1 Mart 2016

Zeki Demirkubuz, Yeraltı

ile izdihamdergi

Walter Benjamin “Hikâye Anlatıcısı” başlıklı denemesinde, Rus hikâyeci Nikolay Leskov’un yapıtlarından bahsederken hikâye anlatıcısının artık yaşamımızda çok işlevinin kalmadığından bahseder. Çünkü hikâye anlatıcılığı özünde ağızdan ağza aktarılan deneyimlerden oluşur (akt. Gürata,2012:27). Benjamin’in haklılığı geldiğimiz noktada kaçınılmazdır. Çünkü sözlü anlatıcılık döneminin kapanması bir yana, neredeyse yazılı anlatımın bile daha az işleve sahip olduğu bir yaşamsal pratik içerisindeyiz. Ulus Baker’in çok iyi ifade ettiği gibi “her nesil diğerinden daha az okuyor ancak daha çok izliyor”. İşte bu durumda sinemasal anlatımın önemi ortaya çıkıyor, günümüzün izleyen ve görsel kültürle harmanlanan bireyi için hikâye anlatıcılığı görevini üstlenen sinema böylece yeni bir işlevi daha yerine getirmeye muktedir oluyor. Ancak her film ya da her yönetmen için aynı şeyi söylemek de hata olur.

Son dönem Türkiye sineması içerisinden duruma baktığımızda anlatımı sinemasal bir öyküye dönüştüren isimlerden birisi kuşkusuz Zeki Demirkubuz’dur. Kendisi bu coğrafya sineması içerisinde iz bırakan karakterler yaratabilmiş birkaç isimden bir tanesidir dediğimizde de kanımca abartmış olmayız. Yazgı’nın Musa’sı, Yeraltı’nın Muharrem’i bireye ve onun dünya içindeki karmaşasına atıfta bulunan Türkiye sineması içerisinde ayrı bir yere koyabileceğimiz karakterlerdir.
Zeki Demirkubuz’un Yeraltı filmi ve onun nezdinde Muharrem karakteri şehirlinin kaybolmuş, varoluş sancısı içerisinde, kaygılı, kalabalık sokakların görülmeyen silik yüzlerini, kaygıyı yaratan bireylik durumlarını, görülür olamamanın getirdiği içsel fırtınayı, “biz”in dışında kalanın tuhaflık algısını, çıkara dayalı ilişkilerin içinde kaybolmuşluğu, son derece akıcı bir sinematografiyle izleyicisiyle buluşturmuştur.
Muharrem dışarıdan bakıldığında sıradan bir memur profilidir. Filmin mekânının Ankara olması da bürokrasiye atıftır. Her gün aynı saatte işe giden, aynı saatte işten dönen, yaşamı gündüz bürolara, gece apartman dairelerine sıkışmış yığınların ve o yığınlar içerisinde var olmaya çalışan Muharrem gibilerin ve aslında biraz da bizim öykümüzdür. Bu birey temsili yabancılaşmış bir bireyin ifadesidir de bir bakıma. Günümüz insanı kendinden sökülüp alınmıştır; özgürlüğü dâhil “şeyler”e dönüşmüştür (Lefebvre 2010: 219). Lefebvre’nin de bahsettiği gibi yaşamsal tüm pratiği “şeyler”e dönüşmüş başka bir ifadeyle nesneleşmiş insan suretlerinin gündelikler içinde kaybolmuşluğunun bir temsilidir Muharrem. Mill’e göre başkalarını öncelikli olarak ilgilendirmeyen şeylerde, bireysellik kendini göstermelidir; yoksa insanın başkalarının geleneklerini, alışkanlıklarını, karakter ve davranış kuralları olarak benimsediği bir yerde mutluluğunun başlıca malzemesi eksik kalacaktır (akt.Berman,2011:23). Şehir yaşamı içerisinde bireylerin aslında çok da şansı yoktur. Modern dönemin, modern çizgisel zamanının, ölçülü sınırlı boş vakitlerinin insanları olan Muharrem’in temsil ettiği o bireysel varoluş Mill’in bahsettiği durumdur aslında: Başkaları tarafından belirlenmiş varoluşun eksik malzemeli mutluluğu… İşte bu nedenledir Muharrem’in evden işe dönüşlerindeki içinde bir şey olacakmışçasına beliren umudu. Çünkü günün bitiş zamanıdır eve dönüş ve gün yine tatmin edici bir umuttan çok uzaklardadır.

