17 Şubat 2016

Arthur Schopenhauer, Edebiyat Dergileri

ile izdihamdergi

 

Zamanımızda çalakalem yazmaktan mütevellit oluk oluk mürekkep sarfiyatına ve dolayısıyla gittikçe yükselen beş para etmez süprüntü kitapların seline karşı edebiyat dergileri bir bent, bir set işlevi görmelidir.

Çünkü onların kitapları hatır gönül gözetmeden, doğru ve adil şekilde değerlendirmeleri gerekir, ve [bu sayede] yetersiz yeteneksiz bir yazarın kaleminden çıkma her kitap müsveddesi, [satın almakla] boş bir kafanın boş bir kesenin yardımına koştuğu her çalakalem yazı örneği, dolayısıyla yayınlanmış olan kitapların onda dokuzu acımasızca kırbaçtan [süzgeçten] geçirilmelidir. Böylelikle onlar halkın zamanını çalmak ve parasını aşırmak için yazar ve yayıncının sütre gerisinden el ele verip besledikleri alçak ve haysiyetsiz bir hoşgörüyle bu tür şeyleri cesaretlendirmek yerine yazma hevesini zaptu rapt altına alarak, hilekarlığa ve sahtekarlığa karşı koyarak görevlerini yapacaklardır.

Genellikle yazarlar profesörler veya edebiyatla uğraşan kimselerdir, ücretleri düşük ve gelirleri yetersiz olduğundan bunlar çoklukla paraya ihtiyaçları olduğu için yazarlar. İmdi böylelerinin hedefleri ortak olduğu için çıkarları da ortaktır, birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar ve birbirlerini desteklerler: her birinin mutlaka yekdiğeri için edecek bir çift iyi sözü vardır. Bunun neticesini edebiyat dergilerinin konusunu teşkil eden berbat kitaplarla ilgili övgü dolu ifadelerde görürüz, dolayısıyla onların düsturları şu olmalıdır: “Yaşa ve yaşat!” (Çünki halk yeni olanı okumayı iyi olanı okumaya tercih edecek kadar saftır.)

Acaba çalakalem yazılmış en değersiz süprüntüleri hiçbir zaman övmemiş, kusursuz olanı hiçbir zaman yermemiş veya karalamamış, ya da insanların dikkatini başka bir yöne saptırmak amacıyla çeşitli meziyetleri olan bir eseri tilki kurnazlığıyla önemsiz diye geçiştirmemiş olmakla övünebilecek birisine rastlanmış mıdır, böyle birisi var mıdır? Her zaman öne çıkarılacak kitapları dostların tavsiyesine, yandaşların hatırına, hatta yayıncıların verdiği rüşvete binaen değil, önemleriyle mütenasip olarak büyük bir dürüstlükle ve titizlikle seçmeyi hedefleyen bir dergi var mıdır? Fevkalede övgüye mazhar olmuş veya şiddetle eleştirilmiş bir kitapla karşılaşır karşılaşmaz bu konuda bir acemi olmayan herkes neredeyse mekanik bir şekilde dönüp yayıncı şirketin ismine bakmaz mı? Kitap eleştirileri halkın hayrına olacak yerde genellikle yayıncıların ve satıcıların menfaatleri için kaleme alınmaz mı?

Eğer böyle olmayıp da sözünü ettiğim türden bir edebiyat dergisi olmuş olsaydı o zaman her kötü yazarın, her beyinsiz derlemecinin, başkalarının kitaplarını araklayan her fikir hırsızının, gözü başkalarının makamlarında olan her yetersiz, kabiliyetsiz filozof taslağının, kurumundan geçilmeyen her renksiz soluksuz şair müsveddesinin yazma arzusuyla yanıp tutuşan parmakları, sefil ve beceriksiz karalamalarının yayınlanır yayınlanmaz kaçınılmaz olarak çıkarılacağı böyle bir teşhir direği tehlikesi karşısında felç olurdu. Bu, kötü eserlerin sadece faydasız değil, aynı zamanda kuşku duyulmaz biçimde zararlı da olduğu edebiyat için gerçek bir kazanç olurdu. İmdi kitapların çoğu kötüdür, ve çoğunun hiç yazılmamış olması gerekirdi; dolayısıyla şimdilerde eleştiri şahsi mülahazaların etkisi altında ve accedas socius, laudes lauderis ut absens1 düsturu doğrultusunda ne kadar az ise övgünün de o kadar az olması gerekir.

