3 Mayıs 2024

Bir Ayrılık Bir Ölüm

ile izdihamdergi

Anadolu mayasında varlığı en baskın olan birkaç duygudan dem vurmak istiyorum. Büyük Usta Neşet Ertaş’ın bir ayrılık, bir yoksulluk, bir de ölüm derken, muhteşem bir şekilde ifade ettiği yerden başlayalım. Mahallede doğup büyümüş çocukların ahı için, delikanlı gençler, tertemiz kızlar adına böyle bir haykırış gerekliydi. Gerekliydi, çünkü bazı insanlar için, âlemdeki bu uğultunun kulaklarını boğmasına katlanmak, belli birtakım şeylerin varlığı ile kaimdir. Katlanmak kelimesini özellikle Dünya hayatına yakışan bir fiil olarak algılamış olanlar, beni daha iyi anlayacaktır. Zira iyiler ve sevenler için tam bir cehennemdir. Tabii ki şunu da hatırlatmakta fayda vardır. İyi olmak seven olmak gibi haller sıfattır. Bunları çoğu kez kıyafet gibi düşünürüm. Partiye giderken hangisini giyeceğimize karar verdiğimiz bir kostüm gibi. Parti ne peki? Dünya hayatının ta kendisi. Belli bir zaman diliminde var olunan bu geçici parti, bu seyirlik panayır, bu vasat tiyatro. Dünya hayatına bir benzetme yapmak için, her seferinde böyle görsel ve yüzeysel şeyleri uygun buluyorum. 

Allah’tan gelen bütün buyruklarda, Âdem babamızla birlikte geldiğimiz bu yerin, insan için mutlak manada keyif almak, mutlu olmak, tamamlanmak ve tatmin olmak için değildir der. Ayrılığın başladığı yer hayat desek yeri var. Önce yaratandan ayrılan insan için, oldukça acı dolu bir tecrübedir Dünya. Ayrılık ve ölümün bir arada anılmasına en çok sebep olan durumdur. Uluğ ruhlar Dünya’ya gelirken, âlemi ervahta ölürler. Bu hayata gelmek için orada ne varsa ayrılmak gerekir. Daha sonra süreç bizim için sürekli tekrar eden ayrılık hikâyeleri ile ilerlemektedir. 

Anne ile çocuk ayrılığı esaslı bir hikâyedir. Sadece insanda değil, neredeyse bütün canlılarda, onun varlığına sebep olanla gün gelir ayrılık demine girilir. Son kez annesinden süt emen çocuk, sonrasında yaşayacağı acıyı düşünmeden büyük bir mutlulukla yaşamıştır o anı. Ya da babasının cenazesinde tabutun başında duran çocuk doludizgin bir gam rüzgârı ile muhataptır. Ölüm gibi bir hal, doğal olarak beraberinde ayrılık ile gelir. Tıpkı Dünya’ya gelenin, geçmişle alakalı hikâyede ölmüş olması gibi. Annesinden son kez süt emen çocuk için bir sonra ki hale geçince geçmiş artık yoktur. Artık günler bitmiş ve o günlerdeki hal ölmüştür. Bir ayrılık ve bir ölüm gerçekleşmiş olur.

Kendi hallerimiz ve o hallerden diğerlerine geçişlerimiz de esaslı ayrılık hikâyeleri olabilir. Son kez sokakta oynayan çocuk, hiç bilmedi son kez oynadığını. Belki yıllar sonra onu bir eksiklik ya da geçmişten gelen bir tat olarak hissetti. Ergen iken okul başarılarımız ve mesleki telaşlarımızın bizi kaygılarla boğduğu yıllar da, zamanın ezici hükmü altında yok olur. Sonra geriye bir bakarız ki, o günler de geçmiş ve biz o gün ki halimizden ayrılmışız. Yani o ergen gençte ölmüş ve bir sonraki deme geçmiştir. Dem malum farsça an demektir. Hayatın anları ve halleri hepimiz için birtakım ayrılmalarla doludur. Halden hale, demden deme geçmek durumunda kalırız. Hayatın bu yüzü, kesin iktidarını daima sürdürmektedir.

