Can Eseler, Woke Kültürü, Vampirler ve Gölge Haramileri
Uyandık Ama Kâbusun İçindeyiz!
Woke kültürü ile başlayan deli gömleği, insanlığa zorla giydiriliyor. Peki, politik elitler woke kültürünü bize anlatmak için nasıl bir dil kullanıyor? Tabii ki, ifade özgürlüğü gibi renkli hediye paketlerine sarılı olarak karşımıza çıkıyor. En dikkat çeken şekliyle, işte karşınızda woke kültürü.
Bir zamanlar sokaklarda, kahvelerde, meyhanelerde insanlar tartışır, öfkelenir ama sonunda birbirine sarılır, bir şarkıya tutunup geceyi unuturdu. Şimdi mi? Sosyal medyanın sanal mahkemelerinde kimse kimseyi affetmiyor. 21. YY. da karşımıza yeni çıkan bir kültür olarak ‘’Woke’’ olmak, uyanmak anlamına geliyor ama bazen gözlerimizi o kadar büyük açıyoruz ki, gördüklerimiz bizi görme yetisinden mahrum bırakıyor.
Dijital Cadı Avı: Sosyal Medyanın Mahkemeleri
Biri bir şey söyleyip ortadan kayboluyor. Kimi alkışlıyor, kimi taşın en büyük olanını kapıyor. Birazdan linç başlayacak. Eskiden cadı avları olurdu, şimdi sosyal medyanın üzerimize yağdırdığı tweet fırtınaları var.
Örneğin, ünlü bir yazarın 15 yıl önce attığı bir tweet bir anda gündem oluyor. Şaka olarak yazdığı bir cümle, bugünün değerleriyle yargılanıyor ve o kişi kariyerinin sonuna getiriliyor. Bir oyuncu eski bir röportajında yaptığı espriden ötürü film projelerinden çıkarılıyor. Sonuç olarak modern çağın yeni yasası: Bir hata yaptıysan silinmelisin.
Markalar ve Woke Tiyatrosu
Büyük şirketler işte bunu fırsat bilip, reklam panolarına dev sloganlar asıyor: Biz de uyanığız! Plastik ambalajlarla dünyayı kirleten bir marka, Gezegeni kurtaralım diyor. Yıllarca çalışanlarına kötü davranan bir şirket, bir anda Eşitlik önemlidir mesajı paylaşıyor. Tıpkı George Orwell’ın 1984’te anlattığı gibi kavramların tam aksi yönde sunulduğu aldatmacalar insana seyirlik bir yalan sunuyor. Kapital, tabiyatı ile kendi menfaati için hareket eder. Kapitalin woke kültürü için bu kadar canhıraş bir biçimde uğraşmasının mutlaka farklı sebepleri vardır.
Örneğin, bir hızlı moda markası sosyal adalet temalı bir koleksiyon çıkartıyor ama üretim tesislerinde hâlâ çocuk işçi çalıştırıyor. Bir teknoloji devi, toplumsal eşitlik için kampanya yaparken aynı anda çalışanlarına sendika kurmamaları için baskı yapıyor. Gerçekten değişen bir şey var mı? Yoksa woke olmak da müdüre sunulacak bir powerpoint sunumuna mı dönüşmüş?
Eski Filmler, Yeni Mahkemeler
Geçmişe dönüyoruz. Filmleri tarıyoruz. Şarkıları dinliyoruz. Onların hata yapmış olabileceğini düşünüp, günümüz hassasiyetleriyle yargılıyoruz. 1970’lerden bir filmdeki bir sahne problemli bulunuyor ve film kataloglardan kaldırılıyor. 80’lerden bir şarkının sözleri fazla saldırgan bulunduğu için Spotify’dan siliniyor.
Örneğin, Disney’in klasik animasyonlarından biri, içerdiği stereotipler nedeniyle uyarı etiketiyle yayınlanıyor. Eski komedi dizileri, zamanın mizah anlayışı farklı olduğu için kaldırılıyor. Eskiden, “Bu filmin dili, döneminin şartlarına göredir” denirdi. Şimdi Bu filmi izleyenler de problemli! diyoruz.
