2 Mayıs 2017

Mahmut Dilmaç, Sadık Hidayet’in Diri Gömülen’inden Seçti

ile izdiham

 

Sadık Hidayet Kimdir?
Modern İran Edebiyatı’nın önde gelen düzyazı ve kısa hikâye yazarı.

Hayatı

17 Şubat 1903 tarihinde Tahran’da dünyaya geldi ve bu kentteki Fransız Lisesi’nde eğitim gördü. 1925 yılında eğitimini sürdürmek amacıyla Avrupa’ya gitti. Bir süre diş hekimliğine ilgi duyduysa da mühendislik okumak için diş hekimliğinden vazgeçti. Fransa ve Belçika’da geçirdiği dört yılın ardından İran’a döndü ve kısa sürelerle çeşitli işlerde çalışır.

Sadık Hidayet sonunda tüm hayatını Batı Edebiyatı çalışmalarına ve İran tarihi ile folklorunu araştırmaya adadı. En çok Guy de Maupassant Çehov Rilke E.A. Poe ve Kafka’nın eserleriyle ilgilendi. Hidayet birçok hikâye kısa roman iki tarihi dram bir oyun bir seyahatname ile bir dizi yergili komedi ve taslak kaleme aldı. Yazıları arasında ayrıca birçok edebiyat eleştirisi İran folkloru ile ilgili araştırmalar ve Orta Farsça ile Fransızcadan yapılmış çeviriler yer alır. Sadık Hidayet İran Dili ve Edebiyatını uluslararası çağdaş edebiyatın bir parçası haline getiren yazar olarak kabul edilir.

Sonraki yıllarda zamanın sosyo-politik problemlerinin de etkisiyle İran’ın gerilemesinin sebebi olarak gördüğü monarşiye ve ruhban sınıfına yoğun eleştiriler yöneltmeye başladı. Eserleri aracılığıyla bu iki kurumun suiistimallerinin İran milletinin sağırlığının ve körlüğünün sebebi olduğunu gösterme çabasına girdi. Çevresine özellikle de çağdaşlarına yabancılaşan Hidayet son eseri Kafka’nın Mesajı’nda ancak ayrımcılık ve baskı sonucunda yaşanabilecek bir melankoli umutsuzluk ve ölüm halinden bahseder.

Sadık Hidayet’in en tanınmış eseri 1937 yılında Bombay’da yayımlanan Kör Baykuş‘tur.

Beethoven ve Çaykovski dinlemeyi seven ve afyon tiryakiliği bilinen Sadık Hidayet resimle de uğraştı. Günümüze kalabilen resimleri Hassan Qa’emian tarafından bir araya getirildi. Kimileri bu eserlerde sanatsal bir değer bulmazken kimilerine göre de bunlar geleceğin resimleridir.

Ölümünü yirmi beş yıllık arkadaşı Bozorg Alevi şöyle anlatır: “Paris`te günlerce havagazlı bir apartman aradı Championnet caddesinde buldu aradığını. 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerin kalıntıları yanı başında yerde duruyordu.”

Yılmaz Güney`in de yattığı Père Lachaise mezarlığında gömülüdür.

1930’da İran’a döndükten sonra yazdığı ilk öykü kitabı olan “Diri Gömülen”’de hayatı boyunca onun en belirgin özelliği olacak olan ölüm saplantısını ve hayata ve anlaşılmaya dair bütün çarpıntılarını oldukça karamsar bir üslupla dile getirir.

“Hiç kimse anlayamaz, hiç kimse anlamayacak. Her taraftan çıkmaza düşen kimseye “al başını, git geber” derler. Ancak ölüm insanı istemediği zaman, ölüm de insana sırt çevirdiği zaman, gelmeyen ve gelmek istemeyen ölüm…!”

Diri Gömülen’ sıkı bir öyküler derlemesi. Yazar’ın 1929 ile 1930 yıllarında Paris ve Tahran’da yazdığı dokuz öyküden kitaplaştırılmış. Y.K.Y. bu eseri Türkçeleştirmiş… Eseri Türkçeye çeviren Mehmet Kenar, Sadık Hidayet’in bu güzel öykülerini okumamızı sağlamıştır.

Diri Gömülen
Şaşırılmayacak üzere bu hikâyenin de konusu intihardı. Yalnız hayattan inanılmaz bir bunalım, intihar ve bıkkınlık söz konusu.

Hacı Murad
Kadın-erkek ilişkilerini ve İran’da kadının durumunu yine göz önüne seren bir hikâye bu. Burada bir adalet makamı olması dikkat çekici. Genelde böyle makamlar kadınların tarafında olmaz malumunuz.
Fransız Esir
Savaşın iki farklı yüzünü gösteriyor aslında. Her şey anlatıldığı gibi olmayabilir.
Kambur Davud
Maalesef fiziksel özellikleri yüzünden insanları kırıp, küstürüp hayatla bağlarını zedeleyenler var. Yalnız bir adam Kambur Davud.
Abacı Hanım
Kıskançlık, ezik hissetme, aşağılık duygusuna kapılma Abacı Hanım’ın sonunu getiriyor. Biraz farklı bu karakter.
Ölü Yiyenler
Öldüğünü düşündükleri kocalarının arkasından konuşan iki kuma ve şaşırtıcı sona sahip bir hikâye.
Hayat Suyu
Hz. Yusuf hikâyesinin halk arasında gezen masal hali sanıyorum bu hikâye. Okurken kötünün yenildiği iyinin kazandığını bildiğiniz garip bir keyif alıyorsunuz.

