Site icon İzdiham Dergi

Can Eseler, Ortanca Çocuklar Adına Manifesto

Bir evin içinde herkesin bir rütbesi, bir koltuğu, bir kutsalı vardır. Anne, duyguların bakanıdır; ağladığında yağmur yağar, sustuğunda kıtlık başlar. Baba, erişilemeyen bir sultan gibidir. Sesi her zaman bir iki oda öteden gelir, ama yankısı her kalpte aynı iz bırakır. Büyük çocuk, ailenin ilkel kabile yasalarını ilk ezberleyenidir. Küçük çocuk, hâlâ sevginin torpilli hâliyle yaşar. 

Ya Ortanca çocuk? 

Hiyerarşinin gri bölgesinde, kimsenin adını tam hatırlamadığı bir devlettir.

Aile, dışarıdan sevgiyle inşa edilmiş gibi görünür ama içten içe güç dengeleriyle işler. Birine daha fazla bakılır, biri daha fazla dinlenir, biri hep idare etsin denir. Ortanca çocuk, çoğu zaman idare eden taraftadır; bir nevi arabulucu, bir nevi hayalet. Ne kadar sessizse o kadar makbuldür, ne kadar görünmezse o kadar huzurlu bir ev sanılır. Ama o evin duvarlarında, yıllar sonra bile duyulacak bir yankı bırakır:

“Ben buradaydım.”

Aile, bazen sevginin değil rütbenin, bazen de fedakârlığın değil itaatin ölçüldüğü bir düzen kurar. Girift düzende en çok yananlar, genelde ortada kalanlardır. Ne büyüğün gururu ne küçüğün şımarıklığı. Ortanca için ise sadece aralıkta kalmak hâli vardır. Kendini kimseye kanıtlayamadığın bir sahne gibi; herkesin rolü bellidir, senin adın hâlâ jenerikte yazmaz. Belki de bu yüzden ortanca çocuklar erken olgunlaşır. Sevilmedikleri için değil, görülmedikleri için.

Peki, çocuklar köle mi?

Evde sevgiyle değil, itaatle ölçülüyorsa huzur, orada çocuklar özgür değil, evcildir. Anne söz dinle derken aslında şunu demek ister: Benim doğrularımı seveceksin. Baba seni korurum derken şunu kasteder: Beni kızdırmadığın sürece. Aile, kimi zaman farkına bile varmadan sevgi üzerinden biat kurumu hâline gelir. Biz senin iyiliğini istiyoruz cümlesi, en çok çocukların içini acıtır. Çünkü o cümlenin görünmeyen tarafında hep bir şart gizlidir: Bizim istediğimiz gibi olursan.

Çocuk, sevgiye erişmek için önce uymayı, sonra susmayı, en sonunda da kendinden vazgeçmeyi öğrenir. İyi not almak, söz dinlemek, yüzünü buruşturmamak. Bunlar sevgiye giden basamaklar değil, onay zincirleridir. Zincir ne kadar parlaksa, tutsaklık o kadar görünmez olur. Ailede kölelik bazen zincirle değil, vicdanla sağlanır. Küçük yaşta şunu öğretirler: İyilik, ses çıkarmamaktır. Ancak kimse bilmez ki, en derin sessizlikler bazen en büyük haykırışlardır.

Onun iyiliğini istemek hakikaten ne demek?

Biz senin iyiliğini istiyoruz cümlesi, dünyanın en yumuşak görünümlü kelepçesidir. Çünkü o cümle söylenirken, senin iyiliğin çoktan tanımlanmıştır. Sana sorulmadan ve daha enteresanı senin yerine düşünen, senin adına karar veren bir sevgi varsa, orada merhamet değil, mülkiyet vardır. İyilik, bazen sevginin kılığına girmiş bir kontrol arzusudur. Seni incitmeden şekillendirir, incitmeden siler. Senin için yapıyorum derken, aslında seni kendine benzetir. Fark etmezsin; zamanla aynaya baktığında annenin sesini, babanın bakışını, başkalarının doğrularını görürsün. Senin yüzün, senden önce onaylanmış bir yüzdür artık.

Bir gün büyür ve fark eder: Benim iyiliğim, onların sessizliğini korumakmış. Oysa hakikaten iyilik istemek, çocuğun kendi sesini bulmasına izin vermektir. O sesi bastırmaksa, adına ne denirse densin, şiddettir.

Baskı ile onay alma arzusu: İnsan bazen sevilmek için değil, sevilmeye layık görünmek için yaşar.

Aile, bu arzunun ilk provasını yaptıran sahnedir. Ortanca çocuk, o sahnede en sessiz oyuncudur: her alkıştan payına bir sessizlik düşer. Onay, görünmez bir tanrıdır. Ne kadar dua edersen o kadar susar, ama suskunluğuyla seni kendine bağlar. Bir çocuğun kalbinde onay arzusu filizlendi mi, artık sevgiden değil, ölçülülükten beslenir. Zamanla anlar ki onay, sevginin değil, kontrolün para birimidir. Ne kadar onay alırsa, o kadar borçlanır. Bir noktadan sonra, başkalarının memnuniyetine çalışırken kendi kalbini işsiz bırakır.

Onay putu nasıl bir kan emici?

