30 Nisan 2024

Tuğba Uygun, Tek Başınaydı Kadın

ile izdihamdergi

Büyük bir kaçışın kararsızlığındaydı kadın. Yaşama dair bilgilerinin rahatlığı, bilmediklerinin korkusu ile çatışıyordu. İnsan; konforundan uzaklaşmamayı nasıl öğrenmişti? Tüm yenilikleri keşfedenler, buna nasıl cesaret göstermişlerdi?  Neden ‘Küçük Kara Balığın’ mücadelesine bunca muhalif insan vardı?

Aklında çok fazla soru vardı… Ve cevapsızdılar… Çok isterdi sabah huzurlu bir eve uyanıp, ailesi ile neşe içinde yaşamayı. Ama bu imkânsızdı. Sabahın erken saatlerinde başlayan huzursuzluklar sadece gün içinde devam etmekle kalmıyor, ömrüne sirayet ediyordu. Yorulmuştu… Tüm yaşamı böyle mi sürecekti. Kardeş, abi, anne, baba… Kadının kendisi neredeydi? O kadar dar sınırlar içine hapsedilmişti ki okumasına dahi izin verilmemişti. Ailesine göre her okuyan ve çalışan kadın itaatkâr olmazdı. 

Annesinin bunca itilmişliği kabul edişini hiç anlayamıyordu. Bu duruma ses çıkarmamasının sebebi çaresizlik miydi? Kendi yaşamı üzerinde başkalarının karar verici olması korkunçtu. Farkına vardığı günden bu yana kendisine, annesi gibi olamamak için söz veriyordu. Alışılan düzene direnecek ve arzuladığı yaşamı kuracaktı.

Tüm bu sorgulamalar ile ilgili sahneler; aklının sınırlarını oluşabilecek senaryolarla zorluyorken, kapıya vurulan sert sesle irkildi. Geç kalıp azar işitmemek için hızla açtı ve Abisi yine suratsız, öfkeli ve bezgin bakışlarıyla, “Hadi git de sofrayı hazırla” dedi. İçeri adım atar atmaz sıcacık pide kokusu yayıldı etrafa, o an çocuk kadının gözleri doldu. Oysa “hoş geldin” diyerek, “hoş bulunmayı” umuyordu sadece. 

Yutkundu kadın… 

Mutfağa sofra hazırlamaya giderken; içindeki karmaşa evdeki seslerle karışınca çıldıracağını hissetti. Bu ev gittikçe boğuyor, nefessiz bırakıyordu… Sakin hiçbir köşesi yoktu. Herkes hep kızgın ve öfkeliydi hem birbirlerine hem de hayata. Annesi, kardeşine olur olmaz beddualar ediyor, babasına söyleniyordu… Babası onu umursamadan televizyondaki bir futbolcuya küfürler ediyor, abisi “Nerede kaldı lan bu yemek!” diye bağırıyordu.

Kalakaldı kadın… 

Allah’ımmmm! Allah’ımmmm! Ben ne yapacağım dedi. 

Ruhunun nefessizliğini hissediyordu. Gitmeliyim dedi… Evet, evet gitmeliyim… (Kendisinin bile duymakta zorlanacağı bir sessizlikle…) Gitmeliyim…

Tek başındaydı… Kalabalık bir ailesi olmasına rağmen yıllardır kimsesi yok gibiydi. Yalnızlık çoğaltır mı insanı? Belki de en iyi yalnızlar birbirini anlayabilirdi.

Henüz ilkokula giderken annesinin saçlarını taramasını çok istediğini hatırladı, sonra babasının onunla hiç konuşmaması acıttı canını. Arkadaşları aileleriyle eğlenirken onlar hep köyde tarlada çalışırlardı. Onu üzen çalışmak değildi. Herkesin birbirine olan öfkesini hiç anlamadı. Peki bu kadar hiçe sayılmışlık içinde nasıl var olacaktı? 

Gitmeliydi evet…

 Ama nereye ve nasıl?

Kurtuluşu için bir yol bulmalıydı. Evlilik tüm bunlara çözüm olur muydu? Annesi gibi eşinin baskılarına susan birisi olmak istemiyordu ama bunu nasıl başaracaktı. Evlilik nereden çıkmıştı şimdi?

Geçenlerde komşuları annesine anlatırken duymuştu. Kardeşinin oğlunun ne kadar iyi birisi olduğundan, işinin, evinin, arabasının olduğundan bahsetmişti. Hatta annesine kızmıştı, “Kocaman kız oldu turşusunu mu kuracaksınız söyle işte kocana da gelip isteyelim” diye. Bu konuşmaları hatırlayınca sorular daha da çoğaldı…

İyi koca nasıl olurdu ki? Kötü alışkanlığı yoksa iyi mi demekti. Abisinin de kötü alışkanlığı yoktu ama iyi de değildi. Bu zor sualin cevabını nasıl anlayacaktı? Zihni öyle baskı yapıyordu ki zonkluyordu şakakları… 

Elini yüzünü her yıkadığında, içine akıttığı yaşları gizliyor gibi hissediyordu… Suskundu… Bir o kadar konuşkan içten içe… Bu çelişkiler ne zaman sakinliği kucaklayacaktı? 

Evlenmeliydi… Evet, tabii! Belki kurtuluşu buydu. Hem o zaman bu kadar çok insan yerine sadece kocası olurdu. Evi, eşyaları olurdu renk renk… Gündüzleri eşi işe giderdi o da sakince eviyle ilgilenirdi… Böyle olurdu değil mi tüm evlilikler? Neden kendi ailesi böyle değildi? 

Kaçmaya çalıştığı bu ateşten daha yakıcısına denk gelirse ne yapacaktı… Bilmediği sokaklara kaçıp nefes nefese kalana kadar koşmak, bağırmak ve haykırarak ağlamak istiyordu tüm suskunluklarını… Belki o zaman susardı içindeki kadın… 

Ruhunu görmeyen gözlerin, bedenini eleştirmelerini umursamayarak tüm kıyafetlerinin yüklerini atmak istedi üzerinden. Çırılçıplak bir direnişti bu! 

Sahipsiz duruşların sesi olamaya niyetlenerek yürümek istedi sonunu düşünmeden… Çok’lara karşı tek’lik mücadelesini yüklediği saçlarının kokusu, titreyen ellerine dolandı ve yaşlar içinde kalakaldı kadın…

İZDİHAM