 

 

Kitaba Dair Düşüncelerim

 Diri Gömülen ve Hayat Suyu hikâyeleri dışında diğer hikâyeler beni pek tatmin etmedi. Özellikle Diri Gömülen hikâyesi beni çok etkiledi. Bilmiyorum hayatıma direk sirayet ettiği için mi ya da hayatım buna dair olduğundan mı benim çok hoşuma gitti. İnsan kendinden kaçamaz, yazgısından kaçamaz. Ne yaşaması gerekiyorsa onu yaşayacaktır. Sadık Hidayet “Şimdi artık elinden kaçamam, kendimden kaçamam. Kısacası ne yapılabilir? Yazgım benden daha güçlü.” diyor.  Yazarın buhranlı dönemi kitaba nakletmiş. Yazarın, yalnızlığı ve ölme isteği bunun bir belirtisi olduğunun kanısındayım. Her ne kadar diğer hikâyeler güzel olmasa dair bazı cümleler kafanızı ve içinizi delebilir ve bu da bir kitabın kaliteli, yazarın gücünün göstergesi olduğunu düşünüyorum.

 

 

Kitapta Altı Çizili Cümleler

 “Kalkıp pencereyi açmak istiyorum. Fakat aşırı bir tembellik beni yatağa çivilemiş. Sigara içmek istiyorum; canım çekmiyor. On dakika geçmedi, uzayan sakalımı tıraş ettim. Gelip yatağa düştüm. Baktığım aynada hayli süzülüp, zayıfladığımı gördüm. Göçbela yürüyorum. Oda karma karışık, bense yalnızdım.”(s7)

“Kafatasımı açıp, bütün bu gri yumuşak kıvrım kıvrım yığını çıkarıp uzağa atsaydım, bir köpeğin önüne atsaydım, ne iyi olurdu! Hiç kimse anlayamaz. “(S8)

“Hiç kimse anlamaz. Hiç kimse anlamayacak. Her taraftan çıkmaza düşen kimseye “Al başını ve git geber” derler. Ancak, ölüm insanı istemediği zaman, ölüm de insana sırt çevirdiği zaman, gelmeyen ve gelmek istemeyen ölüm!..” (s8)

“Herkes ölümden korktuğu halde, ben yaşadığım için kendimden utanıyorum.”(s8)

“Herkes çocuğun mutlu olduğunu zanneder. Hayır, çok iyi hatırımdadır. O zamanlar çok daha hassastım; hem taklitçi, hem kurnazdım. Görünüşte gülüyor ya da oynuyordumsa da, içten en küçük bir dil yarası, bir iğneli söz ya da en küçük sevimsiz ve saçma bir olay, saatler boyunca düşüncelerimi işgal ediyordu ve ben kendimi yiyip bitiriyordum. Aslında bu doğanın ölü yıkayıcısı, beni alsın götürsün. Cennet ve Cehennem kişilerin içindedir diyenler haklıdır. Kimileri dünyaya mutlu olarak gelir, kimileri de mutsuz.”(s9)

“Geleceğimle kumar oynamak istiyordum.”(s10)

“Hiç kimse intihara karar vermez. İntihar bazılarına mahsustur. Onların yaradılışında vardır. Herkesin yazgısı alnına yazılmıştır. İntihar da bazı kimselerle birlikte doğmuştur. Ben, yaşamı sürekli alaya aldım. Dünya, tüm insanlar, gözümde bir oyuncak, bir rezillik, boş ve anlamsız bir şeydir. Uyumak, bir daha uyanmamak istiyorum, rüya görmekte istemiyorum.”(s16)

“Hayır, ben tembel biriyim. Yanlışlıkla dünyaya gelmişim. Bürün planlarıma göz yumdum. Aşktan, şevkten, her şeyden kenara çekildim. Artık ölüler sınıfından sayılıyorum.”(s17)

“Fakat neden ölüm naz yaptı. Niçin gelmedi? Niçin işime gidip huzura kavuşamadım?”(s18)

“Yazmak istiyorum ama ne yazacağımı bilmiyorum. Ya yazacak konum yok ya da yazamayacağım kadar çok. Bu da bir talihsizlik. Bilmiyorum, ağlayamıyorum.”(s22)

“Ne yapılabilir? Yazgım benden daha güçlü.”(s23)

“Sahi bir gün önce kardeşindeydim. Senden söz açıldı. İran’dan gönderdiğin birkaç yeni resmi getirdiler. Baktık. Anımsıyorum; hepsi harabe resmiydi… Ha, onlardan birine ateş tapınağı dediler. Yoksa orada ateşe mi tapıyorlar? Ben senin bulunduğun ülke hakkında, yalnız güzel halıların olduğunu biliyorum. Başka bir şey bilmiyorum. Madem öyle, gördüğün her şeyi bize anlat bakalım. Bilirsin oradaki her şey, biz Parisliler için yenidir.”(s41)

“O dakikada ben ateşperestim. Şimdi benim hakkımda ne istersen düşün. Belki de insanoğlunun zayıflığı ve güçsüzlüğüdür!..”(s43)

“Mesela, böyle süslü püslü kadınlar ortaya çıktığından beri ekmek pahalandı.”(s46)

“ Yüzü, görkemli ve nurani bir haldeydi. Sanki ne çirkin ne güzellik, ne düğün, ne işkence, ne ağlama, ne sevinç ve ne kederin bulunduğu bir yere gitmişti. O, cennete gitmişti.”(s49)

 

 

 

 

Mahmut Dilmaç değerlendirdi.

İZDİHAM