25 Haziran 2023

Yusuf Tüfekçi, Gidenlerin Ardından

ile ibrahim varelci

“sen biliyor musun acaba giden neden böyle büyük özlenir.”

Bülent PARLAK (Yalnızlığın İcadı)

                Ne de çoğaldı özlemlerimiz son günlerde. Sanat edebiyat dünyası, manevi mimarlarımız ne de çok şaka yapar oldu bizlere. Her gün bir paragraf kopuyor şiirlerden, her gün bir satır eksiliyor ömürlerden. Sanki diyorum, sanki kalmadık, tükendik.

                Akif Emre (2017), Nuri Pakdil (2019), Asım Gültekin (2020), Sezai Karakoç (2021), Rasim Özdenören (2022), Ömer Tuğrul İnançer (2022), Mevlana İdris (2022)… Ve Kargayı edebiyata, şiire monte eden, yalnızlığın mucidi, eserlerinde, yazılarında, şiirlerinde sanki ölümü hasretle çağıran, kendisinin dünyayı, dünyanın kendisini hiç sevmediği ama şiirle coşan, edebiyat aşığı, hayata amuda kalkarak bakmayı seven insanların gönül erlerinin kalbini fetheden adam, Bülent Parlak (19 Nisan 2022)…

                Her biri o güzel atlara binip dörtnala giderken güzel beldelere, güzel ama mahzun, her seferinde biraz daha eksilen sevenlerini bıraktılar geride.

                “Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı” diyecek kadar naif insan Akif Emre. “Cahit Zarifoğlu’nun okyanusu ilk gördüğü andaki duygularını hatırlıyorum: Artık tüm namazlar yeniden kılınmalı” diyecek kadar ihsan sahibi Akif Emre.

                Ahh Kudüs Şairi… Sen gittin yetim kaldı Kudüs. “Kudüssüz ve İstanbulsuz aşk yoktur” diyen aşk insanı. Sevdiklerinizi yüreklerinden sımsıkı tutun. Yarın çok geç olmakla meşhurdur diyerek aramızdan ayrılan yürek insanı Nuri Pakdil. Adem Efe bir yazısında “sükût suretinde klas duruşlu bir tavır adamı” diyordu. Ne de güzel oturmuştu bu söz onun üzerine.

                Asım abi, o da ölümü Bülent parlak gibi çağıranlardandı. Daha hayatının ilkbaharında 45 yaşında dur dedi zamana. İz yayınlarından çıkan “alışmak ölümüne karşı” eseri alıştırmadı bizi onun ölümüne. Hasretimizi kesmedi kesemedi. Arif Ay Asım Gültekin’e ithaf ettiği bir şiirinde şöyle diyor;

“saltanata gerek yok

geleceğim bir gün Allah’ım

“seni seviyorum” demeye

sevgilerimi emanete bıraktım

acılarımla Allah’ım”

                Hayatını İslam davasına adamış, ömrünü diriliş davasını anlatmakla ve yazmakla geçirmiş bir mütefekkir,  dava adamı, dirilişi şairi Sezai Karakoç. Tüm gönül erleri gibi, tüm şairler, tüm erenler gibi, bir Leyla vardır onun dünyasında nihayeti Mevla olan. Şöyle der üstad;

Bütün şiirlerde söylediğim sensin

Suna dedimse sen, Leyla dedimse sensin

Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım

Salome’nin Belkıs’ın

Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikârsın bellisin.

(zamana adanmış sözler, s.432)

Bütün meselesi müslümanca yaşamak olan dava adamı, mütefekkir, düşünür, şair Rasim Özdenören. Maraş’ın güllerinden, güzellerinden. Yedi güzel adamın ağır abisi. Saadettin Acar onun için diyor ki; “Adeta tövbe etmeye bile geç kalmış bir toplumun günahlarının kefareti olsun diye yazdı, yazdı, durmadan yazdı” “Müslüman, çağın gözüyle İslâm’a bakmaz! İslâm’ın gözüyle çağa bakar” sözü bile onun duruşunu tek başına özetleyecek niteliktedir. Duruş insanı, güzel insan.

                “Yeryüzündeydi, bugünkü gündeydi, şimdinin meseleleriyle ilgiliydi konuştukları. Fanusta, sırça sarayda değil, yaşamın kalbinin attığı yerdeydi konuşmaları ve duruşu.” Diyor Sibel Eraslan Ömer Tuğrul hoca için. Onun dar-ı bekâya göçüşü üzerine Nurullah Genç “Duruşu ve tüm varlığıyla bir beylerbeyini, bir yiğit insanı, bir fikir pehlivanını, öfkeyi kibarlaştıran bir adamı, devrimizin bir irfan akıncısını, hikmet peşinde bir bahçıvanı kaybettik” mesajını yayınlamıştı.

“Rabbim

Çok yenildik yetmez mi

Bir bankanın önünde bir koltuğun altında

Bir ziyafetin ortasında, bir günahın tenhasında

Büyütüp durduk siyahı”

Diyordu Mevlana idris bir şiirinde.  “Nahif ve nezaket sahibi ve tam anlamıyla da çelebi bir şahsiyetti” der Mustafa Akar onun için. O da baki sevgiliye hasretti erkenden gitti.

                …ve bir dost. Gönül insanı, ölüme âşık, dünyaya gıcık, kargaların kara yazgısına inat seslerini şiire edebiyata aşka hayata katan güzel insan Bülent Parlak.

