12 Ekim 2020

Andrey Platonov’un Mektuplarından Alıntılar

ile izdiham

Şiir edebiyatın en yüksek perdesidir, içine bir şeyler katıp karıştırıp bozmayın.

Hiç kimsem, gidecek hiçbir yerim yok, kimsenin beni anladığı da yok.

Artık bir ağacın duruşuna, yağmurun yağışına duyarsız kalamıyorum.

Şiir benim lanetim, ölümle verdiğim savaş. Acının en uç noktasına geldiğimde, artık bir kaçış bulamadığımda onlara koşuyorum, şimdi de bir kaçışım yok. Her yer havasız bir odada pis bir kokuyu soluyormuşum hissi veriyor.

Hiçbir şey anlamadığınıza eminim Mariya. Gerek de yok anlamanıza.

Ruhumun dünyadan sıyrıldığı yersiniz siz.

“Dumanlı bakışı zarif
Boynu sıcak,
Gözleri seğiriyor,
Ürkütmüyor hayatı güzelliği.”

Sızlanmıyorum Mariya, bu mektup aracılığıyla ruhumu hafifletiyorum. Ne yapayım şimdi?

Ben gittim ve sanki arkamda bir demir kapı kapandı sertçe. Karanlık hücremde tek başımayım ve kaygısızca bir zaman doğrusunu sündürüyorum. Birlikte geçirdiğimiz hayatımız bir rüyaydı sanki ya da şimdi uykuya daldım, gördüğüm kabusun adı da Tambow.

Sana anlatmak istediğim çok şey var daha ama sen neden susuyorsun?

Benim kötü biri olduğumu söylediğini duyar gibiyim. Elbette canım sevgilim kötüyüm ben. Kim bana örneğiyle öğretti iyinin ne olduğunu? Nedir hayatımda olup biten? Yalnızlık, hayvan gibi çalışma, yoksulluk.

Herkes kendi mutluluğu için yaşarken ben niye mutsuz oluyorum!

Bir kez daha özür dilerim bu mektup için ama kaderim benimle dalga geçiyor.

“ Acı ve çetin tutkuya kapılmışsa ruh,
Tanrı onu sevdiğindendir”

İnsan sevince savunmasız hale geliyor.

Gel gör ki buralar hüzünlü yerler, en küçük bir mutluluğun dahi insanın yüzünü kızartabileceği kadar hüzünlü.

Elveda benim biricik sevgilim, elveda ruhumun kaygılı tarafı. Seni tutkuyla ve nezaketle öpüyorum, gözlerini gözlerimin önüne getiriyorum.

Haklı olan benim ama yalnızım.

Öyle keder yüklü ki her şey Mariya.

İnsanın başına gelebilecek en korkunç şey diğer insanların onu ilgilendirmemesi ve neşelendirmemesi, doğanın da onu avutmaması. Yani bedeniyle yorgun ruhunun üzerine yıkılması.

Neredeyse Serebryanıy korusuna kadar yürüdüm. Hiçbir şey dokunmadı ruhuma, yatıştırmadı beni, mutlu da etmedi. Doğa benden uzaklaştı sanki. Neden böyle olduğunu anlamak kolay ama içimden anlatmak gelmiyor.

İntiharsız bir çıkış yok, ne yaparsan yap. Ölüm, aşk ve ruh tamamen birbirine denk haller.

Uyumlu değilim çirkinim de ama böyle gideceğim mezara, birazcık dahi olsa ihanet etmeden kendime.

Sen gittin gideli bir şeyler temelden ve bir daha düzelmeyecek üzere değişti. Acım tahammül edilecek gibi değil, sanki ölüm acısı. İçimdeki ışık söndü ve etraf karardı. Bir ölüm tutkusu sardı, artık bir o neşe verir oldu.

Ölümüm yüzünden bir an bile sıkıntı çekmezsin. Hatta bilakis. Benimle olmanın sana kattığı bir mutluluk yok. Ben hasta ve dengesizim. Başkalarıyla mutlu olman daha mümkün.

Benim zarif, uzak, eşsiz çiçeğim. İçinde umudumun ışıdığı tek varlık!

Dua et bana canım sevgilim, ne hayatı ne de aşkı taşıyabilecek haldeyim.

Hiç olmazsa son bir kez seni görebilmek ne güzel olurdu. Hiç ama hiç kimse yok yanımda. Kendime beslediğim nefret de had safhada. Paramparça edesim var bedenimi, yapacağım da.

Canım benim neden beni anlamak istemiyorsun? Herhangi bir ruh halinin etkisiyle yazmıyorum sana mektuplarımı, çözülmesi gereken birer bilmece değil onlar. Hayata dair umutsuzluğumun geçici sebepleri değil sağlam temelleri var. Bu hayatı yaşayanlar olduğu kadar, ona mahkum olanlar da var. Ben de o mahkûmlardan biriyim. Daha nasıl incinebilirdim ki?

Bir şairin karısı olmak bir bürokratın karısını kıskanacak kadar mı önemsiz?

Sana mektup yazarken o kadar rahatlıyorum ki. Ruhumun içinde soluk alıp verdiği havaküresin, gittin, içime çekecek bir nefesim dâhi kalmadı.

Gerçek beni tanımış olsaydın severdin aslında.

Delicesine çekip gidesim var ama para da yok ki.

Andrey Platonov

İZDİHAM