Toplumda her köşe başında rastladığımız ahmak, beyinsiz insanlara karşı zorunlu olarak gösterilen hoşgörünün edebiyatı da içine alacak şekilde genişletilmesi kesinlikle yanlıştır. Edebiyatta böyle kimseler davet edilmediklere yere izinsiz giren küstahlar ve ukelalardır, ve burada kötü olana fırsat vermemek iyi olan için bir ödevdir, çünki kötü olanı göremeyen kimse iyi olanı da göremez. Genel olarak ifade etmek gerekirse kökünü toplumsal ilişkilerde bulan nezaket edebiyatta yabancı ve çoğu kez oldukça zararlı bir unsurdur, çünki o kötüye iyi denilmesini talep eder, dolayısıyla bilim ve sanatın hedeflerinin doğrudan hasmıdır.

Tabiatıyla benim görmek istediğim türden ideal bir edebiyat dergisi bozulması imkansız bir dürüstlükle nadir rastlanır bilgiyi ve daha da nadir olan yargı gücünü birleştirmiş olanlarca çıkarılabilir ancak. Dolayısıyla bütün Almanya bir araya gelse bile böyle bir edebiyat dergisini zor çıkarır; fakat o zaman adil bir Areopagus2 gibi ortaya çıkacak ve üyelerinin hepsi başkaları tarafından seçilecektir. Ne ki bunun yerine edebiyat dergileri şimdi üniversite loncaları veya edebiyat hizipleri, hatta belki de perde gerisinden yayıncılar ve onların satıcıları tarafından kitap ticaretinin yararına yönetilmektedir; ve genellikle iyi eserlerin gün yüzüne çıkıp sesini duyurmasını engelleyen bir geri zekalılar ittifakı hüküm sürmektedir. Bu sebepten ötürüdür ki Goethe bile edebiyat dünyasında tanık olunan sahtekarlığa başka hiçbir yerde tesadüf edilemeyeceğini söylemişti; bu meseleyi Willen in der Natur, §22 “Fizyoloji ve Patoloji”’de daha derinlemesine ele almıştım.

Her şeyden evvel her türlü edebi sahtekarlığın kalkanı, yani isimsizlik veya imzasızlığın [die Anonymität] ortadan kaldırılması gerekirdi. Bu edebi dergilere halkı ikaz edip uyaracak dürüst eleştirmeni yazar ve taraftarlarının öfkesine ve husumetine karşı koruma bahanesi altında sokuldu. Fakat bu türden tek bir duruma karşı, söylediğinin arkasında duramayacak insanın her türlü sorumluluktan sıyrılmasına, veya hatta yayıncıdan maddi bir beklenti içinde, halka kötü bir kitabı tavsiye edecek kadar alçak ve paragöz kişinin utancını gizlemesine hizmet etmekten başka bir işe yaramayacak yüz tanesi olacaktır. Ayrıca bu çoğu kez eleştirmenin anlaşılmazlığını, önemsizliğini, yetersizliğini örtmeye de hizmet eder. İmzasızlığın [dolayısıyla bilinmezliğin] gölgesi altında güvende olduklarını hisseder etmez bu adamların gösterdikleri cüretkarlık ve küstahlığa, ne türden edebi hilelere başvurmayı göze alabildiklerine inanmak imkansızdır. Nasıl ki her derde deva ilaçlar vardır, ister kötüyü övmuş ister iyiyi eleştirmiş olsun önemli değil, bütün isimsiz imzasız eleştirmenlere hitap eden evrensel bir karşı eleştiri de olmalıdır: “Aşağılık herif, senin adın bu! Çünki maske takıp kılık değiştirmek ve saklanıp gizlenmeye lüzum duymaksızın ortada dolaşanlara saldırmak dürüst ve namuslu bir insanın yapacağı iş değildir, bunu ancak alçak, rezil, namussuz kimseler yapar. Bu yüzden senin adın bu: Aşağılık herif!” probatum est3.