                Bülent kardeşim o kadar çok ölümü anıyordu ki adeta çağırıyordu kendine. Gecikme, uzatma dünya sürgünümü benim, Sevgiliye kavuşmak ister bu can, firak can yakar gel diyordu yazılarında şiirlerinde söyleşilerinde hatta duruşunda. Ağır, hüzünlü bir duruşun güzelliği vardı simasında.

                Yalnızlığın İcadı adlı kitabının giriş cümlesi başlı başına bir kitaptı zaten. “İlahi adaletin sağlanması için içimizden birilerinin haksızlığa uğraması gerekiyordu. El kaldıran ben oldum.” diyordu. Necip Fazıl Kısakürek’in “Zaman bendedir ve mekân bana emanettir! Şuurunda bir gençlik… Kim var denildiğinde, sağına ve soluna bakmadan, fert fert  “ben varım” diyen gençlik.” Dediği gibi üstadın yolunda tereddütsüz ben varım diyen bir şairdi Bülent Parlak.

                “Ne kadar geç kalırsak kalalım, hepimiz kıyamete yetişeceğiz” demişti Yalnızlığın İcadı kitabında. Sanki yaşadığı her dakika ile geç kaldığını hissediyordu sevgiliye. “Hepimiz Ölecek Yaştayız” slogan olmuştu hepimizin diline. Evet, hepimiz ölecek yaşta idik. O da izdiham ailesine miras olarak bıraktığı bu slogana sarıldı ve sevgiliye kavuştu. Kıyamete gecikme telaşı vardı sanki. “kıyamet kopma ihtimaline karşı abonelik işlemleri yapılmamaktadır” diyecek kadar hassas kendi kıyametine bir an önce kavuşmayı istemek kadar uzak dünyadan.

Dünya gerçekten sevmedi onu. Karşılıklı imiş duygular. O da zaten dünyayı sevmiyordu. Emanet gibi duruyordu sanki. Gittiği her yere veda eden bir yolcu edası her yazısında ölüme davetiye cümleler.

“çoğu zaman delirmek için yaşıyorum ben. Yaşamak başlı başına bir yük.” Diyordu yine bir satır arasında.

                “Pencere kenarında sizi bekleyen kimse yoksa istasyonlara artık uğramasa da olur trenler.”  (yalnızlığın İcadı, sh.88)

                Şimdi seni pencere kenarında o kadar çok bekleyen var ki kardeşim. İzdiham öksüz, Üsküdar yetim, kargalar kimsesiz, yaren sensiz, yârin sensiz. Sevenlerin şiir aralarında arıyor yokluğunu. Hani bir seferinde “Grafiker âşık olduğu için kapak yapılamadı” demiştin de en güzel kapak olmuştu bu. Şimdi biz “Bülent Parlaksız izdiham olmuyor” diyoruz. Şaka yaptım dersin de döner misin ki bir gün?

                “Hayatımda ilk il dışına çıkışım çocukluğumda Kırıkkale’ye oldu” demiştin. Son il dışı ziyaretin de Kırıkkale’ye oldu. Ahh insanoğlu! Bilmemek de kader. Daha başka neleri bilemiyoruz ki? Bütün gayretimize rağmen buluşamadık Kırıkkale’de. Bekliyorum dedin İstanbul’a. Şöyle Üsküdar’da bir çay bir de cıgara. Pek bir severdin.

                Bir Ramazan günü İstanbul’a düştü yolum. Akşam iftardan sonra Bülent kardeşimle bir çay iyi gider dedim. Şöyle Üsküdar’da, kız kulesine nazır. Sonra hep huzur bulduğum Yeni Valide Camiinde teravih, günü bitiririz dedim.

Sakarya civarında telefonum çaldı. Çiğdem hanım telefonda ağlıyordu. Bülent abi… Bülent abi dedi. Bir gün sonra yeni valide camiinde musalla taşında idin. “ Şaka mı bu dedim” ? “Etme Allah aşkına. İftarda çay içecek burada teravih kılacaktık nereye gidiyorsun” dedim. Vakur duruşunu hiç bozmadın. Ben baktım sen bakmadın, çay sözün vardı dedim konuşmadın.

                Sevgili huzursuzluğum kitabında “biraz geç kalsam vaktinde gelmiş sayar mısın?” diyordun. Ben de o gün kulağına eğilip hatırlatmak istedim bu cümleni. Gücüm yetmedi kalbime. Biraz geç gelmiştim. Bir gün öncesi bile kurtarıyordu olmadı. Yine sen diyordun “insan sevdiğine son kez bakamaz” diye. Sen bu kadar sevdiğine neden yaptın bunu? Son kez baktık sana -sana bakamazdık zaten-  tabutuna.

                “Aniden gitmek muhteşem bir şeydir. Daha muhteşem olanı ise asla geri dönmemektir.” Ah be kardeşim! Bizim bilmediğimiz ne biliyordun sen. Aniden gittin tam da dediğin gibi. Ne yani geri dönmeyecek misin şimdi? Oysa sen annene diyordun; “Anne abartma ölümü, arada çık gel” abartma kardeşim arada çık gel soframıza. Her beldede senin sofran kuruluyor. Sevenlerin seni bekliyor o sofralara. Hep başköşede yerin. Hadi artık abartma sen de. Arada çık gel.

                Bir bardak çay alacağımın hepsi, korkma hadi gel.

İZDİHAM