Lokman Baybars, Duyulmayanların Devrimi: Sağır Öğrenciler Nasıl Tarih Yazdı?
Tarih, bazen kelimelerle değil, “ellerin dilinde” yazılır. 1988’de Gallaudet Üniversitesi’nde yükselen işaret dili, yalnızca bir protesto değil, bir varoluş manifestosuydu. Sağır öğrenciler, işiten dünyanın onlara biçtiği “eksiklik” rolünü parçalayarak, sessizliğin içinde bir devrimi haykırdılar:
“Artık bize değil, bizimle konuşacaksınız!”
Tarih, iktidarın dilini konuşmayanların isyanıyla yazılır. Gallaudet Üniversitesi’nindeki protestosu, yalnızca bir yönetim krizinin ötesinde, varlığın tanınmasına dair epik bir mücadeledir. Sağır öğrenciler, işiten dünyanın kendilerine biçtiği “eksiklik” rolünü reddederek, sessizliğin içinde yankılanan bir çığlıkla haykırdılar:
“Biz, kendi hikâyemizin kahramanlarıyız!”
Sessizliğin Felsefesi
Sağırlık, Batı düşüncesinde hep “yokluk” metaforuyla ilişkilendirilmiştir: Platon’un mağarasında gölgeleri gören ama sesleri duymayan mahkûmlar gibi… Oysa Gallaudet direnişi, bu algıyı ters yüz etti. Sessizlik, bir eksiklik değil, başka bir bütünlüktü. İşiten dünyanın dayattığı “duymayan, anlamaz” önyargısı, burada bir varoluş savaşına dönüştü.
“Duyulmamak, yok sayılmaktır” diyordu Sartre. Öğrenciler, işiten başkanların atanmasını reddederek, “Biz, sizin kulaklarınıza fısıldadığınız birer nesne değiliz” dediler.
Foucault’nun iktidarın dili burada çarpıcıdır: Mütevelli heyeti, ASL bilmeyenlerden oluşuyordu. Çünkü iktidar, anlamayarak tahakküm kurar.
Prometheus’un Ateşi: İşaret Dili ve İktidarın Ele Geçirilişi
Öğrenciler, Theodossiou’nun “dilsizlerin isyanı” gibi, bedenlerini bir manifesto haline getirdiler. Kampüsü kapatmaları, “Bu topraklar artık sizin değil” anlamına geliyordu.
Jane Spilman’ın “Sağırlar işiten dünyaya hazır değil” sözü**, Hegel’in efendi-köle diyalektiğinin modern tezahürüdür: İktidar, “Sen bensiz var olamazsın” der.
Elisabeth Zinser’in istifası, Antigone’nin Kreon’a meydan okuyuşu gibiydi: “Yasalarınız değil, ahlakımız kazandı!”
Sinemanın Devrimci Ninnisi: Sesin Yokluğunda Anlam Yaratmak
Guggenheim ve DiMarco’nun belgeseli, sinema tarihinde ilk kez duymanın değil, görmenin merkeze alındığı bir dil yarattı…
Sesin kesildiği sahneler, izleyiciyi sağır deneyimine zorlayarak, “Siz şimdi bizim dünyamızdasınız” dedirtti.
Dudak okuma ve altyazılar, işiten izleyiciyi “öteki” konumuna itti. Bu, Barthes’ın “yazarın ölümü” gibiydi: Anlam artık duyanın tekelinde değildi.
Kolektif Odysseus: Bir Topluluğun Kendi Kaderini Ele Alışı
Gallaudet direnişi, “kimin için, kiminle?” sorusunu sordurdu…
Bridgetta’nın feminizm mücadelesi, erkek egemen aktivizm içinde ikinci bir devrimdi: “Sağır kadınlar, hem işiten hem de sağır erkeklerin mağarasında iki kez tutsak!”
Tim’in “sessiz liderliği”, Lao Tzu’nun “en iyi hükümdar, varlığı unutulandır” sözünü hatırlattı:
Gerçek güç, gürültü çıkarmadan değiştirendir.
Bu protesto, Amerikan İşaret Dili’nin bir devlet dili olarak tanınmasına giden yolu açtı. Ancak daha da önemlisi, “engelli” kavramını yıktı:
“Biz engelli değiliz; siz, bizi anlamayanlar, iletişim engellisiniz!”
Gallaudet, tüm marjinal gruplar için bir manifesto bıraktı: İktidar, “dilini bilmeyenin elinde asla adil olamaz.”
Gallaudet direnişi, tarihin tozlu raflarına “engellilerin mücadelesi” diye değil, insanlığın ortak zaferi olarak kazındı. Çünkü onlar, sadece bir başkanın değil, tüm bir sistemin sağırlığını yıktılar. Bugün, kampüsün kapılarında hâlâ o çelik irade fısıldıyor:
“İktidar, artık kulaklarını kapatama çünkü biz, gözlerinizin önünde bir dil yarattık!”
Yönetmen: Nyle DiMarco
Davis Guggenheim
Sinematografi: Jonathan Furmanski
Müzik: Marco Beltrami ve Buck Sanders
İZDİHAM