Rousseau Nouvelle Héloïse’nin önsözünde diyordu: tout honnête homme doit avouer les livres qu’il publie4. Düz bir anlatımla bu “her dürüst insan yazdığına ismini koyar” anlamına gelir, ve genel geçer olumlu önermeler per contrapositionem tersine çevrilebilir5. Bunun eleştirilerin genel karakteri olan atışma yazıları [polemischen Schriften] için daha da fazla geçerli olduğu izahtan varestedir. Riemer Mittheilungen über Goethe isimli kitabına yazdığı önsözün xxıx. sayfasında söylediklerinde tamamen haklıdır: “Sizinle yüzyüze gelmeyi göze alan açık bir hasım namuslu ve akıllı bir insandır, onunla anlaşabilir, barışabilir, uzlaşabilirsiniz. Buna mukabil yüzünü saklayan gizli bir düşman alçak, korkak bir şerefsizdir, bir eleştirinin yazarı olduğunu kabul edecek cesarete sahip değildir. Onun görüşünün kendisi için bile bir kıymeti yoktur6, onun peşinde olduğu tek şey tanınmadan bilinmeden, yaptıklarının cezasını çekmeden sıkıntısını kusmanın verdiği gizli zevktir.” Bu Goethe’nin görüşü olabilir, çünki o çoğu kez bunu Riemer aracılığıyla dile getiriyordu. Rousseau’nun kuralı genel olarak basılmış her satır için geçerlidir. Maskeli bir adamın kalabalığa nutuk çekmesine veya bir toplantıda konuşmasına izin verilir mi? Keza onun başkalarına saldırmasına ve onların üzerine eleştiriler yağdırmasına izin verir miyiz? O daha içeri adımını atar atmaz tekme tokat kapı dışarı edilmez mi?

Basın özgürlüğü denen şey sonunda Almanya’ya da ulaştı ve çok geçmeden en rezil ve onur kırıcı bir şekilde kötüye kullanılmaya başlandı. En azından isimsiz imzasız veya müstear isim konulmuş her yazı yasaklanarak bir düzenlemeye gidilmeliydi, ki matbuatın her köşede yankılanan borazanlarıyla halkın önünde [kim ne söylüyorsa] söylediklerinin sorumluluğunun idrakinde olsun, en azından, eğer hala sahipse, şerefiyle haysiyetiyle konuşsun, değilse o zaman söylediklerinin bedelini ismiyle ödesin. İsmini imzasını saklamayarak yazanlara isim imza kullanmaksızın saldırmak aşikar ki namussuzluktur. İmzasız eleştiriler kaleme alan birisi başka insanlarla ve onların yapıp ettikleriyle ilgilenen dünyadan söylediklerini saklayan veya onların önünde bunların arkasında durmak istemeyen bir adamdır, ki o bu yüzden ismini saklar. Ve böyle bir şey hiç hoş görülebilir mi? Hiçbir yalan imzasız eleştiriler kaleme alan birisinin başvurmaktan geri durmayacağı yalan kadar arsız ve yüzsüz değildir; aslında o sorumsuzun tekidir. Her türlü isimsiz imzasız eleştiri sahtekarlığın ve düzenbazlığın peşindedir. Bu yüzden nasıl ki polis sokaklarda yüzümüzde maske ile dolaşmamıza izin vermiyorsa isimsiz imzasız yazılara da göz yummamalıdır.

İsimsiz imzasız yayınlanan edebiyat dergileri, hiçbir ceza görmeksizin cehaletin bilginliği, ahmaklığın cins zekayı yargılamaya koyulduğu, ve halkın aldatılıp dolandırıldığı, beş para etmez süprüntüleri göklere çıkartmak suretiyle zamanının çalındığı, parasının cebinden aşırıldığı ve yine bütün bunların hiçbir ceza görmeksizin yapıldığı yerlerdir. İsimsizlik imzasızlık her türlü edebi sahtekarlığın sığınağı, ve özellikle yayıncı namussuzluğunun kalesi değil midir? Bu yüzden derhal önüne geçilmeli ve yasaklanmalıdır; bir gazetedeki her makale her zaman yazarının ismiyle yayınlanmalıdır, ve yayıncı imzanın doğruluğunun ağır sorumluluğunu üzerine almalıdır. En önemsiz adam bile yaşadığı yerde tanındığı için dergilerdeki veya gazetelerdeki yalanların üçte ikisi böylelikle kaybolacak ve birçok zehirli dilin cüretkarlığı ve küstahlığı sınırlanmış olacaktır. Şimdilerde Fransa’da bu meselenin bu şekilde üstesinden gelinmektedir.

