1 Mart 2016

Atakan Yavuz, İyiler asla özür dilemez

ile izdihamdergi

 “Uluslar arası toplumu, çağdaş siyasetin bir tür Yunan korosu olarak düşünüyorum. Kendisini şimdiye kadar kimse görmemiştir ama arka planda şarkılar söylüyor ve herkes ona eşlik ediyor.”-Trouillot (Aktaran:Wallerstein/ Avrupa Evrenselciliği)

ImmanuelWallerstein, Batı’nın dünyaya yayılmasını haklılaştıran retoriğin kodlarını çözümlediği kitabında*Montesquieu’nun Acem Mektupları’ndan bir cümlenin altını çizer: “Bir insan nasıl İranlı olabilir?” Sömürgeciliğin coğrafi yayılmadan zihinsel yayılmaya evrildiği her dönemde bu soru değişse de özündeki Batı’nın uygarlaşmayı bir türlü becerememiş milletleri sindirmesi ve yok etmesini meşrulaştırmak amacı hiç değişmez. Bu soru bir Batılı için günümüzde şöyle olabilir: “Vay vay. Bir insan nasıl Twitter’a karşı olabilir? Bir insan nasıl evrensel hukuk ilkelerine inanmaz? Bir insan nasıl bilimin üstünlüğüne saygı duymaz? Bir insan demokrasinin sadece sandıktan ibaret olduğuna nasıl inanabilir?” Bu soru o kadar ezici bir sorudur ki cevabı da bellidir aslında. Amaç sömürgeci müdahale olduğu için ve cevap o kadar net olduğu için çabucak asıl amaca gelinir: Bunlara inanmayan bir insan ancak radikal, barbar, geri kalmış, arkaik vb olabilir. Çünkü verili durumda bir “insan” İranlı olamaz. Bir insan Twitter’a karşı olamaz. Olsa olsa insanlıktan, uygarlıktan nasibini almamıştır. Müdahale kaçınılmazdır. Bu sadece ahlaki değil insani bir zorunluluktur da. “Barbarlığa karşı evrensel değerleri” savunmak gelişmiş her milletin tarihi görevidir… En azından 16. yy’dan itibaren insanlık tarihi Batı harici milletlerin bu iktidar retoriğine boyun eğdirilmesinin de tarihidir. Askeri işgaller, katliamlar, iç savaşlar hep bu retorik üzerine bina edilir. Bu retoriğin söylem düzeneğindeki yansımaları ise insan hakları, demokrasi gibi “evrensel” değerlerdir.

Evrensel Bir Hukuk Mümkün mü?

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın Twitter kararındaki “evrensellik” vurgusu bu yüzden diğer sözlerinden ayrılıp başka bir başlıkta tahlili hak edecek kadar önemlidir. Yenilmişlerin hukuku bu “safça kavram” larla kuşatılmıştır. Muktedirlerinbeş yüz yıllık meşrulaştırma retoriğininbu kadar kolay benimsenmemesi gerektiğini, tıpkı yüzeysel anti-kapitalist söylem gibi “bu safça kavram belirlemelerinden vazgeçilmesi gerektiğini insanın daha kültür tarihinin emekleme dönemlerinde öğrenmesi gerekir.” (Weber- Kapitalizmin Ruhu-sy 16) Aztekleri, İnkaları tatlı bir nostaljiye çeviren, Budizm’in ve diğer doğu medeniyetlerinin içini boşaltan biraz da bu kültürel teslimiyettir.

Cahil, Beceriksiz ve Barbar Olmak

1452 yılında, cahil, beceriksiz ve eğitimsiz oldukları için uygar toplumlar tarafından yönetilmesi kaçınılmaz olan Amerikan yerlilerine karşı verilen savaşı “adil” olarak gören İspanyol filozof, teolog ve hümanist Sepulveda’nın sözleriyle 2003 yılında Iraklıları Beyaz Saray’a davet ettikten sonra yaptığı açıklamada kendilerinin Irak’ta kurtarıcı olarak karşılanacaklarına inandığını söyleyen ABD Savunma Bakanı’nın sözleri arasında sadece derinlik farkı vardır. Wallerstein, 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin bu retorik dilin nötr ve ideolojik bir formundan ibaret olduğunu söylüyor. Devamında kurulan Uluslar arası Af Örgütü, Kızılhaç, Sınır Tanımayan Doktorlar  ve diğer uluslar arası STK’ların da bu retoriği renklendiren bir unsur olduğu aşikardır. Yerli entelektüellerin müdahale konusundaki ısrarının ise Beyaz Saray’a çağrılan “göçmen, komprador entelektüellerden” gelmesi, İranlı yazar Hamid Dabashi’ye “Esmer Ten, Beyaz Maske” isimli bir kitap yazdırdı. Wallerstein’ın bir diğer önemli vurgusu da müdahalenin ölçütü. Klasik sömürgeci dönemde bu ölçüt “bir ülkenin ya da halkın Hristiyan olup olmadığı” ise yeni dönemde “onların demokratik (diktatörlük olan bir ülkede yaşamak anlamında) olup olmadığı” şeklinde tebarüz etti.

“Bir İnsan Nasıl İranlı Olabilir?”

Soru, “Niçin müdahale ediliyor?” şeklinde değil de muktedirlerin istediği cevabı alacak şekilde yani -Walerstein’in dediği gibi- “Müdahale etmek kimin hakkı?” şeklinde kurulunca cevap da “güçlü, iyi ve evrensel değerleri benimsemiş olanların” şeklinde oluyor. Siyasi ve ahlaki retorik ise şu şekilde oluşuyor: “Müdahaleciler direnişle karşılaştıklarında daima ahlaki bir doğrulama yolu ararlar; on altıncı yüzyılda doğal yasa ve Hristiyanlık, on dokuzuncu yüzyılda uygarlaştırma misyonu, yirminci yüzyılın sonu ve yirmi birinci yüzyılda insan hakları ve demokrasi.”  Günümüzde ise Twitter ve Facebook, sosyal medya…

Montesquieu’nun sorusu şu soruyu da içeriyor aslında: “Bir İranlı nasıl insan olabilir?” Muktedir retoriğe göre Avrupa-merkezli evrensel değerleri benimseyerek tabii ki. Bunu kim yapacak? Güçlü ve iyi olanlar? Kim istemez iyilerin yanında yer almayı? Elbette sorumluluk sahibi her iyi vatandaş iyilerin yanında yer almalıdır. Bu yüzden “Büyük medyanın ve kurucu entelektüellerin retoriği, politikalarının temel meşrulaştırma aracı olarak evrenselciliğe yapılan referanslarla doludur.” Bunun kıymetinin bilinmemesi inanılır gibi değil! Bir “insan” bunlara nasıl inanmaz? Peki, iyilerin kim olduğuna kim karar verecek? Tabii ki güçlü olanlar. Bu yüzden iyiler asla özür dilemez. Onlardan özür dilenir.

Mısır’daki idam kararlarına bir de buradan bakın. Büyük medyanın ve onun entelektüellerinin ne kadar haklı olduğunu göreceksiniz! İyi bir vatandaş olmanın nelere mal olduğunu ise tarih gösterecek.

*ImmanuelWallerstein-Gücün Retoriği/ Avrupa Evrenselciliği-Aram yay.

Atakan Yavuz, Gerçek Hayat Dergisi

İZDİHAM