Aslında yaratılmak istenen stereopitlerin en iyisi olduğunu düşündürmek hedefine matuf olarak dışında kalan bütün akımlar tehlikeli ilan ediliyor. Dolayısıyla yakın tarihlerde woke elitlerinin dayattıkları yaşam biçimi tek meşru yol olabilir.
Yeni Mahalle Baskısı Hayırlı Olsun
Eskiden mahalle baskısı dendi mi, Bu toplumun kalıplarından kurtulmalıyız! diyenler olurdu. Şimdi de öyle diyorlar. Ama bu kez mahalle baskısını onlar yaratıyor. Doğru kabul edilen bir şeyin dışına çıkan hemen etiketleniyor, dışlanıyor, iptal ediliyor. Yenidünyada herkes uyanık ama kimse rahatsız edilmek istemiyor.
Örneğin, bir yazarın kitabındaki bir karakter yanlış temsil edildiği gerekçesiyle eleştiriliyor ve kitap yasaklanıyor. Bir üniversitede profesör, tarihi bir konuyu akademik bağlamda anlatırken sözleri yanlış anlaşılınca görevinden alınıyor. Özgürlük isteyenler, istemedikleri görüşleri duyduklarında kapıları kapatıyor.
Woke kültütürünü temel ve meşru yaşam şekli olarak kabul edenler için diğerlerini uyandırmak gayet ahlaki bir görev gibi görülebilir. Ancak yola çıkarken son derece özgürlükçü sloganları bayrak açar gibi insanların gözüne sokan batılı elitler, şimdilerde kendi savlarını kanıtlamak adına mahalle baskısına başvuruyor. Şaşılacak bir şey yok, köleler kölesi olsun ister.
Woke’un Arka Planındaki Güçler: Kimler Bu Hareketi Büyütüyor?
Woke kültürü, toplumun farklı kesimlerinden destek görüyor ve bu gruplar hareketin yayılmasını sağlıyor:
Z Kuşağı ve Milenyaller: Sosyal adalet, eşitlik ve çevre bilinci gibi konulara duyarlı olan gençler woke hareketinin en güçlü savunucuları arasında. Özellikle sosyal medyanın aktif kullanıcıları oldukları için bu kültürün yayılmasında büyük rol oynuyorlar.
Sosyal Adalet Aktivistleri: Irkçılık, cinsiyet eşitliği, Haklar ve çevrecilik gibi konulara odaklanan aktivistler woke kültürünü bir değişim aracı olarak görüyor. Akademide, sivil toplum örgütlerinde ve medyada aktifler.
Markalar ve Büyük Şirketler: Tüketiciler üzerinde iyi bir izlenim bırakmak için woke kültürünü benimseyen şirketler, reklam kampanyalarında çeşitliliği ve kapsayıcılığı öne çıkararak daha geniş bir kitleye hitap etmeye çalışıyor. Ancak bu bazen samimiyetsiz bulunup “woke washing” (sırf imaj için duyarlı görünmek) eleştirilerine yol açıyor.
Eğitim ve Akademi Dünyası: Üniversiteler ve akademisyenler woke kavramlarını müfredata dahil ederek bu kültürü şekillendiriyor. Akademik çevrelerde politik doğruculuğa ve kapsayıcılığa büyük önem veriliyor.
Hollywood ve Eğlence Sektörü: Sinema, müzik, edebiyat ve televizyon dünyası woke mesajları içeren içeriklerle geniş kitlelere ulaşmaya çalışıyor. Çeşitliliği artırmak ve ayrımcılığı azaltmak adına kadrolarda ve senaryolarda değişiklikler yapılıyor.
Sosyal Medya Toplulukları: Twitter, TikTok, Instagram gibi platformlarda woke kültürü aktif olarak yayılıyor. İnsanlar toplumsal olaylara anında tepki vererek iptal kültürünü/cancel culture şekillendiriyor.
Woke kültürü, savunucularına göre daha eşit ve adil bir toplum yaratma çabasını temsil ederken, eleştirmenler tarafından yeni bir sansür ve mahalle baskısı mekanizması olarak görülüyor. Peki, woke kültürünü gerçekten doğru anlayabiliyor muyuz, yoksa bu da başka bir ideolojik savaşa mı dönüşüyor?