Ne var ki böyle bir yasaklama yapılmadığı sürece her dürüst yazar isim imza kullanmama durumunu halk önünde her gün, her saat ifade edilen en ağır küçümseme işaretiyle damgalayarak gayrı meşru ilan etmede birleşmelidir. İmza atılmaksızın yazılan eleştirinin aşağılık, namussuz bir şey olduğu mümkün olan her yolla ilan edilmelidir. Her kim imzasız olarak bir eleştiri yazar ve bir fikri münakaşaya dahil olursa eo ipso7 halkı aldatıp kandırmaya ya da kendisini tehlikeye atmadan başkalarının şöhretine zarar vermeye çalıştığı tersi ispatlanıncaya kadar doğru kabul edilmelidir. Ve her ne zaman imzasını atmayan bir eleştirmenden söz etsek, hatta bunu tamamen gelişigüzel ve onda bir hata kusur bulma niyetiyle yapmasak bile, ondan ancak şu ifadelerle söz etmeliyiz: “falanca yerdeki yüreksiz isimsiz namussuz”, ya da “şu gazetedeki veya dergideki maskeli, isimsiz rezil”, vb. Yaptıkları işten dolayı kibirlenip kurumlanmalarına mani olmak için böyle adamlardan söz ederken kullanılması gereken doğru ve münasip dil gerçekten budur.

Her insan ancak kim olduğunu görmemize yardımcı olacak kadar şahsına dikkat edilmesi konusunda bir talepte bulunabilir, böylece biz kiminle karşı karşıya olduğumuzu biliriz, ama ortada tanınmaz bir halde maskeyle dolaşan arsız yüzsüz birisinin buna hakkı yoktur. Tam tersine böyle birisi ipso facto yasaklanır ve yasa dışı ilan edilir. O `Odeysseus Ostis8, Bay Hiçkimsedir [Herr Niemand] ve bu Bay Hiçkimsenin aşağılık bir herif olduğunu ilan etmek herkese terettüp eden bir vazifedir. Bu yüzden her imzasız eleştiri yayınlayan kimseye, özellikle karşı eleştirilerde, derhal adıyla yani sahtekar ve alçak diye seslenmek gerekir ve korkaklıkları yüzünden bazı haysiyetsiz yazar sürüsünün yaptığı gibi ondan asla “dürüst, namuslu, onurlu eliştirmen” diye söz etmemek gerekir. Bütün şerefli ve namuslu yazarların hep bir ağızdan hitabı “ismini saklayan bir sokak iti!” olmalıdır. Ve şimdi eğer herhangi birisi saldırıya uğramış böyle bir adamın üzerindeki sis halesini aralayarak ve kulağından tutup öne çıkararak temayüz ederse baykuşlar böyle bir oyunu seyretmekten zevk duyacaklardır. Eğer kulağımıza bir iftira çalınırsa ilk öfke patlaması genellikle “Kim söyledi bunu?” sorusudur. Fakat isimsizlikten cevap gelmez.

Bilhassa bu imzasız eleştirmenlerin saçma küstahlıklarından birisi de krallara özgü “biz” zamirini kullanmalarıdır, halbuki onların sadece tekil tonda değil, aynı zamanda “alçak ve aciz bendeleri, yüreksiz kurnazlığım, maskeli yetersizliğim, sefil sahtekarlığım” ve benzeri ifadelerle alabildiğine mahviyetkar ve küçültücü bir eda ile konuşmaları icap eder. Maskeli dolandırıcıların, “mahalli bir edebiyat dergisindeki sütunlarının” karanlık deliklerinden tıslayan kör kurtçukların kendilerinden bu şekilde söz etmeleri uygundur, ve şimdi birisinin onların bu işlerini durdurmasının zamanı gelmiştir. Edebiyat dünyasında isimsizlik ne ise günlük hayatta da dolandırıcılık yahut sahtekarlık odur. “Ya dilini tut, ya da sana aşağılık herif denilecektir” diye seslenilmelidir onlara. O zamana kadar hiç vakit kaybetmeksizin her imzasız eleştiriye “hilekarlık, dolandırıcılık” sözcüğünü ekleyebiliriz.