Yeraltı filminin en akılda kalıcı sahnesi kuşkusuz yemek masası sahnesidir. Roman ödülü alan Cevat’ın başarısını kutlamak için arkadaşları tarafından verilen yemeğe kendisini zorla davet ettirir Muharrem. Çünkü onun için bu yemek aynı zamanda bir yüzleşmeyi içerdiği kadar grup içinde biz olarak var olabilme kaygısı anlamına gelmektedir. Son âna kadar gidip gitmemekte karasız kalması bu kaygının göstergesidir. Gittiğinde yemek saatinin değiştiğinin kendisine haber verilmemesi onun arkadaşlarıyla biz olamayacağının sinyalini en başta verir. Oysa bu onun için çok önemlidir, çünkü birey -Melucci’nin ifadesiyle- bir duyguyu her adlandırışında toplumsal ilişkiler arasında bir bağ kurar. Toplumsal olarak kurgulanmış gerçekliğin sakinleri olarak bizler kim olduğumuza grup sayesinde karar veririz (2013:36-37). Muharrem toplumsal yaşam içerisinde kendini kabul ettirememiş bir bireydir aynı zamanda; ancak bu yemek masası da onun bireysel iktidarını kanıtlayabileceği bir ortam yaratmamıştır. İlgi odağı, ödül alan Cevat’tır ve etrafındakiler onun başarısıyla kendini var etmeye çalışan dost benzeşimleridir. Cevat’ın etrafında dönen masa muhabbeti Muharrem’i iğneleyici, görünmesine engel teşkil edecek kadar sinikleştirici bir boyuttadır. Muharrem’in içinden pek çok şey geçmesine rağmen o içindekileri dışarı çıkartamaz. Çünkü öznenin zaman içindeki sürekliliği; öznenin sınırlarını oluşturan ve onu diğerlerinden ayırmamıza olanak sağlayan birlik kavramı ve onları özdeş olarak kabul etmemizi sağlayan bir grup kimliği vardır (Melucci,2013:40). Kendini bir gruba ait hissetmek isteyen Muharrem söylemek istediklerini içinde tutar çünkü zaten orada bulunma amacı kendisini bazen çok şey bazen de hiçbir şey hisseden bireyin çelişkili varlığıdır. O onlara kızgın ama bir o kadar da onlarla özdeşleşme çabası içindedir. Ancak o yemek masasında iktidar Cevat’tadır sahte ilişkiler içerisinde Muharrem’e ne güç ne de yer vardır. Ama o vazgeçmez; uyuyakaldığı masadan seslerle uyandığında arkadaşları başka masada eğlenmeye devam etmektedirler ve onun uyandığını görüp dalgalı gülüşmelerle muhabbete devam ederler. Muharrem’in bedensel varlığı grup için sadece bir eğlence figürü olarak var olurken, o onları önemsemediğini göstermek için bağırarak türkü söylemeye başlar ancak arkadaşlarının grup halinde söyledikleri şarkı onun sesini bastırır. Böylece Muharrem yine kendini var edemez, tıpkı kaybolduğu şehir bürokrasisi içinde olduğu gibi arkadaşları arasında da kendini üretemez, “tuhaf bireyin” yalnızlığı o gece de sona ermez. Çünkü bu dönem dünyasında varoluşun karşılığı bireysel bir kendilik değil, grup kimliğinin ya da popülaritenin belirlediği bir duruma karşılık gelir.

Muharrem karakterinin bir diğer özelliği de kaygılı ve sanrılı bir birey olmasıdır. Bunu aşmak için kendi deyimiyle “Yeraltı”na iner. Tatminsiz cinsel deneyimler sonrasında duyduğu vicdanî rahatsızlık ve “ben neden böyleyim” sorusunun yanıtını bir türlü bulamaz. Aslında onun en büyük derdi fark edilme istemidir. Belki de kendisinden yardım isteyen, ev işlerini yapan kadınla olan ilişkisi bu nedenle onun açısından önemlidir. Çünkü onun çaresizliği, Muharrem için kendisine yüklenen bir anlama, bir bakıma güce işaret etmektedir. Yanında çalışan temizlikçi kadın ondan daha zor durumdadır ve bu durum ona en azından yaşamının bir noktasında iktidar olarak var olabilme şansını vermektedir. Muharrem toplumsal yaşam içerisinde kendisini eksik hissederken yanında çalışan kadının yaşamındaki eksikler onun kendi eksikliğini kapatmasında önemli gibi görünmektedir. Çünkü özellikle sanayi sonrası toplumda öznenin kendini algılayışında bazı değişiklikler gözlemlenebilir olmuştur. Günümüzdeki kaygısal durumlar eski topluluklardan epeyce farklılaşmıştır ki değişikliklerin kendileri de toplumsal düzendeki dönüşümlerden etkilenirler (Salecl,2013: 55). Muharrem’in yanında çalışan kadınla olan ilişkisinde daha kaygısız davranması, yol gösterici bir misyon üstlenmesi, toplumsal düzenin kendi içerisindeki düzene göre iktidarın belirleniminin bir sonucu gibidir. Muharrem için bu durum iktidar sahibi olmayı ifade eder ve güçlü bir varoluş kaygıyı azaltır.

