3 Haziran 2020

Minor Empire’ı Keşfetmek İçin Geç Kalmadınız

ile alef

Kanada’da yaşayan iki müzisyen, Özgü Özman ve Ozan Boz’un hayata geçirdiği bir grup Minor Empire. Yurtdışında hatırı sayılır bir ilgiye mazhar olan albümleri ‘Second Nature’ hafif rötarla da olsa artık ülkemizde de piyasaya çıktı. Hem gayet bizden hem de gayet ‘Batı’dan bir tınıya sahip Minor Empire hakkında grubun solisti Özgü’yle sohbet ettik.

Kanada maceranız nasıl başladı?

Uzun zaman önce, macera merakıyla başladı diyebilirim. Kanada’ya taşınmak, kendinle baş başa kalıp ideallere odaklanmak açısından çok yerinde bir karardı. Kanada, yeni bir dünya, yeni bir hayat, yeni sesler, yeni dokular ve yeni kokular demekti… 

Müzik ne zaman dâhil oldu bu maceraya?
Geçiş sürecinin hemen ardından müzik macerası da başladı. İlk proje o geçiş sürecinin meyvelerini bir araya getiren bir oluşumdu, yine Ozan Boz ile bir grup kurmuştuk ve Auxetic Pulse adını vermiştik. İngilizce sözlü bestelerimizden oluşan bir EP kaydettik, radyolar da çalmaya başladı, konserler verdik. Sonra albüm için hazırlıklar başladı. Kayıt aşamasındayken ortaya ‘Minor Empire’ projesi çıktı.

Ve o proje diğer projeleri arka plana itti anladığımız kadarıyla…
Bizim için bir nevi kendini keşif dönemiydi. Ozan ile kişisel zevklerimizi ve vizyonlarımızı ortaya koyan bir albüm yapmayı hedef aldık ve ortaya ‘Second Nature’ çıktı. Köklerimizin ve kulağımızın otomatik olarak maruz kaldığı şeylerin yanı sıra, kendi seçimimizle hayatımıza soktuğumuz ve sevdiğimiz bütün diğer türler, tarzlar, yani bizim müzikal dokumuzu oluşturan her şeyi albümümüze taşıdık. 

‘Second Nature’ı oluşturan şarkıların ya da türkülerin diyelim, seçimi nasıl oldu?
Repertuar oluşumu iki aşamada gerçekleşti. İlkin bir liste oluşturdum. Kendime yakın hissettiğim ve çoğunluğunu küçüklükten hatırladığım türküleri, coğrafi çeşitliliğe de dikkat ederek bir araya getirdim. Sonra Ozan onların üstünden geçip kendi vizyonuna adapte edebileceğini düşündüklerini seçti.

Kanada’da gayet iyi karşılanmış albüm…
CD çıktıktan kısa bir süre sonra Kanada radyolarında dünya müziği listesinde 1 numara oldu ve aylarca ilk sıralarda kaldı. ABD, İngiltere, Fransa, İspanya, Rusya, Japonya, Avustralya gibi ülkelerin radyolarında da çaldı. Sonra Kanada ve ABD’de konser serileri ve turneler, derken, bu yıl da CD’nin burada çıkışıyla birlikte Türkiye’ye geldik. 

İSTANBUL BUZLARIMI ERİTTİ

Şu anda hayatınız Kanada-Türkiye arasında mekik dokuyarak geçiyor galiba?
Aslında çok sık gidip gelemiyoruz, maalesef. Şu anda tanıtım amaçlı buradayım. Bu yıl Kanada’daki sert geçen kışı fırsat bilip ilk defa bu kadar uzun süre kaldım. Çok da iyi etmişim, İstanbul buzlarımı eritti. Nisan sonunda Kanada’ya geri dönüyorum. Üstünde çalıştığımız birkaç proje var, onları tamamlayacağız. Sonra Türkiye’yi de içine alan bir konser serisi ya da turne olacak. Ondan sonra da sanıyorum yeni albüm için kolları sıvarız. O iş için en uygun dönem kış, Kanada’nın kışları kendinizi eve ya da stüdyoya kapatıp yaratıcılık şapkanızı takmanız için çok ideal bir zamandır.

Kanada, son 10 yılda popüler müzikte olsun, bağımsız türlerde olsun ve hatta cazda da adını sürekli duyduğumuz bir ülke. Şu sıralar bir müzisyen için orada yaşamak bulunmaz bir nimet gibi görünüyor. 
Kanada bir yeni dünya ülkesi ve sürekli büyüyen bir ülke. Göç Kanada’nın var olması için en önemli unsur. Dünyanın dört bir yanından farklı farklı kültürlerden, geçmişlerden insanlar bir arada yaşıyor. Öyle bir ortamda sunabileceğiniz en ilginç şey kendinizsiniz, geldiğiniz kültürün üzerinizdeki izleri çok büyük önem taşıyor. Ama beni daha da çok etkileyen şey, sanat anlayışındaki özgürlük. Kalıplardan arınmış bir anlayış var, yaratıcılığınız elverdiğince özgürsünüz. Popüler müzik de bile bir indie (bağımsız) yaklaşımı ve ruhu var. Çalışarak, adım adım ilerlersiniz ve seyirciniz organik gelişir. 

Kanada’da sahne aldığınızda sizi dinlemeye kimler geliyor? Nasıl bir atmosfer, nasıl bir alışveriş ortaya çıkıyor?
Her kesimden, kültürden dinleyicimiz oluyor. Genelde ilk birkaç parçayla müziği ve ambiyansı sunar, daha sonra derine ineriz. Bazen parçaların bende uyandırdığı hisleri anlatırım ya da parçalar için yazdığım İngilizce şiirlerden okurum. O şekilde müzikle daha derin bir bağ kurarlar, pür dikkat izlerler. Bazen parçalar sırasında durur bizim aksak ritimleri öğretirim, hoş bir iletişim oluşur.

RUHUNUZUN İPLERİNİ KOPARMAK GİBİ

Sizin için nasıl bir deneyime karşılık geliyor konserler?
Konserleri kendini tüketme süreci olarak görüyorum. Sahnede neyiniz varsa son damlasına kadar sunuyorsunuz. Ruhunuzun iplerini koparmak gibi bir şey. Duyularınız hassaslaşıyor, sahnedeki diğer müzisyenlerle ve seyirciyle sanki telepatik bir enerji alışverişine giriyorsunuz. Bu yoğunlaştıkça performans daha da büyülü hale geliyor.

Erkin Koray, Selda Bağcan, Barış Manço, Cem Karaca gibi sanatçılarımız yurtdışındaki meraklı kulaklar tarafından ilgiyle dinlenir, araştırılır oldu. Türkçe müzik yapan Minor Empire’ın gözlemleri neler bu konuda?
Evet, yurtdışında Türkiye’nin 70’li yıllardaki ‘psychedelic’ dönemine ilgi duyan geniş bir kitle var. Geçen yıl, San Francisco’da girdiğimiz müzik mağazalarında bahsettiğiniz müzisyenlerin plak koleksiyonlarına rast geldik. San Francisco’nun hippi kültürünün bunda etkisi büyük olsa gerek. Toronto’da da 70’lerden Türkçe müzik bölümü olan bir müzik mağazası vardır. Bizim CD’yi de onların yanına koyduklarını gördüğümde çok hoşuma gitmişti.

Egemen Limoncuoğlu, aksam.com.tr
“İZDİHAM