Bu iş belki para getirebilir, ama kesinlikle şeref ve haysiyet kazandırmaz. Çünki saldırılarında Bay İsimsiz su katılmamış Bay Aşağılıktır, ve bire yüz bahse girebiliriz ki her kim ona bu ismi vermeye yanaşmaz ise bunu halkı kandırmak amacıyla yapıyordur. Ancak isimsiz kitaplar isimsiz eleştirmenler tarafından eleştirildiği zaman hak yerini bulmuş olur. Genel olarak ifade etmek gerekirse isimsizliğin ortadan kalkmasıyla birlikte edebi sahtekarlıkların yüzde doksan dokuzu sona erecektir. Bu iş yasaklanıncaya kadar her fırsat çıktığında buna imkan ve zemin hazırlayan adam (İsimsiz Eleştiri Enstitüsü Başkanı ve Yöneticisi) para ile beslediklerinin işledikleri suçlardan dolayı doğrudan sorumlu tutulmalıdır ve yaptığı işin bize kullanma hakkını verdiği bir tavır ve eda benimsenmelidir ona karşı. Ben kendi hesabıma isimsiz bir eleştiri barakası yerine bir kumarhane veya bir kerhane işletmeyi tercih ederim.

Kimliği meçhul bir eleştirmen tarafından yazılmış bir makaleyi yayına hazırlayıp neşreden adam sanki onu kendisi yazmış gibi bundan sorumlu tutulmalıdır; nasıl ki işçileri tarafından yapılmış kötü bir işten bir usta yahut idareci sorumlu tutuluyorsa. Bu suretle o adam hak ettiği ne ise o şekilde muamele görecektir, yani muaşeret kurallarının öngördüğü saygıdan yoksun, törensiz merasimsiz bir başına kalacaktır.

Başından itibaren ismini imzasını saklayan eleştirmen aldatıp dolandırmaya çalışan bir sahtekar olarak kabul edilmelidir. Saygın edebiyat dergilerindeki eleştirmenler buna duyarlıdırlar ve eleştirilerine imzalarını atarlar. İsim imza koymayan eleştirmen halkı dolandırmayı ve yazarların şöhretlerine zarar vermeyi ister, bunlardan ilkini genellikle yayıncıların veya kitapçıların kazancı için, ikincisini ise gıpta ettiği yazara kinini kusmak için yapar. Sözün kısası edebiyat dünyasındaki bu isimsiz imzasız eleştiri yayınlama sahtekarlığına behemahal son verilmelidir.
1 [Ahbap ol ve takdir et ki arkanı döndüğünde sen de övülebilesin.]

2 [Gr. Areios pagos, Ares Tepesi, Atina’da en yüksek mahkemenin toplandığı yer. Bu isimle adlandırılmasının sebebi görülen ilk davanın Neptun’un oğlunu öldürmekle suçladığı Ares’in (Mars) davası olmasıydı.]
3 [Kendini gösterdi, doğruladı, kanıtladı vs.]

4 [Her onurlu adam yayınladığı kitaba imzasını atmalı ve onun sorumluluğunu üstlenmelidir.]

5 [Yani yazdığına ismini koymayan, imzasına atmayan adamın dürüstlüğünden söz edilemez.]

6 Ya da: Dile getirdiği görüşleri kendisi bile ciddiye almaz.

7 [Bu eylemiyle.]

8 [Odysseus Ostis, Odysseus’un Kyklopların en ünlüsü (Poseidon ile nympha Thoösa’nın oğlu) Polyphemos’dan kullandığı isim.]

 

 

 

 

Arthur Schopenhauer

İzdiham