Yol benzetmesini Dünya hayatına çok yakıştırırım. Yol ve yoldaşlar hayatın özetidir. Dünya yolcuğunda çevremizde olan her şeyden ayrılarak devam etmek durumunda kaldığımız aşikâr bir gerçektir. Tek başına çıktığımız bu yolu, tek başına tamamlayacak olduğumuz gerçeğini bilmekte hüzünlü bir konudur. Ölümün soğukluğu ile ayrılığın acısı herhalde kardeştir. Yârinden ayrılan mahzun gönüller bunu iyi anlayacaktır. Kan revan bir ayrılık hüznünde karşımıza hemen ölüm gibi bir şey gelir. Artık yar diye bildiğimiz yoktur. Ölmüştür o hal, bitmiştir oradaki güzel ya da telaşlı anlar. Tıpkı annesinden artık süt ememeyecek çocuk gibi veya son oyunun oynayan çocuk gibi bir mahzun duygu gelir. En çokta zorunluluk denen çelik çarkların ağırlığı bizi üzer. Zira her cesur âşık ayrılmamak için direnmeyi seçecektir. Aşk ispat ister çünkü. Bu tip hallerde bir savaşçı için geri durmak pekte mümkün değildir. Ateşe atılan pervaneler hiç korku duymamışlardır. Tıpkı yârinden ayrılanların çelik çarklarda ezilmekten korkmaması gibi. Tabi ki yolların ayrılması gerekebilir. En doğrusu bu da olabilir. Ancak gerçeği bilmek,  insanın çoğu zaman kayıtsız kaldığı bir durumdur. Hele bir de olabilecekken olmayanlar. Sebebi hiçbir zaman bilinemeyecek o sis bulutlarının ardındaki bitişler. Gönlü bu türden yorgunluklarla bitap düşmüş olanlar için en esaslı acıları bünyeye katar. Onlara vaaz etmekle gam deryasından onları çıkartamazsınız. Leyla ve Mecnunu anlatırken her seferinde şöyle bir noktaya geliriz. Mecnun herkes tarafından desteklenip sevilirken onun için bu durum hiçbir şey ifade etmez. Fuzuli’deki bir pasajda Kays’ın babası şifa bulsun diye onu Kâbe’ye götürür ve nihayet Mecnun yani Kays başını Kâbe’nin kapısına koyar ve Allah’ım ben bu beladan razıyım daha çok gönder der. İşte derin sular buradadır. Kays zaten ayrılığın insana raptolunmuş bir hal olduğunu ve bununla öğreneceklerinin delisidir. Şimdiler de modern çağda insanlar böyle şeyleri sınıflandırmak ve çoğu kere psikoz bir durumla hem dem kılmak eğilimindedir. Ancak kanımca Dünya’nın gidişatında bulunan bütün ayrılıklar hatta bizzat Dünya’ya gelişimiz ve gidecek oluşumuz, ayrılık ve hallerini bizim için çok değerli kılar. Özü ve özeti niteliğindeki bu halleri yaşarken kıymetini bilelim. İnsan olmak, günlük yaşamdan ibaret yaptıklarımız ise zaten Albert Camus’un absürtlük çukurunu haklı çıkartmaz mı? Bu Dünya sahnesi absürt değil tabi ki, her bir parçası bizim için yerleştirilmiş olan bu Matrix’te daha neler göreceğimizi bilmesem de bir ayrılık bir ölüm diyorum. Böyle bir şeyin hakikatini ispatlamaya hiç girmiyorum. Gönlü sevmekten yana kalmış olanlar beni çokta iyi anlayacaktır. Şair İsmet Özel’in de ifade ettiği gibi ‘’Hâlbuki aşk, ne olsundu hayatın mazereti’’ hayata bir mazeret bulacak isek aşkı bire yazarım. Bu bütün iyi kullar için bir beceridir. Lütfedilmiş ve pahası oldukça ağır olan bir incidir. İnci ki derin suların parlak hazinesi. Her ne kadar aynı sularda yüzülse de derinlik farkları bizleri kesiştirmemiş olabilir. Ancak gözünü budaktan sakınmayan avcılar inciyi bulacak olanlardır. Onlar için zaten yaşam denen bu trajikomik sahneler bütününe bir mazeret lazımdı. O mazeret, tabi ki bir dilber gözüne zebun olmak olacaktır. Ancak hal olarak ayrılık, asil ve ilk gün ki gibi tertemiz kalmış bir duygudur. Kavuşmak mı? Kavuşmak ve teskin olmak ve böyle haller yolda olanlar için edepsiz isteklerdir. Bu yola çıkanların hesap kitap işleri ile arası açıktır. Korku ise onlar için dans ettikleri bir gölgedir. Ateş-i suzandan korkar mı İbrahim olan hodri meydan hodri meydan!

İZDİHAM