Site icon İzdiham Dergi

Enes Nedim, Dökemedim Seni Denize…

“Denizden gelen denize gider, bir şey nereden gelmişse oraya avdet eder…”

                                                                                                              Mesneviden

Dönmemek pahasına çıktığım seferde üçlerin ve yedilerin sarmalında, hiçbir korunak yokken başımla sema arasında, biraz ıslaktı etraf, kara gözükmüyor, yağmur yağıyordu denize…

Ben ıslanıyordum ve adın parmağımın üst boğumunda; son, en son adın düşüyor denize…

Geceyi sabaha düğümleyen iplik çözülmemiş, şafak sökmemişti henüz. Yalnız hüznün huzmesi cilveleşiyor dalgalarla ve suretinin gölgesinde yakamozlar can çekişiyor, yüzmeyi bilmiyor belli ben gibi, göz kırpıp ruhunu teslim ediyor denize…

Sonar cihazı derinliği otuz yedi kulaç olarak gösterdiğinde işaret geliyor, ağlar bırakılıyor denize… Modern çağın, konformist, riyakâr, megaloman karakterine takılmazsa dibe salınan trol, herkes umduğunu umudunu çekecek bu deryadan, içten içe teşekkür edip denize…

Kimsenin haberi yok oysa bu hesap bambaşka. Karada bitmeyen bu harp Karadeniz’in hoyrat sularında nefessiz kalmalı. Umut, ümit, zannın iyisi ve kötüsü ne kaldıysa unutmaktan alıkoyan, bir özgeçmişle birlikte bu “uygunsuz gerçek” gömülmeli artık denize…

Büyüyor hesaplaşma kabarıyor şimdi Karadeniz, ağlar çekiliyor, tornistan, balıkçı teknesi kaçıyor,  kaçmaya çalışıyor, yükünü bırakıp denize…

Oysa deniz bırakırsa çıkılır denizden, tul-i emeldir kıyıya varılmaz, yol alınmaz, bu savaş dansı bitmeden bitmez bu sefer, karşı konmaz denize…

Musa’ya yol oldu hani yarılıp, kavmini terk eden Yunus’a ev,  tufan koptuğunda Nuh emanetti denize… Ah ile salınan nice figanı tarla kuşlarının gözünden düşen yaşa kotarıp, gamlı dağların, mahzun köylerin, melez kasabaların ve mağrur kentlerin nice derdini haberini taşıdı da, sonra dindi duruldu nehirler, karıştığı kavuştuğu yerde denize…

Ve biter dans, yol verir deniz, ders verir, dalgalarıyla çarpar yüzüme dökmeye çalıştığım her şeyi, “burası değil yeri”, “şimdi hiç değil” der gibi… Yeni öğrendim haberin gelmiş denize…

Evet, anladım burada değil, şimdi değil,  seni son kez görmeden değil… Anlaştık denizle, yine bekliyor, beni bekliyor ve seni… Not düşülmüş seyir defterine, hangi sularda ve ne zaman belli değil lakin geleceğim demişsin denize…

Karçiçeği… Seni bırakmaya çıktığım seferde çise çise yağıyordun üstüme, dalga dalga geldi vurgunun,  tazelendin içimde, yeni yükler sırtımda, hicran bir başka acı, yüzün bir başka güzel şimdi, dökemedim seni denize…

*                       *                        *                       *

Sydney’de Şubat, Hicazda Haziran…

Ya Haziranda gitmeli, ya Şubat’ta ölmeli insan…

Bilecik, Söğüt, Hayriye Köyü…4 Şubat 2001…

Akşam bir yalnızlık çöker köye, keçiler çobana eziyet etmiyor hiç ve köpekler sakin dönüşte. Puslu bir kış gecesi ayazı sahnede artık, öncü titremelerle… Evde taşıma su bitmek üzere ama elektrik kesilmedi… Uykuya gitmeyen, direnen gözler, uykuyla gelecek haberin reddiyesini çiziyor, yatağın üstünde ahşap, delikli tavandan gökyüzüne…

Gece, kâbusla örseler, hırpalar ve nice seveni o geceden sonra yapayalnız…

Evet, şimdi İbrahim Sadri’yi dinlemeli yeniden;

 “Bırakıp gittiğin kadarız…”

                                                                                       

izdiham

Exit mobile version