20 Temmuz 2021

Merve Gedik, Üç Vakte Kadar

ile izdiham

Perde arkasından Esma’nın çıkacağı kapıyı gözlüyorum. Her gün 07.30’da evden çıkıyor, okula gidiyor. Liselim benim. Bu sene lise son sınıfta. Yaz tatiline girer girmez açılacağım. Pileli gri eteği, beyaz gömleği jilet gibi ütülenmiş, tertemiz. Avını titizlikle süren av köpeği gibiyim. Sessiz sedasız takip ediyorum. Saçlarını balık sırtı örmüş. Ah ne güzel rengi var. Güneşte sarı görünüyor, gölgede karalar karası. Bukalemun saçlı sevgilim. Yürürken arkaya bakmaması işimi kolaylaştırıyor. Yakalanmadan takip edebiliyorum. Bir senedir hiç açık vermedim, arkasını döner gibi yaptığında hemen bir apartman merdivenine saklandım. Gözlerini yakından bir kere gördüm: “İbrahim abi sen bilirsin üniversiteyi liseden daha eğlenceli diyorlar, özgür oluyormuşsun, konserlere gidiliyormuş, doğru mu?” diye sormuştu. Üç yaş ile abisi olmuştum. Küçül de cebime gir sevgilim!

Okul kapısına kadar koruma memuru gibi takibini sürdürüyorum. Bugün de elinde “Aşk-ı Memnu” kitabı var. Lisede Türk klasiklerini okumak zorunludur. Değilse bile zorunlu tutarlar. Felatun Bey ile Rakım Efendi kitabını gördüğümde konuşmak ne çok istedim. Rakım Efendi kanının son damlasına kadar alaturkayken, Felatun Bey de bir o kadar alafranga ve züppeydi. Süzüle süzüle okul kapısından içeri giriyor. On dakikalık yolu salına salına yirmi dakikada bitiriyor. Hayata acelesi yok. Sınıf arkadaşlarıyla geyik yapıyor mu en çok onu merak ediyorum. Kopya çekmiyordur ama kopya veriyordur canım Esma. Şiirden haz etmiyorsa ne yaparım, bilmiyorum. Haftanın beş günü kutsal saydığım görevimi tamamlıyor, sonrasında kendi okul yoluma düşüyordum. Zaten yolun çeyreğini tamamlamışken geri kalan yolu da yürüyorum. Fevzi Paşa caddesini dümdüz yürüyorum, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine geliyorum. Cadde boyu gelinlikçiler, nişan kıyafetleri dikkatimi çekiyor. Manken bir anda Esma’ya dönüşüyor. Ne kadar da çirkin oldu. Esma gelinlik giymesin, yakışmıyor. Ona pileli gri etek, beyaz gömlek yakışıyor. “Abi nerde kaldın, her sabah geç kalıyorsun oğlum!” diyor Murat. Senin de Esma gibi sevgilin olsa sen de geç kalırsın. Sevgilim, sevgili, sevgilisi… Sevgilim değil ama olacak. Okulunu bitirsin, derslerine çalışsın, ona engel olmak istemem. Yazın mahallede tutacağım kolundan Esma seni bir senedir takip ediyorum diyeceğim. O zaman anlar beni.

Murat heyecanla bir şeyler anlatıyor, konuşmayı ortasından yakalıyorum:

“İbrahim, bir falcı var abi kadın her şeyi biliyor. Babanın adında s ve i var dedi. “Sadi” dedi. İnanabiliyor musun? Neden Sait değil de Sadi dedi,”

“Yok be oğlum sallama nasıl bilecek?”

“Ya tamam şöyle oldu: s ve i var isminin içinde dedi. Ben de Sadi dedim,”

“Heh işte öyle söylesene. Bilmişmiş. İnanma böyle şeylere hem nereden çıktı fal,”

“Abi çok övdüler. Harfleri bilmesi bile çok iyi değil mi? Gelecek için de birkaç bir şey söyledi. Ama kimseye anlatmamalıymışım, yoksa gerçekleşmezmiş. Al sana da vereyim kartını. İstiklâlde. Belki gitmek istersin.”

“Saçmalık. Ama yine de ver bakalım. Bir de şu Zikri hocanın notlarını versene. İlk dersler hep ona denk geliyor.”

