Sena Parlar, Taşla Sınananlar İçin Bir Manifesto
Biliyorum, sadece benim başıma gelmedi ama benim de başıma geldi.
Allah’ın beni var ederken nefsimden umudunu kesmediği ve koşulsuz sevdiği bir can idim. Ancak kulları sevemedi. Mahkeme kürsüsü kurmadan prangalarını geçirdiler ayaklarıma.
Taşlandım… Sonra dedim ki taşlanmak da bir Peygamber sünnetidir.
Evet taşlanmak da bir peygamber sünnetidir.
Taşlanmak, kanamak ancak yaşamak sözlüğünde R harfi bulundurmamak da…
Kaldırımlarda kendiliğin bedeli viran olmuş bir gönülle yola revan olmakta…
Kimsenin kabul değirmeninde öğütülmemek de…
Onay rendesinden geçerken lime lime edilmemek de…
Hakir bakışlarını üzerimde taşıdım, haksız öfkelerinin muhatabı oldum…
İncitildim yokken onlara bir zararım, derdim kendimi var etmek iken…
Sesleri yükseldi sözleri bir ok gibi deldi bağrımı, ses etmedim…
İncitildim de incitmedim.
Ah diye bir ses yükseldi en derinimden. Sözün yüksekliği sesin yüksekliğine galebe çalardı.
Ah bu, tutardı…
Ne tariflerine uygun bir malzeme kalabildim ne tek başıma bir yemek olabildim. Tek kazandığım kendim kalabilmekti…
Dimdik duran boynuma geçirdikleri yargısız infazların düğümünü çözmeye takatim yoktu belki ama süremediler bedenimi kendi rotalarına…
Onların basma kalıp yargılarından seke seke yol alma gayretim kendi yaşamımın diyeti oldu.
Yalan değil çözüldü dizlerimin bağı. Yine de çökmedim. Çünkü çökmekte bir bilincin eylemiydi…
Kaldırılmanın…
Ben o kişi değildim. Bir misyonu tamamlama üzerine gönderildiğime inandığım bu dünyada hep etimle kemiğimle doğruldum. Ancak kimsenin elini bana uzanırken görmedim. Hatta tam düşerken bir el görmemek için kaldırmadım başımı belki… Tenezzül etmedim…
Yaşamın dar yokuşlarından sevgisiz sokaklarından geçerken rast geldim kendime. Bir su birikintisine yansıyan gölgemle bakıştık. Baktım arkama. Seslenen yoktu…
Nihayetime yetişmeye çalıştıkça geç kaldığı hayallerimdi. Herkesin koşar adım giderken ezip geçtiği çiçeklere değmeden yürümeye gayret ettim. Onlar buna oyalanmak dediler ben ise incitmemek dedim.
Kimsenin izzetini kendi yükselişime basamak etmeme çabam, bir başkasını yok ederek var olabilmenin imkansızlığı düşüncesine dayanıyordu. Hayat değirmenim sadece kendi bileklerim hatırına dönerdi… Nitekim ummayı bilmediğimden küsmeyi de bilmezdim.
Hikayem bir güz çiçeğini andırırdı.
Yüzü göğe dönük… O, herkesin yaprak döktüğü kuru dallar arasında fuşya rengiyle sırıtır.
Güz çiçeği dallarına güneş değmeden de açar çünkü ışığı köklerindedir. Güz çiçeğine ilk kez bakanlar önce hayret sonra hayranlık yaşarlar. Çünkü beton gibi sert tüm kabullerin ortasında yükselmiş kadifemsi yapraklı bir çiçektir o… Belki de bir öteki…
İZDİHAM
