ilişkilendirilse de, aslında sadece üzüntüye özgü bir tepki değildir. İnsan, yoğun sevinç anlarında da gözyaşlarına hâkim olamayabilir. Bunun nedeni, gözyaşının yalnızca bir üzüntü ifadesi değil, güçlü duyguların dışa vurulma biçimi olmasıdır.

Sevinçle gelen gözyaşları genellikle bir rahatlamanın, bir kavuşmanın ya da uzun süredir beklenen bir şeyin gerçekleşmesinin sonucudur. Yıllar sonra kavuşulan bir dost, uzun süren bir çabanın sonunda elde edilen başarı, sağ salim doğan bir bebek ya da kabul edilen bir dua.

Bu anlarda gözyaşı, sözlerden daha fazlasını anlatır.

Sevinç gözyaşları, çoğu zaman insanın kendini aşan bir duyguyla karşılaştığını gösterir. Çünkü insan yalnızca şaşırdığında ya da duygular taşma noktasına ulaştığında ağlar. Coşkunun gözyaşına dönüşmesi, o anın sıradanlıktan çıkıp insan hayatında kalıcı bir iz bırakmasını sağlar. Bu yönüyle bakıldığında, ağlamak hem acının hem de sevincin taşıyıcısıdır. Bu da ağlamayı sadece bir duygusal zayıflık değil, insan ruhunun derinliğine ait bir özellik hâline getirir. İnsan sevincinde bile gözyaşı dökebiliyorsa, hâlâ derin bir şekilde hissediyor demektir. Bu, hem hayatta kalmanın hem de gerçekten yaşamanın işaretidir.

Ahir kelam: Ağlamak, insana dair bir şey. Acı çekmek kadar, sevinmek kadar, susmak kadar gerçek. İnsan gözünden düşen her yaş, onun yaşamla kurduğu samimi ilişkinin bir parçası. Gözyaşı bazen kaybettiğimiz bir şeyin ardından dökülür, bazen tam tersine çok şükür diyebildiğimiz bir anın içinde belirir. Ancak ne zaman ağlarsak, orada mutlaka bir hakikat vardır. Çünkü gözyaşı yalan söylemez. Bu dünyada hâlâ ağlayan insanlar varsa, hâlâ umut vardır. Çünkü ağlamak, duygusuzluğa karşı verilmiş sessiz bir cevaptır. Bir çığlık değil ama bir tanıklıktır. Belki de mesele, güçlü olmak değil; gerektiğinde ağlayabilmektir. Ez cümle İnsan, ağladığı kadar canlı ve yaşadığı kadar insan vesselam. 

İZDİHAM