Zeki Demirkubuz filmleri aslında karakterler üzerinden bir anlatıma sahipken göstergelere pek yer vermeyen bir sinematografi özelliği de göstermektedir. Yönetmenin neredeyse her filminde kullanılan televizyon, günümüz insanının izleyen, geçen, süregiden yaşam içerisindeki sıradanlığını vurgulayan bir imge gibi görünmektedir. Yeraltı filminde de bu imgenin kullanıldığını görüyoruz. Bununla birlikte Yeraltı’da simgesel göstergelere dayanan bir anlatıma daha işaret edebiliriz; o da patates ve yumurta üzerine kurgulanmış bir anlatımdır. Her akşam yenen yumurta, yumurta üzerinde söndürülen sigara ve Muharrem’in elinden düşmeyen bir patates… Yönetmene sorulduğunda patates öylesine kullanılmış bir imge gibi görünüyor. Benim çıkarımım, bu konuda yumurtanın dişilliği temsil ettiği düşünülürse patatesin de erkeği temsil ettiği yönünde. Muharrem her konuda olduğu gibi cinsel anlamda da tatminsiz bir bireyi temsil ediyor. Her akşam sigarasını söndürdüğü yumurta Muharrem’in kadınlarla olan başarısız ilişkisini ve bu anlamdaki mutsuzluğunu temsil ediyor olabilir. Karşı apartmandan gelen sesleri susturmak amacıyla attığı yumurtalar kırılırken, atılan patatesin camı kırması da erkek gücüne atıf gibi değerlendirilebilir. Filmin son sahnesinde daha önce birlikte olduğu “hayat kadınının” gelmesi ve Muharrem’in hizmetçisine kızıp evi dağıttığı, tam anlamıyla gücünü kaybettiği o günün akşamı, kadının omzunda ağlarkenki güçsüzlüğü ve sonrasında patates imgesinin kadının elindeki görüntüsü, patatesin bu filmde bir güç simgesi olarak kullanıldığına işaret edebilir.

Lacan’a göre arzunun tatminsizlikle olan ilişkisi özneyi nesneye yaklaştırır ancak arzuyu tatmin edebilecek bir nesne asla yoktur; başarısızlıkta başarı, eriştiği şeyin asla istediği şey olmadığından yakınan arzu öznesine özgü bir strateji barındırır ve bunun sonucunda ortaya çıkan şey kaygıdır (Salecl,2013:57). Bu durum Muharrem’in “yeraltında” yaşadığı tatminsiz ilişkiler ve bir türlü olmak istediği şey olamama gibi bir kaygının da nedeni olabilir. “Normal” ölçülerde bir ilişkiye sahip olamaması “hayat kadınlarıyla” girdiği ilişkilerde gücün kendisinde olması sebebiyle kendisini kısa süreli de olsa tatmin olmuş hissetmesinin sebebidir. Çünkü Muharrem aynı zamanda egosu yüksek, yeri geldiğinde bencil olabilen bir karakterdir ancak yaşadığı durumların toplumsal yaşam içerisinde onun açısından bir karşılığı yoktur.

Modern toplum haz peşinde koşmaya takıntılıdır, maceraperesttir, yeni ve daha yoğun duygulara meraklıdır (Bauman-Lyon,2013: 54). Bu değerlendirme Muharrem’in durumuna da açıklık getirir bir bakıma, ancak bunun bir de suçluluk psikolojisi gibi bir getirisi vardır ki Freud yetişkinlerde ortaya çıkan kaygının suçluluk duygusuyla ortaya çıkabileceğinden de bahseder (akt.Salecl,2013: 57). Muharrem, kendince “yeraltı” olarak tanımladığı toplumsal durumlardan ve kendi kaygılarından kaçmak için sürdürdüğü yaşamsal pratiklerinin sonunda hep “ben neden böyleyim?” sorusuyla karşılaşır; çünkü sürdürdüğü bu yaşam onu aynı zamanda toplum içinde var olamayacak bir noktaya taşır. O nedenledir ki Muharrem’in ne bireysel ne de toplumsal bir varoluş sergileyebilmesine tanıklık ederiz film boyunca.

Zeki Demirkubuz’un Yeraltı filmi, üzerine çok şey söylenebilecek, birçok farklı bakış açısı ile değerlendirilebilecek bir film. Ancak temel olarak göndermesi; kentli, modern bireyin varoluşsal kaygı ve tatminsizlikleri, kalabalıklar içerisinde aşılamayan sıradanlığın kendini kanıtlama çabasına dönüşmesi,  bütün bunlardan kaynaklı içsel çatışma ve müsekkin haz veren içkin bir acı… Hem Muharrem’in hem de filmin son cümlesinin tam da anlatmak istediği gibi “acı en üst sınırına ulaştığında alçakçasına zayıflamaya, yerini daha önce hiç tatmadığım cinsten bir duyguya bırakmaya başladı. Kendini olanca şiddetiyle hissettiren, diş ağrısına benzer zevkli bir duyguydu bu. Birden başıma gelen her şeyin nedeninin bu olduğunu anladım. Artık değişemeyeceğimi, bunu kendimin de istemediğini, başka bir adam olamayacağımı söylüyordu.”

Emek Erez – heyula.net
İZDİHAM