Sevgili Huzursuzluğum, Toplu Şiirleri
Bülent Parlak’ın, ilk şiir kitabı ile aynı adı taşıyan, yeni ve son şiir kitabı Sevgili Huzursuzluğum (2025), şairin bütün şiirlerinin bir araya getirilmesiyle çıktı. İlk üç kitabına girmemiş ve daha önce yayınlanmamış şiirlerini içeren kitapta; ‘’Bülent Parlak Biyografisinin Birazı’’ başlığı ile şairin ilk kez otobiyografisi de yayınlanıyor. Önceki şiir ve deneme kitaplarının biyografi kısmında sadece ‘’İstanbul’da yaşıyor.’’ ifadesinin yazması, okurlarının malumuydu. Bu kısa cümle ile hep geçiştirilişmiş gibi duran biyografideki umursamaz ve protest tavrı; Bülent Parlak artık İstanbul’da yaşamadığı için, sürdürmesi mümkün olamıyor. ‘’İstanbul’da yaşıyor’’, şairin kendini anlattığı altı sayfalık bir yazıyla, bu yüzden yer değiştirdi.
Bülent Parlak’ın bilgisayarında ömrünün vefa etmediği dördüncü şiir kitabını oluşturacak şiirler ‘’Yalvaç’’ ismini verdiği klasörde bulundu. Sevgili Huzursuzluğum|Bütün Şiirleri kitabında yayınlanan bu şiirlerden bazıları İzdiham’ın eski sayılarında okuyucuya ulaşmıştı; bazıları ise yayınlanmamıştı. Yalvaç, kitap getirmiş peygamber anlamına sahip bir kelime olmanın yanı sıra; buradan hareketle bir çeşit anlam devşirmesi veya indirgemesi ile ‘’elçi’’ anlamında kullanımı yaygınlık kazanarak kullanılagelmiştir. Şairin, Yalnızlığın İcadı 1984 isimli deneme kitabında geçen ‘’İlahi adaletin sağlanması için içimizden birilerinin haksızlığa uğraması gerekiyordu. El kaldıran ben oldum.’’ sözleri ile paralellik değil doğrusallık gösteriyor. Thomas Stearns Eliot, ‘’Şiir insanları birleştirmez onları ayırır.’’ demiş. İnen bütün dinlerin ve gelen bütün peygamberlerin doğru ile yanlışı, hakikat ile batılı, helal ile haramı birbirinden ayırdığını biliyoruz. Peygamberlere gelen vahiydir. Şairlere ve sanatçılara gelen şeye ise ilham diyoruz. Şiirin şuurdan türediğini, vahyin ise indiği gibi olan yani içine hiç bir şey karışmamış, katışmamış olan olduğunu da biliyoruz. Öyleyse bir şair, kimin veya neyin ve nasıl elçisi?
Bülent Parlak özelinde bu soruya, cevabı mısralarına bakarak verebiliriz: Babasından tokat yemeden büyüyen çocukların, yağmurun altında elleri üşüyüp saçak altında kederlenen adamların, yaralı oğlanların, terli mendille dertleşen işçilerin, pişman olmak için sıraya gireceklerin, bütün halkları birer müşteriye dönüştüren dünyaya yüz çevirenlerin, çekinerek kızının evinde ayaklarını uzatan babaların, yürüyen merdivenlere ilk kez binen tedirgin köylülerin, hakkında hiç şiir yazılmamış kızların; diye devam eden örnekleri çoğaltmak mümkün. Şair bir yönüyle de sesi duyulmayan, acısı görülmeyen, kendisi anlaşılmamış/fark edilmemiş insanların veya hayatların sözcülüğünü üstlenerek insanlığa bunu duyurmak, bunu iletmek görevini taşımış ve sonra da ‘’Ey Akşam Beşin Ve Kışın En Çok Olduğu Şehir Ankara’nın Sahibi’’, şiirini şu dizelerle sonlandırmıştır:
(…)
biz plan yapanların ve planı bitmeyenlerin rabb’i.
seni unuttukça başımıza gelen şey
yıkıcı hatıralardan başka bir şeye benzemiyor.
sen bizi yine affet. o’nun hatrına.