İçime bir kurt düşüyor. Falcı Esma’nın da beni sevdiğini söyler belki. Son derse girmeden İstiklal’in yolunu tutuyorum. Küçükparmak sokakta kafe melekte falcım beni bekliyor. Sokağa atılmış eski püskü bir sandalyede oturmuş, sigara içiyor. Görüntüsü ben falcıyım diye bağırıyor. Saçları elektrik akımına uğramış gibi tiftik tiftik. Fosfor pembesi bir ruj sürmüş. Uyumlu olsun diye uzamış tırnakları da pembe ojeli, bazı parmaklarında ojeleri soyulmuş. Yüzünde sigaranın kirliliği, karanlığı var. Zincirleme sigara içiyor. İzmarit kulesi oluşmuş kül tablasında. Yorgun görünüyor. Geleceği bilmek, hayatı omuzlarına yüklemiş bir hamal kadar yorucu gelmiş sanırım. Görüntüsü beni ürkütüyor. Simsiyah giyinmiş, saçı da simsiyah. Bütün parmaklarında yüzük var. Halka küpeleriyle kolyesi takım. Mavi taşlı. Onu izlediğimi fark ediyor. “oşgeldin, kime bakmıştın?” diyor. Bu tarz konuşma şekline bizim mahalleden alışkınım. “Hoş buldum, fal baktırmaya geldim” diyorum.

Sade kahvemi içiyorum, kapatıyorum. Soğumasını bekliyoruz. “Dilek tuttun mu?” diyor. Esma benim olsun, zeki de olsun. “Tuttum” diyorum. Kadının gözlerine bakamıyorum. Çok uzun bakıyor, dikkatimi veremiyorum. Fincana bakmak yerine uzun uzun gözlerime bakıyor. “Dileğin uzun vadeli. O yüzden tutacak ya da tutamayacak diyemiyorum. Fakat senin için çok sıkılmış. Çok istemişsin bir şeyi, hep bir engel çıkmış. Balık var falında. Bu kısmet demek. Çok yakın, yakalamak üzeresin o kısmeti” diyor. Eline bir kağıt alıyor. Bir şeyler karalamaya başlıyor. Arada gözlerime bakıyor, aydınlanıyor, tekrar yazıyor. Nereden uydum Murat’ın aklına. Gökyüzüne bakıyor bir şey görmüş gibi gülümsüyor, kağıda eğiliyor. “s ve m harfleri var” diyor. Ortamın büyüsüne kapılıyorum. “Esma bu” diyorum, ayağa kalkıyorum, sandalye devriliyor. Salak İbrahim niye söyledin ismini. Bekleseydim biraz belki o söyleyecekti. Demek ki Murat da böyle oyuna geldi. Falcı yemi atıyor, oltaya takılmak fal baktıranın kaçınılmaz sonu. “Evet Esma. Bu kız seni fena yakmış. Kavrulmuşsun. Şimdi kağıda olacak olanları yazdım. Bunu üç gün sonra oku, asla kimseye de anlatma. Yoksa hiçbir şey gerçekleşmez” diyor. Kağıdı katlıyor zarfa koyuyor.

Günlük takibimi sürdürüyorum. Esma’da hiçbir değişiklik yok. Bazen saçlarını iki yandan örüyor, bazen tek örgü yapıyor. Tek değişiklik bu. Zarfı sırt çantamda taşıyorum. Bir an önce uzun uzun yazılan kaderimi okumak istiyorum. Üç gün dayanıyorum. Uyanır uyanmaz ellerim titreyerek zarfı açıyorum. “Üç vakte kadar hayatını değiştirecek bir haber alacaksın. Bu üç gün de olabilir, üç ay da, üç yıl da” Tiftik saçlı kadın yaza yaza bunu mu yazmış? O kadar gökyüzüne baktı gülümsedi. Dakikalarca yazdı. Gözlerimi okudu. Üçkağıtçı! Bundan medet umanda hata. Sevgilimi bıkmadan usanmadan takip etmeye devam ediyorum. Aylar geçip gidiyor. Bende hâlâ tık yok. Yaz tatili geliyor. Uzunca bir metin hazırlıyorum. Söyleyeceklerimi ezberleyeceğim yoksa dilim tutulur, böyle işimi garantiye alacağım, onu etkileyeceğim. Pencereden gözlemliyorum, okul olmadığı için dışarı çıkma saatini denk getiremiyorum. Köşe başında her an tetikte olmalıyım. Evet evet, karşılaşmamız garanti olsun. Sokakta beklemeye başlıyorum.

İşte geliyor biricik sevgilim. Saçlarını örmemiş bugün, projesi kabul edilmiş şirket yöneticisi kadar özgüvenli görünüyor. Tesadüfmüş gibi davranıyorum. Esma gülümseyerek “Merhaba İbrahim abi” diyor. “Merhaba Esma” diyorum. Hâlâ abi diyor. İşte şimdi hazırım, isterse dayı desin. Bugün ezberimdeki her şeyi söyleyeceğim. “Abi, ben üniversiteyi kazandım, Ankara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı. Sen de edebiyat okuyordun değil mi?” Başımdan aşağı tazyikli kaynar su dökülüyor. Telefonuma bakıyorum, 19 Ağustos. Üç ay geçmiş bile. Tiftik saçlı kadın beni duy! Sevgilim gidiyor. Ankara’da da bekara oda veriliyor mu acaba?

Merve Gedik

İZDİHAM