21 Ekim 2025

Çiğdem Yazıcı, Kırılmanın Bilgeliği

ile izdihamdergi

“Sınanmamışlığın kibiri” diye bir cümle okudum. Her şey, bu cümleyi “sınanmışlığın kibiri” olarak yanlış okumamla başladı. Cümleyi yanlış okuyup, olayı büsbütün yanlış anlayıp, bunlar üzerine düşünerek yazıya döktüm. Yakın zamanda Günlerin Bin Yıllık Yalnızlığı kitabında da şu cümlenin altını çizmiştim:
“Aklında kalmayan, yazıda kalsın diye kâğıda geçirilmez miydi?”

Sınan(ma)mışlığın Kibri…
İnsanın içinde bir yer vardır; kimseye göstermediği, kendi sesini bile kısmaya alıştığı o derin yer. İşte orada, kimsenin duymadığı sessiz bir kibir büyür. Aslında zaferin değil de, her şeye rağmen hayatta kalmanın kibridir bu.
Yara izlerini madalya gibi taşıyan, “Heyt be! Sen daha giderken ben oradan da geçtim.” diyerek sessizce üstünlük kuran bir ruh hâli…

Çünkü sınanmış olan, Kierkegaard’ın “Tanrı benimle ne kastetmiş olabilir?” sözündeki Tanrı’nın onunla ne kastetmiş olabileceğini deneyimlemiş insandır; artık saf değildir. O ateşin içinden geçmiş, orada hem pişmiş hem de yanmıştır. Hiçbir şey artık onu eskisi kadar yakmaz. Bu, bir korunma biçimidir ama aynı zamanda bir uzlaşmadır — olanla, olmayanla, olacak olanla…

Sınanmışlık insana dayanıklılığı öğretir; fakat o dayanıklılığın içinde bir taşlama da gizlidir. Bir noktadan sonra insan, sabrını bir erdem değil, bir zırh gibi taşır. Suskunluğunu olgunluğuna, sınanmışlığına bağlar.
Oysa çoğu zaman sadece yorgundur. Ve her şeyin farkında olmanın ağırlığı, onu başkalarından ayırır. Artık anlamak istemez, çünkü fazlasıyla anlamıştır.

“Sınanmışlığın kibiri” işte tam burada doğar. İçten içe şöyle der:
“Sen daha oraya varmadın.”
Hâlbuki sınanmak bir üstünlük değil; yeni bir dönemin başlaması, bir kırılmanın tarihidir. Kimseyi küçümsemeden, kimseye karşı kendini büyütmeden taşınabilseydi eğer, bilgelik olurdu.
Ama insanın doğası ve bizim topraklarımız buna izin vermez.
Acıdan geçerken öğreniriz; fakat öğrendiğimizle de kendimizi yüceltiriz. Günün ve yaşamın sonunda bizi hayata tutan aynı direnç, bizi insanlığımızdan da biraz uzaklaştırır.

Sınanmış olan, bir tür yalnızlığa mahkûmdur artık. Çünkü kimse onun kadar yanmamıştır, kimse onun kadar susmamıştır sanır.
Ama bilmez ki, herkes kendi cehenneminin içinde aynı sessizliği taşır.
Fark sadece; kimimizin bunu dile getirmemesinde, kimimizin de buna “güç” demesinde gizlidir.

Belki de asıl bilgelik, sınanmış olmanın değil; hâlâ incinebilir olmanın cesaretindedir.
Çünkü gerçekten güçlü olan, artık yanmayacağını sanan değil; yandıkça hâlâ insan kalabilendir.

İZDİHAM