(…)
632 yılından beri yalnız olduğumuzu söyleyen şair; yalnız olduğumuzu iyice fark edelim diye mi bizi biraz daha yalnız bıraktı? Geride üçü tamamlanmış, biri yarım kalmış dört şiir kitabı ve Yalnızlığın İcadı (1984) isimli bir deneme kitabı bıraktı.
Bülent Parlak’ı Anma Gecesi
Ketebe yayınlarından çıkan kitap, ilk icraatı olarak; 8 Aralık 2025’te, Türkiye Tasarım Vakfı’nda gerçekleşen tanıtım toplantısı ile şair ve yazarları, eşi ve dostu, arkadaşları ve birbirini tanıyanları, eski ve daha az eski İzdihamcıları bir araya getirdi. Gecede; Ali Ayçil, Adem Eyüp Yılmaz, Atakan Yavuz, Aykut Ertuğrul, Furkan Çalışkan, Yakup Öztürk ve şairin kızı Yaren Parlak söz aldılar. Tvnet tarafından kayda alınan geceye ait görüntüler, zannediyoruz önümüzdeki günlerde yayınlanacaktır. Gecede yapılan konuşmaların içeriğine oradan ulaşabilirsiniz. Burada, bir istisna ile alıntı yapmayacağız. Yaren Parlak konuşmasının sonuna doğru şöyle dedi: Şimdi şu kapıdan içeri girse hiçbirimiz şaşırmayacağız. Gece boyunca salondaki herkesin aklından, Bülent abi olsaydı ’ya Allah aşkına burda n’oluyor şimdi, biz ne yapıyoruz’ derdi düşüncesinin geçtiğini herkes biliyor. Ne yapmamız gerektiğini bir türlü kestiremeyişimizi görseydi hem güler hem de üzülürdü bize. Gece de böyleydi. Mayhoştu.
Programın bitmesiyle beraber, Kuzguncuk iskelesinin üst katında yer alan etkinlik alanının boğaza sıfır olan terasında sigara içilip, ‘’ya bizim efkarımız ne olacak?’’ sorusu soruldu. Yapılan diğer şeyler ise şöyleydi: Adem Eyüp Yılmaz, Dilek Kartal ile girdiği benim için bu gece konuşmak çok zor bahsinde kaybeden oldu ve konuşma yapmak zorunda kaldı; Enes Aras, Bülent abinin kitabını bir kişiyi hariç tutarak herkese imzalattı ve bu herkesin hoşuna gitti; Tarık Taş, düzensiz aralıklarla İbrahim Varelci ile kısık sesle bir şeyler konuşma isteği içerisindeydi ve İbrahim Varelci ise bu duruma olumlu geri dönüş yapıyordu; Miraç Cerrahoğlu, Tarık Taş’ın sağında İbrahim Varelci’nin sağ çaprazında oturuyordu ve Bülent abi ile beraber tasarlayıp hayata geçiremedikleri projelerini düşünüyordu; Onur Korkmaz’ın ne yapıyor olduğu hakkında kendisinin de bir fikri olmadığını düşünüyoruz ama canı sıkılmış olabilir; Hakan Göksel aramızda olmasa da kalbimizdeydi; Tuğçe Şahin ve Meltem Gülname Tanır, program çıkışında bir taksi durdurmayı denediler ama taksi durmadı; Yaren Parlak, Bülent Parlak en çok onu seviyordu.
Bülent abi olsaydı, eksiksiz bir şekilde herkesin ismine ve geceye ait hikayesine yer vereceği bir yazı olurdu bu yazı. Ancak şimdi bu kadar olabildi. İsmini anmayı unuttuklarımız veya ne yazacağımızı bilemediklerimiz; lütfen bu yazının güncellenerek devam etmesi için kendisi hakkında olmayan birkaç cümle yazarak bize ulaştırabilirler mi? Yoksa kendilerinden özür dilemek zorunda kalacağız.
İZDİHAM
hepimiz ölecek ya tayız!
ş

