31 Mayıs 2020

Edebiyat’ta Ekonomi’nin Yeri Var Mı?

ile alef

Thomas Piketty’nin beklenen kitabı “Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital” çıktı. Ben kitabı öncelikle edebiyat eserlerine referanslarıyla okudum. Ardından büyük romanları iktisatçıların gözüyle inceleyen “Edebiyattaki İktisat” geldi. Gördüm ki edebiyat ve ekonomi birbirlerine o kadar da uzak disiplinler değilmiş.

Formun ÜstüFormun Altı

Kendini ıssız bir adada bir başına bulan ve yıllar içinde geldiği ülkede var olan bütün kurumları teker teker yeniden inşa eden Robinson Crusoe’nun ilk “muhasebeci” roman kahramanı olduğunu biliyor muydunuz? Çünkü ıssız adada yeni bir hayat kurmak zorunda kaldığını idrak ettiği ilk günden itibaren ihtiyaçlarını, kaynaklarını ve tüketimini eksiksiz bir şekilde kayda geçirmişti. Marksizm’in isim babası Karl Marx’ın başucu kitabı saydığı bu ünlü roman, bir bakıma kahramanın edebi bir lezzetle tuttuğu muhasebe kayıtlarından ibaretti. Kendi adıma edebiyat ve ekonomi arasında bağ kurmam beklense aklıma gelen tek örnek gazetecilik kökenli Daniel Defoe’nun 18’inci yüzyılda kaleme aldığı Robinson Crusoe olurdu ve elbette feci şekilde yanılırdım. Çünkü aslında edebiyatta ekonominin izleri sınırsız… Bunu gösteren iki kitap var elimde…

GELİR EŞİTSİZLİĞİ EDEBİYATA YARIYOR

İlki Thomas Piketty’nin İş Kültür Yayınları’ndan çıkan “Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital” kitabı. İtiraf edeyim; benim için fazla karışık, nasıl söylemeli, fazla “ekonomik.” Ama içinde bir bölüm var ki parayla, pulla, ekonomiyle ilişkisi yerlerde sürünen benim bile ilgimi çekti. Piketty 19’uncu yüzyıldaki gelir eşitsizliğini anlatırken tezini, romanlardan örneklerle kuvvetlendiriyor. Mesela Jane Austen’ın Aşk ve Gurur’u ve Balzac’ın Goriot Baba’sı en önemli referans kaynakları. Hatırlayalım, Austen’a göre, genç ve güzel kahramanı Elizabeth Bennet’ın yoksulluktan hatta müstakbel açlıktan uzak durmak için tek çıkış yolu, zengin bir adamla evlenmek olabilirdi. Ve tabii o çağda bütün genç kızlar aynı şeyin peşinde olduğu için ortalık hep bir savaş yerini andırıyordu. Balzac da Jane Austen gibi her türlü insan ilişkisini ekonominin terimleriyle hatta çoğu zaman net rakamlar kullanarak anlatmayı seçmiş yazarlardan. Bu net rakamlar aracılığıyla tüm bir toplumun panoraması en gerçekçi şekilde resmedilmiş oluyor. Bir örnek de Henry James. Hikâyeye bakın: Bir adam bir kızla yıllık geliri 30 bin dolar zannederek nişanlanır. Ve çok geçmeden yanlış bilgilendirildiğini, kızın yıllık gelirinin 20 bin dolar olduğunu öğrenir. Buradan bir roman çıkar mı? Çıkmış işte. Hem de dünya edebiyatının en büyük romanlarından biri olan Washington Meydanı… Piketty gelir dağılımındaki eşitsizliğin edebiyata iyi geldiğini ima ediyor, çünkü bu sayede kâğıt üstünde tezatlar belirginleşiyor ve biz okur olarak, insan ilişkilerindeki en kritik anları, en şiddetli çatışmaları, özel hayatın en karanlıkta kalmış detaylarını okuyabiliyoruz.

DİVAN ŞAİRLERİ NİÇİN YAZAR?

İkinci kitap, İletişim Yayınları’ndan çıkan ve Derya Güler Aydın’la Çınla Akdere’nin hazırladığı, “Edebiyattaki İktisat”. Kitapta, klasik Avrupa romanından Osmanlı şiirine, Amerikan çağdaşlarından Ahmet Hamdi Tanpınar’a uzanan örneklerle edebiyat ve iktisat alanları arasındaki ilişkinin yansımalarına bakılıyor ve edebiyat eserleri eleştirmenlerin değil iktisatçıların gözüyle inceliyor.

Selim İleri, Jack London, George Orwell, Terry Eagleton gibi yazarların eserlerindeki iktisadi izlerin analiz edildiği kitabın “Kul-Şair’den Derviş Şair’e: Hem Parasız Hem de Yatılı Cumhuriyet” başlıklı bölümü önemli. Büyük tarihçi Halil İnalcık’ın Şair ve Patron adlı eserinden yola çıkılarak yazılmış bu bölümde, egemen ekonomik ilişkilerin sanata etkisi işleniyor, şair ile patronu arasındaki ilişkinin geçmişten günümüze iktisadi anlamda nasıl evrim geçirdiği araştırılıyor. (İnalcık’ın “Divan şairleri, para karşılığında yazıyordu” önermesine muhafazakâr kesimden yükselen itirazları hatırlayalım.)

“Firma Nasıl Var olur?” başlıklı son bölüm bence en enteresanı. Burada Erkan Erdemir, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden yola çıkarak kurumsal iktisadın edebiyatla ilişkisini anlatıyor. Buna göre Tanpınar’ın romanı, doğrudan temel bir ihtiyaca yaslanmayan ve kendi işlevini kendi yaratan, uzun süre de kâr elde etmeyi düşünmemiş, hem zaten kâr etmek istediğinde bunu nasıl yapacağını bilemeyen bir kurumun, yani Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kurumsallaşma sürecini iktisadi ve toplumsal bir ironiyle ama edebiyatın dilinden anlatıyor.

Neticede Piketty’nin Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital’ini, Edebiyattaki İktisat’la birlikte okuyunca insan şunu fark ediyor: Roman dediğimiz şey, rakamlardan ve istatistiklerden ibaret ekonomik verilerin, pratikte insanların hayatlarını nasıl etkilediğini görmemizi de sağlıyor belki. Ve böyle olunca, edebiyatı da ekonomiyi de “başka türlü okumak” her zaman mümkün.

Gülenay Börekçi, haberturk.com
“İZDİHAM