Feyza Özcan, Bir Gece Bütün Dilenciler Zengin Bütün Teologlar Akıllıydı
Türkiye’de yaşayan hızır yürekli bir adamdı Makuzcbi Zilayh.
Hesaplarına göre 63 yaşında ölecekti.
İçgüdülerine yenilerek 87 yaşında vefat etti.
Her ölüm gibi onun ölümü de erkendi.
Zira kendini zarfa koyup öbür dünyaya postalayan da kendisiydi.
1924 yılının Kasım ayında Mağrip kralının sonuncu çocuğu olarak dünyaya geldim.
Ben Makuzcbi Zilayh. Henüz kabıma sığamadığım çocukluk zamanında belleğimi delip geçen yük kondu omuzlarıma. Gözleri göçükten kalma hüzünle bakan annemin eteklerine yapışacak kadar çocuktum.İnsanlığı kurtaracak görkemli bir sarayda kutsanmış bıkkınlıkla emirler yağdıracaktım.
Beyhude! Şiirden besleniyordum, şiire düşecektim.
Ciddi adamlar devlet yıkıp devlet kurarken zafer türküleri söylemek, saray duvarlarını himmetli sloganlarla onurlandırmak istiyordum.
İkindi vakitleri odama çekilir yazardım. Yazdıkça güçleniyor, yazdıkça dünyaya zahmet veriyordum. Velhasıl yayınevlerinin kapısını aşındıran herhangi bir adam olmak isterken.
Sefertaslarıyla salınarak giden gelinlerden, alnının teri ile ekmek getiren adamlara; zulmeden eşlerden, kızının saçlarını şefkatle tarayan babalardan sorumluydum. Fatma dahil.
Şule Yüksel Şenler, Huzur Sokağı’nı yazmamıştı henüz. Ebeveynler oğullarına Bilal ismini vermemişti. Ve huzur benim sokağımda top koşturmuyordu.
Kitaplarının kırışmasından sinirlenen bir veliahttım ve sadece Fatma’dan sorumlu.
Yemenisinden hiç gözükmeyen saçları için şiirler yazabilirdim çünkü garip bir cesaretle meydan okuyordu detaylarıma. Elimden gecenin karanlığından sıyrılıp içimdeki aydınlığa kurulmasını izlemek geliyordu.
Ben-annemin uzun saçlı, yakışıklı oğlu- tutkuyla çalıyor karşımda mavi gözlü bir dilber varmışçasına ciddiyet takınıyor, sevdiğim kadın Fatma’yı kaçırıyor, çöl aşıyor, kaktüsten kadınıma su içiriyor, kutup geçiyor, öleceğimiz güne kadar mesut olacağımıza yeminler savuruyorduk Sonra düşüncelerimden utanıyor daha içli çalıyordum.
Annem bu halime perişan oluyor ve üzerime okuyordu. Okurken çenesi vücuduna ihanet edercesine açılıp esniyordu. Belli ki nazar almıştım. Ve annem biliyordu ki nazar haktı!
Hayır, damarlarım düğümlenircesine aşıktım
Bir gece Fatma’yı kaçırdım.
Bir gece sadece Fatma’ya çaldım bir daha çalmadım.
Fatma’yla çöl aştık, okyanus geçip istiridyenin ağzından incisini çaldık.
İstanbul Boğazı…Kadınımın boynu gibi, gerdanındaki inci gibi muazzam, tefekkür etmek için eşsiz bir örnekti bu şehir. Bu koca şehirde iş bulup çalışmam gerekti. Venedikli bir tacir değildim üstelik, Ortaçağdan da gelmiyordum. 21.yüzyılın gücü kuvveti yerinde delikanlısıydım sadece. Evlendiğim kadını kölelikten kurtarmış, asil kanımla kadınımı şereflendirmiştim!
Günler geçti, İstanbul bize yaramadı, Fatma başka biri olmuştu. Bu şehir ışıkları, çarpık yapılaşma, boya yapılmış bedenler, Cumhuriyet, dantel oyalar…Dantel bakışlımın yüreğini galebe çalan ne varsa aklını çeliyordu. Fatma veda etme gereği bile duymadan gitti.
Söyleyecekleri vardı susarak anlattı hiçbir şeyi.
Mağrip kralının oğlu olarak gözlerini dünyaya açan adam, ben Makuzcbi Zilayh, gönlümün monarşisine yazdım sadece.
Hurda bir hayatta adına şiirler yazılmadan ölmek istiyorsun
Tamam öl.
Oysa müzeyyen bir kadınsın zinetli sözler duyman gerek
Fatma, bana akrostiş yazdırma
Uyaklı cümlelerle saçmalatmadan gel.
Fatma, saçlarımı ör.
Fatma, şiir okuma canına okuyorsun.
Kredi alıp faize de bulaşmadım Fatma, bak bu ev bizim
Birbiriniz elbisesi olun demiyor mu Allah
Birbirimizin ayıplarını elbise gibi örtmeyecek miyiz
Fatma gel, bütün ayıplarını kuyulara salayım.
Gündüzleri kat kat fondötenlenmiş hayat, geceleri ebleh bir kadına dönüşüyor
Fatma aldanma, bu dualar beni sıyırıp geçiyor görüyorsun.
Paylaşamadığımız ne?
Büyüttüğün kinden gözlerin gözükmüyor
Nasır cümlelerin, yere değdiğinde iç vıcıklatıyor
Ufaktan özledim desem öfkeden saç diplerin morarıyor
Azimli öfken, dur durak bilmiyor
Eski günlerin hatırına bunları söyleyebiliyorum ancak.
Sevdiğim zaman unutmam zaman alıyor, yüzünün kıvrımlarını ezberlememişim iyi ki…
Zafer benim.
Feyza Özcan
İZDİHAM