Woke Çağında Tükenmek: Sürekli Diken Üstünde Yaşamak
Uyanıklığın getirdiği yorgunluk, belki de modern çağın en büyük paradokslarından biri. Herkes her an doğru yerde durmaya, doğru cümleleri kurmaya, kimseyi kırmamaya çalışıyor. Ama insan hatalarla öğrenen bir varlık değil miydi? Şimdi hatalarımızı saklamaya, geçmişimizi silmeye çalışıyoruz. Geriye ise sadece aşırı kontrol edilmiş, arınık ancak plastik bir hayat kalıyor.
Eskiden bir hata yaptığımızda özür dileyip yolumuza devam ederdik. Şimdi ise özür dilemek bile yetmiyor; hatalar silinmiyor, mahkemeler kapanmıyor, etiketler düşmüyor. Sosyal medyada artık samimiyet yerine korku var. Yanlış bir kelime, yanlış bir espri, yanlış bir fotoğraf. Hepsi bir anda geçmişteki tüm emeğinizi silip atabilir. İnsanlar artık fikirlerini değil, tepkilerini tartıyor. Bir arkadaşına bile rahatça düşüncesini söyleyemeyen, maalesef kendi zihninde sansürlenen bir toplum yarattık.
Eskiden insanlar politik doğruculuğun, sosyal adaletin, eşitliğin peşinden koşarken bir şeyleri değiştirmeyi umuyordu. Şimdi ise herkes doğru şeyi yapmaktan çok, yanlış bir şey yapmamaya çalışıyor. Bunun sonucunda ise, korkunun şekillendirdiği, yaratıcılığın köreldiği, tek tip düşüncenin kutsandığı bir düzen ortaya çıkıyor. Ne kadar uyanık olursak olalım, aslında hepimiz uykusuzluktan bitkin düşmüş gibiyiz.
İptal kültürü/cancel culture bireyleri ve kurumları hizaya sokuyor ama aynı zamanda bir korku düzeni yaratıyor. 30 yıl önce söylediği bir cümle yüzünden pişman olan bir sanatçıyı izleyici olarak bağışlayamıyoruz. Sözlerinin bağlamına bakmadan insanları suçluyoruz. Örneğin, bir yönetmenin 20 yıl önce çektiği bir filmdeki bir sahne bugün “sorunlu” olarak değerlendirildiği için, adamın tüm kariyeri çöpe atılabiliyor. Ya da çocuk kitapları, içerdikleri bazı kelimeler nedeniyle yeniden düzenlenip arınık hale getiriliyor.
Ama bu süreçte kim kazanıyor? Geriye kalan sadece daha fazla kaygı, daha fazla sansür ve daha az cesaret. Şimdi kimse radikal bir şey söylemeye cesaret edemiyor, çünkü yanlış anlaşılma ihtimali bile yeterince büyük bir tehdit. Eleştiri kültürü, özeleştirinin yerini aldı ve artık kimse hatalarını kabul etmeye bile cesaret edemiyor.
Belki de asıl uyanıklık, birbirimizi anlamaya çalışmakla başlar. Hata yapmanın, öğrenmenin bir parçası olduğunu kabul etmekle. Yoksa her gün biraz daha yalnız, biraz daha korkak ve biraz daha yorgun hale geleceğiz.
Dün hepimiz uyanıktık. Bugün hepimiz iptal edildik. Peki, yarın ne olacağız?
Bu kadar uyanık olmak bizi yoruyor mu? Evet. Eskiden dünyayı anlamaya çalışır, çelişkilerle barışır, hataları kabullenirdik. Şimdi herkes diken üstünde. Ama belki de en çok ihtiyacımız olan şey, bütün bu uyanık/woke olma telaşından biraz uzaklaşıp, birbirimize gerçekten bakabilmek.
Batı merkezli ve kapitalin desteğini arkasında almış olan Woke Kültürü, bugün için bir deli gömleği olarak karşımızda bizi tehdit ediyor.
İZDİHAM