Reyhan Yılmaz, Tramvay
Çok yol yürüdüm. İstemeden yürüdüğüm yollar oldu. Gideceğim yere gitmemek için uzatıp dolandığım yollar.. Adımlarımı bulutları üstünden atar gibi; suyun üzerinden akar gibi gittiğim yollar. Amaçsız, sakin adımladığım bezgin bir yaz ikindisi gibi uzayan yollar. O akşam tramvay yolundaki kaldırımda yürürken hissettiğim şey bunlar değildi. Gitmemem gereken bir yolda değildim. İçimdeki savaş doğruyla yanlışın savaşı değildi. Savaşmaktan yorulan bir cesedin sigara molası gibiydi. Hayır, başladım sayılmaz. Arada masada duran pakete gidiyor elim. Kokusunu seviyorum. Sana babamı anlatmış mıydım? Evet. Rüzgâr kokusu ve deri mont ve sigara. Anlattım. Avuç içlerimi kokladığımı her sigaradan sonra.. Sana anlatmak ne kolay.. Mutlu çocuklara anlatılan mutsuzluklar, havada asılı kalıyor, ne güzel. Gidip çöreklenmiyor kimsenin omuzlarına. Bir türlü gidip göremediğin bir filmi dinler gibi dinliyorsun beni, ne güzel. Acıma acımadan, acımla alay etmeden, şifa vaat etmeden, bir filmi dinler gibi dinliyorsun sen.
Şu ağaç iki ay önce pembe çiçekler açmıştı. Ben altındaki masada oturmuş; hiç gelmeyecek bir adamı beklemiştim. Kahve içip fal kapatmıştım kendime. İçim kabarmıştı. İki vakit içinde ağaçlar çiçeklerinden vazgeçip meyveye duracaktı. Bir yabancı geliyordu uzaktan, birini mi bekliyordum? Evet. Hayır. Ağaçların vazgeçişini kutsayan yağmurlar yağdı günlerce. Haftalarca. Bekledim. Biliyor musun bu yolu daha önce de yürüdüm. Başka bir hikâyede. Yazar beni o günlerde daha sık yürütürdü. Sürekli dinlettiği bir şarkı vardı. O şarkıyı dinleye dinleye yürümüştüm. Hava soğuk olmalı ki kırmızı beremi hatırlıyorum. Ve çıplak ağaçları.
Çıplak ayak bileklerime ıslak çimenler dolana dolana parka girdim. Ağacın altındaki masaya oturdum. Bir sigara yaktım. Hayır başlamadım.
Karşıdan gelişinde insanın içindeki çiçekleri döküp meyveye durduran bir sıcaklık var. Yerimden kalkıp sana doğru yürüdüm. Dünyanın en tabii en sıradan gelişmesiymiş gibi sarıldık. Bir cesedin yorulup toprağa uzanması gibi uzanmak istedim yanında. Sızlayan gözlerime serin toprağı sürer gibi sürmeni istedim ellerini. Dünyanın en tabii en sıradan gerçeğiymiş gibi.
Çay söyledin. Nereye bakıp duruyordum, ne düşünüyordum, çok beklemiş miydim? Çocuk merakıyla soruyorsun ne güzel. Kopasıca başımın, benim güzel başımın içinden geçenleri merak ediyorsun, ne güzel. Ne güzel endişeleniyorsun. Mutlu büyüyen çocuk endişeleri bunlar. Son arabanın saatini merak ediyorsun mesela. Telefonum yine şarjı bitip kapanabilir diye uyarıyorsun. Evet, şarj cihazını aldım yanıma. Korkma. Her halükârda kopasıca başımın çaresine bakabileceğimi bilmiyorsun. Düşünmüyorsun. Birileri seni hep düşünmüş, ne güzel. Birileri seni hep sevmiş.
Diğer masalarda oturanları izliyorum, seni izlememek için. Bunu sana söyleyemem. Bir ölünün yorgun gözlerine toprak atar gibi ellerini yüzüme sürmek istediğimi de söyleyemem. İnsanları izleyişim de meraklandırıyor seni. “Hikâye topluyorum.” Diyorum. Sana da öğretiyorum oracıkta. Gördüğümüz her insana bir hikâye uydurmaya başlıyoruz. “ Bu adam gelirken büfeden sigara almış. Büfedeki adamla ne konuşmuşlar? Çıkarken kapıda kiminle karşılaşmış?”
“Beni de yazacak mısın?” diye sordun. “Tabii ki.” Dedim. Dünyanın en tabii, en sıradan gelişmesiymiş gibi. “Hatta adı tramvay olur.” Dedim gülerek. Sen gülmedin. Bütün mutlu çocuklar gibi çabuk mutsuz oluyorsun. Olma. “Şu ağaç,” dedim, “İki vakit önce vazgeçti çiçeklerinden.”
Anlamadın, biliyorum. Sorma. Ellerini uzatsana, gözlerimin sızısından odaklanamıyorum dünyaya.
İZDİHAM
” İki vakit önce vazgeçti çiçeklerinden… ”
Ama yeniden başladı…
Bilmiyorum sanırım boşluğuma denk geldi ya da doluluğuma, ağlattı beni bu yazı. Üstelik uzun zamandır da ağlamıyor değilim.
cin alinin kara gözlü koyunu tadında, benzetme bulacağım derken neyi neye benzeteceğini şaşırmaların arasında, devşirme kelimler yığınları ortasında, özgün olmalıyım telaşıyla benzer cümlelerin etrafında dolana dolana bir sayfa yazıp hiçbir şey anlatmamak.
biride ağlamış neye ağladın hiçliğe ne var burada hiç, hangi trajedi hangi drama seni ağlattı bilmiyorum ağladım işte, iyi de neye, kuzum siz şaşırmış çokça da aklınızı kaçırmışsınız.