10 Mart 2016

Kanat Akkaya, Komünist Superman

ile izdihamdergi

Altı yaşındayken; Superman’ın 1976’da yayınlanan 300’üncü sayısını okurken bir kareye takılır aklı. Bu karede Sovyetler ve Amerikalılar, Superman’ın denize düşen roketi için kapışmaktadır.

Mark Millar kendisine şu soruyu sorar: ‘Ya Superman SSCB’nin olsaydı?..’

Bu soru Mark Millar’ın hayatı boyunca kendisine en çok sorduğu sorular arasına girer o andan itibaren. Kendi deyişiyle ‘14 yaşında yazmaya başladığı, 23 yaşındayken ciddiye alıp bir projeye çevirdiği, 26 yaşında satmayı başardığı ve 33 yaşındayken yazmayı tamamladığı bu hikaye’ nihayet DC Comics tarafından 2003’ün mayıs ayında yayınlanır.

‘Superman: Red Son/Superman: Kızıl Evlat’ adlı hikayeden açıkçası benim haberim yoktu. Superman’ın ilk dönemlerini, hatta tam tarih vermek gerekirse 1950’lere kadarki hikayelerini severim. Sonrasıyla çok ilgilendiğimi söyleyemem.

Fakat ‘Komünist Superman’ hikayesi bana çok ilginç geldi. Hikaye tabii ki gökten zembille inmedi. Oğlak Yayınları’nın üç ayda bir yayınladığı Serüven adlı çizgi roman araştırmaları dergisinde Tanyel Ali Mutlu imzasını taşıyan ‘Yoldaş Süpermen’ başlıklı çok iyi bir yazı okudum.

Mark Millar’ın ‘Red Son’ adlı çok enteresan macerasını (Çizimler Dave Johnson ve Kilian Plunkett’e ait) enine boyuna inceleyen gerçekten çok sağlam bir yazı. Benim burada yapacağım, ancak sizleri Tanyel Ali Mutlu’nun yazısından ve Serüven’den haberdar etmek olacaktır.

Eğer komünist bir Superman olsaydı dünya ne hale gelirdi sorusunun peşine düşmek isterseniz, önce dergiyi alıp bu yazıyı okuyacak, sonra da artık www.amazon.com’dan sipariş mi verirsiniz, yoksa bizzat Teşvikiye’ye gidip ‘Gerekli Şeyler’deki arkadaşlara ‘Bana bu macerayı bulun ne olur!’ diye yalvarır mısınız bilmem.

Ben sadece Mutlu’nun yazısından ve bu yazıyı okuduktan sonra Superman: Red Son’la ilgili olarak internet aracılığıyla bulup okuduğum bazı röportaj ve eleştirilerden derlediğim küçük bilgileri aktarıp ‘Elçiye zeval olmaz’ diyerek pişkin pişkin aradan çekileceğim.

Kripton gezegeninden dünyaya doğru yola çıkan ve Superman’i taşıyan kapsül Smalville, Kansas yerine, Ukrayna’ya düşüyor. Superman, göğsünde orak/çekiç bulunan bir kostüm giyiyor.

Superman, sosyalizme kalpten inanan bir vatandaş olarak yetişiyor. Bu arada kimliğini de gizlemiyor. Yani herkes onun Superman olduğunu biliyor. Stalin’le arası çok iyi…

Superman ABD’ye gitmediği için tarihsel akış değişiyor haliyle. James Olsen Beyaz Saray’da CIA ajanı, Lex Luthor devlet için çalışan bir bilim adamı. Ortada aşık olunacak Supermanita bulunmadığı için, Louis Lane de Lex Luthor’un karısı…

Bu arada Batman de, annesi ve babası KGB ajanları tarafından gözlerinin önünde öldürüldüğü için azılı bir terörist oluyor.

Superman, Stalin’in ölümünün ardından, bütün gücünü açlığı ve adaletsizliği bitirmek için harcamaya başlıyor.

Zamanla, ABD ve Şili (Niye Şili ise artık) bütün ülkeler kendi istekleriyle sosyalizmi seçiyor. Superman, zor kullanarak ABD’yi de alabilecekken, yapmıyor böyle bir hareket. İstiyor ki; gerçeği görüp kendi istekleriyle sosyalizmi seçsinler. Zaten 16 Eyalet sosyalizmi seçiyor… Neyse daha fazla detay vermeyeyim. Alın bir Serüven, okuyun Tanyel Ali Mutlu’nun yazısını…

Türkleştirilen kahramanın el öpme maceraları: Bölüm 2

Badi filminde en sevdiğim sahneyi sizlerle daha önce de paylaşmıştım. E.T.’nin yerli versiyonu olan bu süper filmde, E.T. uzay aracını oto sanayide (atıyorum) toparlattıktan sonra (atmıyorum); çocuklarla vedalaşmaya başlar. Kendi gezegeninde manitasına, anasına, babasına ulaşacak, kolay değil.

O sırada ‘Gitme Badi… Bizi bırakma…’ gibilerden ağlaşan çocuklardan biri gelir ve şap diye uzay insanı Badi’nin elini öper. Bu unutulmaz sahneyi gören zaten unutamaz. Geçen hafta evde Sinema Türk kanalında ‘Süpermen Dönüyor’ filmini seyrediyorum. Bu arada, bir haftaya kalmaz, rüyamda Süpermen’i göreceğime eminim artık…

Neyse, filmde Süpermen, Kripton’dan direkt Türkiye’ye düşüyor. Bir Türk aile büyütüyor. Süpermen’in adı da Clark değil, Tayfun haliyle. Neyse eve geliyor, annesi mutfakta yemek pişiriyor. ‘Babam nerede anneciğim?’ diyor, ‘Salonda evladım’ diyor annesi. Süpermen salona gidiyor (Duvarlarda bütün Türk evlerinde akmakta olan nehri temsilen tablolar filan var tabii) ve babasının elini öpüyor…

Bu arada annesi geliyor, salondaki çeyiz sandığından, dantellere sardığı kripton taşını çıkarıyor filan ama benim aklım yine el öpme sahnesinde kalıyor. Ve bu da ‘Türkleştirilen kahramanın el öpme maceraları: Bölüm 2’ olarak kayıtlarımıza geçiyor…

Bu vesileyle büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin yanaklarından öperim.

Sağolun, varolun!

Kanat Akkaya
İZDİHAM