31 Aralık 2025

Acem Asaf Yıldırım, Kelimelerin Muhasebesi

ile izdihamdergi

Yılın Kelimesi mi, Yılın Vicdanı mı?

Türk Dil Kurumu’nun bu yıl için masaya koyduğu kelime listesi, alışıldık bir “yılın kelimesi” seçiminin çok ötesinde duruyor. Bu liste, modern Türk insanının ruhuna tutulmuş bir projektör gibi… Dijital vicdan, vicdani körlük, çorak, merhametsiz eylem, tek tipleşme.
Bunlar, sözlüklerin kenarına iliştirilecek teknik terimler değil; doğrudan doğruya aile yapımıza, mahalle hafızamıza, kültürel sürekliliğimize yöneltilmiş sert ama gerekli sorular.

Bu kelimeler bir şeyi tarif etmiyor sadece; bir eksilmeyi işaret ediyor. Kaybolan bir sesin, incelen bir bağın, unutulan bir sorumluluğun adını koyuyor. Sanki her biri, “Buradaydık, nereye gittik?” diye soruyor.

Belki de bu yüzden bu yıl mesele, “yılın kelimesi hangisi?” sorusu değil. Asıl soru şudur:
Bu kelimeler, bizde hangi yaraya temas ediyor?

Söz: Türk İrfanında Emanet ve Mesuliyet

Türk-İslam irfanında söz, rastgele söylenmez. “Söz namustur” derken kastedilen, kelimenin yalnızca bir iletişim aracı olmadığıdır. Söz; insanın şahsiyetini, ahlâkını ve vicdanını dış dünyaya açan bir emanettir.

Bu yüzden bizde verilen söz tutulur, edilen dua taşınır, edilen beddua bile titreyerek söylenir. Çünkü kelime, sahibini bağlar.

Nurettin Topçu’nun yıllar önce kurduğu o cümle bugün hâlâ yerli yerindedir:
“Söz, ahlâkın dışa taşmış hâlidir.”

Eğer bugün kelimeler kolayca söylenip kolayca unutuluyorsa, eğer “geçmiş olsun”lar yük almıyorsa, “başın sağ olsun”lar bir mesajdan ibaret kalıyorsa, burada yalnızca bir dil sorunu yoktur. Bu, doğrudan vicdanın zayıflamasıdır.

Mehmet Akif’in o sarsıcı ikazı da tam bu noktada yankılanır:
“Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”

Kelimelerine sahip çıkamayan bir toplum, bir süre sonra değerlerine de sahip çıkamaz. Çünkü kelime giderse, hafıza gider; hafıza giderse, istikamet kaybolur.

Dijital Vicdan: Hemhâl Olmaktan Temassızlığa

Bizim kültürümüzde merhamet, uzaktan bakarak yaşanmaz. Merhamet, hemhâl olmayı ister. Aynı sofraya oturmayı, aynı sessizliği paylaşmayı, aynı yükün altına omuz vermeyi…

Eskiden hasta ziyareti, kapıyı çalmayı gerektirirdi. Elin boş gitmemesini, hâl hatır sormayı, oturup susmayı bilmeyi… Şimdi bir “geçmiş olsun” mesajı yetiyor. Komşuluk, bir kap yemekle kurulurdu; bugün bir emojiyle geçiştiriliyor.

X ve Y kuşakları bu dönüşümü fark ediyor ama çoğu zaman “çağın hızı” diyerek kabulleniyor.
Z kuşağı içinse risk daha derin: Geleneğin yaşanmadan normalleşmesi.

Bir cenaze evinde sessizce oturup acıyı paylaşmak yerine, siyah bir fon paylaşmak… Düğüne gitmeden “mutluluklar” yazmak… Bayramda kapı çalmadan toplu mesaj atmak… Merhamet, eylem olmaktan çıkıp görüntüye dönüşüyor.

Sezai Karakoç’un tek bir cümlesi bu hâli anlatmaya yeter:
“Acıya dokunmadan acıdan söz ediliyor.”

Oysa acıya dokunmadan, vicdan uyanmaz.

Vicdani Körlük: Gönül Coğrafyasının Kararması

Türkçe, “kalp”ten çok “gönül” der. Çünkü gönül, yalnızca hissetmez; bağ kurar, sorumluluk alır, yük taşır.
Bugün “vicdani körlük”ten söz ediyorsak, bu gönül coğrafyamızda bir kararmaya işaret eder.

Eskiden mahalle dediğimiz şey, görünmez bağlarla ayakta dururdu. Kim hasta, kim darda, kim eksik… Bilinirdi. Şimdi aynı apartmanda yaşayanlar birbirinin adını bilmiyor.

Bu körlük zamanla bir çoraklaşmaya dönüşüyor. Çoraklık sadece toprağın değil; dilin, ilişkinin, nezaketin kurumasıdır. “Eyvallah”ın, “buyur”un, “Allah razı olsun”un çekilmesidir.

Şehirler büyüyor, beton yükseliyor; ama insan ilişkileri daralıyor. Merhamet toprağı çatladığında, dayanışma da çekiliyor.

Merhametsiz Eylem ve Tek Tipleşmiş Hayatlar

Çağımızın en büyük yanılgılarından biri şudur:
Haklı olmak, merhameti gereksiz kılar sanmak.

Oysa bizim irfanımızda hak, merhametten koparıldığında zulme dönüşür. Sonuç üreten ama insanı dışarıda bırakan her eylem, toplumu güçlendirmez; sertleştirir.

Bunun doğal sonucu ise tek tipleşmedir. Herkes aynı şeyleri yapar, aynı şeyleri paylaşır ama kimse gerçekten yaşamaz. Kalabalık vardır ama cemaat yoktur. Gürültü vardır ama bağ yoktur.

İnsan, kendisi olamadığı yerde yaşayamaz;
başkalarıyla bağ kuramadığı yerde ise derinleşemez.

Vicdan Nerede Yeniden Başlar?

Bu kelimeler bize şunu söylüyor:
Vicdan yoruldu.

Ama bu topraklar, yorgun vicdanların küllerinden yeniden doğrulmayı bilen bir hafızaya sahiptir. Sözün hâlâ bir ağırlığı, geleneğin hâlâ bir nefesi, merhametin hâlâ bir imkânı vardır.

Mesele, kelimeleri seçmek değil; kelimelerin gereğini yapmaktır.

Şimdi asıl soru şudur:
Hayatında hangi yer çoraklaştı?

Belki uzun zamandır aramadığın bir akrabanın gönlü…
Belki kapısını çalmadığın bir komşu…
Belki yalnızca mesajla geçiştirdiğin bir dost…

Bugün bir bildirim gönderme.
Bir adım at.

Kelimeleri ekrandan kurtar; sokağa, insana, hayata indir.
Unutma: Vicdan, sen hareket edince uyanır.

Peki, sen hangi çorak toprağa ilk can suyunu vereceksin?

İZDİHAM

Hepimiz Ölecek Yaştayız!