Esra Dürger, Uzunca Bir Süre
Bahçeye çıktığımda üç kişinin okulun köşesinde toplanıp sigara içtiğini gördüm. Aralarından birisi diğerlerine hararetli hararetli bir şeyler anlatıyor, karşısındakiler de gözlerini adamın gözlerine dikmişler, pürdikkat onu dinliyorlardı. Durmaksızın konuşan, birilerinin onun ağzından çıkacak cümleleri merakla bekliyor olmasından çok keyif aldığı belli olan bu kişiye baktım. Anlattıklarını merak ettim, söylediklerine kulak kabartmak isteyip vazgeçtim. Konuşan adamın ne kadar şanslı olduğunu düşündüm sonra.
Uzunca zamandır gözlerimin içine, yüzüme bakıp benimle konuşan olmamıştı. Kalbini tanıyan bir insanla dakikalarca sohbet etmenin hissettirdiği mutlululuğu unutmuştum. “Günaydın, merhaba.” gibi gündelik söylemlerle sınırlı kalıyordu insanlarla aramızdaki konuşmalar. Bazen birkaç cümle uzuyor gibi oluyor-o zamanlarda ruhumda mutlu güneşler beliriyordu. Fakat bu anlar kısa sürüyor, yine suskunluğa gömülüyorduk. İnsanlarla aramdaki iletişim bu kadardı, bu kadarcık. Unutmuştum ama onları görünce eski, köklü bir ağacın dalı çıtırdadı içimde. Yalnızlığın soğuk, kesen ve üşüten rüzgârı esti. İçimde dindiğini sakinleştiğini sandığım fırtınanın dalgaları coşup kalbime yerleşti. Oradan hemen kaçıp gitmek istedim. Uzunca zamandır yalnızdım. Ne kadar çok hasrettim , bana bakan iki çift göze.
Bulunduğum yerden biraz uzaklaşıp etrafta dolandıktan sonra hızlı adımlarla yukarı çıktım. Kabuk bağlayamayan yaramdan kaçtım. Bir odaya kapandım.
Yukarı çıkıp odaya girdiğimde hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla, debelene debelene ağladım. Hissettiğim acı içimden taşıp fışkırmak istiyor, gözyaşı olup akmak istiyordu. Ağrıyordum…
O oda da çok uzun bir süre kaldım. Zırhımı giydim , duvarlarımı ördüm , çıkardım dikenlerimi beni buraya kapatan insanlara karşı, kabuk bağladım. Zırh ağırdı, dikenlerim bana da batıyordu ama bazılarımızın hayatta kalabilmek, kalplerini koruyabilmek ve daha fazla yaralanmamak için kaplumbağaya dönüşmekten başka çareleri yoktu.” buna inandım.
İZDİHAM