Oscar Wilde (1854-1900), 19. yüzyılın sonlarında yaşamış, “sanat için sanat” anlayışını savunan İrlandalı şair, oyun yazarı, eleştirmen ve romancıdır. Eserlerinde Victoria Dönemi’nden izler görülür ve bu dönemin katı ahlak anlayışına karşı olduğunu gerek eserleriyle gerek yaşam tarzıyla göstermeye çalışmıştır. Bu dönem birçok zıtlığın bir arada olduğu, çelişkilerle dolu hayatların yaşandığı bir dönemdir. Örneğin kadınlar değerli ve kutsal varlık kabul edilmesine rağmen kötü yola düşen kadınların sayısının en çok arttığı dönemdir. Kiliseler ve genelevler aynı oranda çoğalmıştır. Bu çelişkilerle birlikte toplumsal sorunlar da büyümüştür. Oscar Wilde’ın bu eseri Victoria Dönemi’nin toplumsal çelişkilerini ve bireysel ikilemlerini estetik bir zeminde sorgular. Örneğin, gündüzleri saygın bir beyefendi gibi görünen Dorian geceleri günaha batmaktan çekinmemiştir. Toplum önünde çekici ve hayranlık uyandıran bir figürken içsel olarak yozlaşmıştır. Dışarıya gösterdiği imaj ile içsel gerçekliğinin arasında uçurum vardır. Sibyl ile nişanlandığında etrafındaki insanlar onu “masum ve romantik bir genç adam” gibi görür fakat Sibyl’in tiyatroda kötü oynadığı bir gece bütün ilgisini ve sevgisini acımasızca keser ve onu terk eder. Wilde’ın yaşamı da tıpkı karakterleri gibi trajiktir. Romanı yazdıktan sonra hakkında çıkan ahlaksızlık iddiaları nedeniyle dava açmış, daha sonra açtığı davada kendisi yargılanarak hapse atılmıştır. Hapishane hayatı oldukça zor geçmiştir. Sesiyle, hitabetiyle, görünüşüyle herkesi etkileyen Oscar Wilde’n eser kalmamıştır. Hapishaneden çıktığında birçok hastalıkla mücadele etmiş ve sonunda genç yaşta bir otel odasında vefat etmiştir.
Dorian Gray’in Portresi, yazıldığı dönemde ve sonrasında çok ses getirmiştir. Konusu ve diyaloglarıyla oldukça dikkat çekici bir eserdir. Dorian Gray, gençliği ve güzelliğiyle herkesi kendine hayran bırakan, aileden zengin bir delikanlıdır. Ancak bu iki özelliği dışında başka hiçbir şeyi olmayan, kendini geliştirmemiş, dışa bağımlı, zayıf iradeli bir karaktere sahiptir. Güzelliğinden büyülenen arkadaşı ressam Basil onun portresini çizmek istemesiyle hikâye başlar. Fakat hayattaki kırılma noktası, Lord Henry ile tanışmasıdır.
Hazcılığı ve bireysel özgürlüğü savunan kurnaz bir karakter olan Lord Henry, zekâsıyla çevresindeki insanlar üzerinde derin etkiler bırakır. Kitaptaki birçok aforizmayı Lord Henry’nin cümlelerinde görürüz. Henry’nin sözleri, Dorian’ı da etkisi altına alır.
Onun düşünce ve fikirleri, Dorian’ın hayatını doğrudan etkilemiştir. Öyle ki Basil’in bahçesinde biraz güneşlenmeye çıkan Dorian’ın cildinde oluşabilecek güneş yanıkları için onu uyarır. Fakat bunu umursamayan Dorian gülerek “Ne fark eder?” der. Bunun üzerine Henry “Çünkü şu an olağanüstü bir gençliğe sahipsiniz ve bu gençlik sahip olmaya değer tek şey” diye sözlerine devam eder. Bunun kendisi için bir önem ifade etmediğini söyleyen Dorian’a karşı kaderinin değişmesine sebep olacak düşüncelerin tohumunu atar nitelikte şu cümleleri kurar:
“Doğru, şu an öyle hissetmezsiniz. Ama bir gün, yaşlanıp kırıştığınız ve çirkinleştiğiniz zaman, düşünceler alnınıza yakıcı çizgiler çektiği ve tutkular hain alevleriyle dudaklarınızı dağladığı zaman hissedeceksiniz, feci şekilde hissedeceksiniz.”
Lord Henry, bizim kutsal olarak gördüğümüz aşk ve sadakati değersizleştirirken evliliği de sıkıcı bir zorunluluk olarak görür. “Erkekler bıkkınlıktan evlenir, kadınlarsa meraktan ikisi de hayal kırıklığıdır.” ya da “Sadıklar aşkın yalnızca hazlarını bilirler, aşkın kederiniyse sadakatsizler bilir.”
Bu duygular Henry için basit ve önemsizdir. Kurduğu etkili sözlerle de Dorian’ı etkisi altına almayı başarmıştır. Biten portresindeki gördüğü güzellikten kendisini alamayan Dorian’ın aklına Henry’nin bahçede söylediği sözler gelir. Korkunç bir titreme alır içini. Portresinin zaman karşısında asla değişmeyecek olması fikri onu dehşete düşürür. Dorian, gençliğinin ve güzelliğinin sonsuza dek korunmasını isterken, yaşlanması, çirkinleşmesinin portresine yansımasını diler. Bu dilek doğaüstü bir şekilde gerçekleşir. Bütün yaşamına korkunç bir şekilde sirayet edecek olan o beddua kabul olur. Tabloya her baktığında çirkinleşen ve yaşlanan bir yüzle karşılaşır. Portresinin eski güzelliğinden eser kalmamıştır geriye.
Aynada ise yıllara meydan okuyan kendi güzelliğini ve gençliğini görür. Zamanla portrede beliren bozulma yalnızca fiziksel değil, ruhsal bir çöküşün de ifadesidir. Dorain’ın her günahı, her bencilliği ve her vicdan azabı portreye kazınır. Kendisi hayal ettiği mutluluğu veremeyen gençliğiyle aynı kalmaya devam eder. Güzelliğini yitirmemek uğruna ruhunu kaybetmeyi göze almıştır. Bu ona dayanılmaz acı veriyordu. İşlediği günahı saklar gibi tabloyu herkesten saklıyordu. Kendinden bile. Zamanla tabloya bakacak cesareti kalmamıştır. Fakat yüzleştiğinde acı bir şekilde yaşamına son verir. Bu hikâye, bireyin toplum tarafından dayatılan güzellik ve gençlik takıntısı uğruna nasıl yozlaşabileceğini çarpıcı biçimde gösterir. Portresinin bu dönüşümü, Dorain’ın bencil arzularının ve içsel çürümesinin kaçınılmaz sonuydu.
Tuğçe Kaplan
İZDİHAM