Her evin ortasında görünmeyen bir put vardır. Ne taştandır ne de ellerle yontulmuştur; çocukların kalplerinde filizlenir.

Adı: onaydır.

Onay putu kana benzeyen bir sevgiyle beslenir. Ne kadar çok verirsen o kadar ister, ne kadar çok çabalarsan o kadar susar. Bir gün bakarsın, kendi yüzün bile o putun maskesine dönüşmüş. Ne ağlayışın sana aittir ne de sevincin. Onay putu kan emici bir tanrıdır. Çünkü sevgiye değil, eksiklik duygusuna tapınır. O duyguyu canlı tutmak için seni hep biraz eksik bırakır. Kendini kanıtlamaya çalıştığın her gün, o put yeniden beslenir. Ama bir an gelir. Bir cümle, bir susuş, bir yorgunluk ânı ve çocuk aynaya bakar. Kendisini değil, bir başkasının beklentilerini görür. O zaman anlar:

“Ben hiç kimseye yaranamadım, çünkü kendimi kaybettim.”

Kurban kim, nedir kurban?

Aile, bazen sevgiyi değil, kurbanı kutsar. Kendinden veren, ses çıkarmayan, her şeyi sineye çeken çocuk, “iyi” diye ödüllendirilir. Ama kimse bilmez ki, bu iyilik değil, sistemin devam etmesi için seçilmiş sessizliktir.

Kurban kimdir? 

Kendini haklı çıkarma hakkını bile elinden almış kişidir. Kurban, suçsuzluğundan utanandır. Her şeyi yaparken bile içten içe, yine yanlış mı yaptım? diye sorandır. Ailede kurbanlık çoğu zaman sevgiyle kamufle edilir. Sen olmasan bu ev dağılırdı derler. Oysa o cümle bir teşekkür değil, bir zincirin adıdır. Ama bir gün fark eder: Kurban da bir tür tanrıdır. Sadece kimse onun acısına tapmaz.

Onay almak için kendini bitirmek diye bir tehlike var:

Ortanca çocuk, sevilmek uğruna kendini törpüleyen sanatkârdır. Her gün biraz daha az konuşur, biraz daha az ister, biraz daha az hatırlanır. Ta ki bir sabah, aynada yüzünü değil, aileye benzeyen bir sessizliği görene kadar. İyi çocuk olmanın bedeli genellikle ruhun iflasıdır. Sevilmek için kendi sesini kısmak, kendine ihanetin en kibar hâlidir. Ama tükenmek de bir öğretmendir. Ruh, bir noktada “yeter artık” demeyi öğrenir. Bu isyan: bir varoluşun ilk nüvesidir. Bu bir işaret fişeğidir. Kendi ruhuna ihanet edenlerin binmesi gereken en kıymetli attır. Bunu başaran çocuklar kendi bozkırında doyasıya koşmak için artık hazırdır. 

İyi çocuklar hikâyenin sonunda büyür mü?

Masallarda iyi çocuklar hep ödüllendirilir, ama gerçek hayatta onlar sadece unutulur. Çünkü iyilik, bazen gürültü çıkaramayanların son sığınağıdır. Aile onları över: Ne kadar akıllı, ne kadar anlayışlı. Oysa kimse bilmez ki, o akıllılık bir yerde kendini susturma biçimidir. Evet, iyi çocuklar hikâyenin sonunda büyür mü? 

Belki de hiç büyümezler. Sadece büyümüş gibi davranmayı öğrenirler. Çünkü büyümek, bazen iyi olmayı bırakma cesareti ister. Ancak kimse onlara bunu öğretmemiştir. 

Büyümek için çeperi yırtmak nasıl bir acı? 

Bir çocuğun büyümesi, aslında sessiz bir devrimdir. O devrim ne bağırır ne alkışlanır, sadece içten içe kanar. Aile, tırtılın kozayı yırtmasına hep nankörlük der. Oysa tırtıl, sadece nefes almak istemiştir. Büyümek: sana verilen rolleri iade etmektir. Artık iyi evlat, mantıklı kardeş, sabırlı dinleyici değildir insan. Büyüyen çocuk kendini tanımak ister ama bu, evde en yasak eylemdir. Çünkü çeperi yırtmak, evin huzurunu bozmak demektir. Çeper yırtıldığında kan akar, evet. O kan, özgürlükle karıştığında kırmızı değil, ışık olur.

Büyümek budur: Korktuğun kişilerin gözünün içine bakabilmek. İlk defa, kimseye açıklama borcu hissetmeden gülümsemek.

Kelebekler sonsuza uçar, bir gün gelir ev sessizleşir. Artık kimse kimseyi ikna etmeye çalışmaz, kimse kimseden özür beklemez. Ortanca çocuk, o gün kendi aynasında ilk kez diri bir yüz görür. Yıllarca idare et denilen o eller şimdi kanat olmuş, yıllarca bastırılan ses, rüzgârla konuşmayı öğrenmiştir.

Kelebek olmak sanıldığı kadar zarif değildir. Önce tırtıl olmanın utancını, sonra kozayı kanatla yırtmanın suçluluğunu taşırsın. Ama uçmak, bazen sadece gitmek değildir. Artık kimseyi memnun etmeye çalışmadan var olmak sadece. Belki gerçekten var olmanın tek yolu budur.

İZDİHAM

Exit mobile version