27 Şubat 2016

Zeliha Yurdaer, Varolmanın Dayanılmaz Huzursuzluğu

ile izdihamdergi

 İnsanlığın varoluşundan beri vücut bulan “suç”, ilk  işlendiğinde Kabil tarafından, binlerce yıldır sürecek olan huzursuzluğun temeli atılmış oldu.

İnsanın olduğu her yerde var olan hırs, kıskançlık gibi duyguların şiddetine göre yıkıcı etkiye sahip olan suç kavramı, insan eli olan her sanat dalında işlenegelmiştir. İnsanlığın şiddete meyyalinin son kertesi cinayet ise sanat alanında özellikle sinema ve edebiyatta en çok işlenen konulardan olmuştur.

Cinayet ve edebiyat deyince akla ilk gelen eser şüphesiz Suç ve Ceza’dır. Raskolnikov, maddi imkansızlıklar yüzünden üniversite eğitimine devam edemeyen, köhne bir pansiyon odasında dergilere üç beş yazı karalayarak güçlükle geçinen bir gençtir. Raskolnikov’un, dönemin gençliğini etkisi altına alan felsefelerin etkisinde ateşli bir genç iken, kendisini ömür boyu Kabil’in azabına mahkum edecek olan cinayeti işlemeye karar vermesi ise kendince geliştirdiği  “dünyayı kurtaran Napolyon”    idealinden doğacaktır. Cinayet, işlendiği sanat eserlerinde, genellikle insanın hırslarının kurbanı olması sonucunda ortaya çıkan bir eylem iken, Dostoyevski’nin Suç ve Cezası’nda Raskolnikov kimliğinde bu suçun tüm alt nedenlerine inilerek irdelenir. Raskolnikov tefeci kadını hırsından ya da kıskançlığından dolayı mı öldürmüştür, yoksa gerçekten düşünde kurduğu gibi dünyayı bir haşereden temizleme görevinin kendisine verildiğini mi hissetmektedir? Raskolnikov bu sorularla kalan yıllarını acı içinde kıvranarak geçirecektir. Kabil misali “cezam kaldıramayacağım kadar ağır” diyerek affedilmeyi umarak affedecektir. Yanıbaşında duran hayat kadını Sonya’nın aşkını görerek affedecek ve huzursuzluğunun hasarını hafifletecektir.

Cinayetin edebiyatta  işlenişi açısından Raskolnikov’un cinayeti kitaba mükemmel bir polisiye roman özelliği de katmıştır. Soğukkanlı bir katilin cinayete karar verdiği andan itibaren yaşadığı psikoloji, olay mahalline gidişi, ve cinayetten sonraki tüm hissiyatı okuyucuya adeta yazarın bir katil olduğu fikrini verir.

Baba cinayeti her ne kadar Hamlet ve Oedipus Rex gibi eserlerde işlenmiş de olsa, Smerdyakov’un cinayeti, diğerlerinden tamamen farklı olarak, çevresindeki köhnemiş hayatlara ayna tutmaktadır. Bir cinayetin çevresinde, tutku, cinsel tatminsizlik, kardeş kıskançlığı, para hırsı gibi birçok konu roman karakterleriyle didiklenirken, toplumun bakış açısı da ortaya koyulur.

Okuyucuyu sanatın penceresinden katilin ruh dünyasına baktıran başka bir eser Karamazov Kardeşler’de ise şehvetinin peşine düşmüş bir babanın katili Smerdyakov’un da cinayet için kutsal nedenleri vardır. Karamazov Kardeşler’de okuyucu, Smerdyakov’dan çok İvan’ın katil olduğunu düşünür. Yazar cinayetin haklı nedenlerini İvan’ın dilinden söylettirir. Çünkü İvan herkesten daha çok babasından nefret etmektedir. Üstelik ona göre Tanrı yoktur. Tanrı’nın olmadığı bir dünyada, kimseyi sevmenin bir anlamı yoktur. Birini ortadan kaldırmanın da sakıncası olmadığı gibi. İvan bu  nihilist ve nefret dolu söylemleriyle Smerdyakov’un içindeki düşmanlığı farkında olmadan tetikleyecektir. Ve bunun bedelini tıpkı Raskolnikov gibi Tanrı ile hesaplaşmalar, şeytanla mücadeleler arasında gidip gelerek ödeyecektir. Kötülüğüne neden bulurken ise Raskolnikov’dan farklı olarak, ruhun ölümsüzlüğüne inanmayan biri için kötülüğün kaçınılmaz bir gerçek olduğunu ileri sürecek ve hatta Tanrı’yı değil, Tanrı’nın yarattığı bu dünyayı kabul edemediğini söyleyecektir.

Sinemada işlenen cinayet konularının hiçbirinde Suç ve Ceza’daki kadar katilden etkilenmeyiz.Suç ve Ceza’daki gibi katili içselleştirmenin gerçekleşememesinin nedeni ise sinemada işlenen cinayetin sadece bir suç olarak üzerinde durulmasıdır. Bu nedenle sinemada bolca seri katil filmlerine rastlarız. Seri katiller, ardı ardına cinayet işleyen bir robot olarak işlendiği, katilin yaptığı bu eylemdeki psikolojisi irdelenmediği için, Elm Sokağı’nda Kabus, Testere, Seven gibi unutulmaz seri katil filmleri izleyiciyi sadece korkutur.

İzleyiciyi korkutmayan, sadece başka pencereden bakmayı hissettirmeden sağlayan filmler de vardır elbette.Örneğin  V for Vendetta’da kahramanımız ülkesi için “kötüler”i öldürüp, özgürlüğe darbe vurmuş tüm suçluları sırayla yok ederken, izleyici bu katilden korkmamakla birlikte katilin cinayetlerinde yakalanmamasını dilemektedir.  Bu filmde katili izleyiciye iyi gösteren cinayetin haklı nedenlerini gösteren dramatik sahnelerdir. Her ne kadar V’nin başarmasını istesek de, cinayetlere karar verirken, cinayet işlerken ve sonrasında katilin psikolojisi üzerinde kafa yormayız. Sadece başarmasını isteriz. Çünkü  katil haklıdır, dünyada adaletin tecellisini gösteren bir objedir adeta.

Bununla birlikte cinayetin psikoloji üzerinde estetik bir şekilde duran yönetmenler olarak Michael Haneke ve Robert Bresson’u zikredebiliriz. Filmde katil, cinayeti işledikten sonra yaptığı eyleme başından geçen bir deneyim, tecrübe olarak bakar ve bunu estetik olarak değerlendirir. Neticede her iki yönetmen de izleyicide cinayetle ilgili müthiş bir merak uyandırmayı başarırlar. Bresson’un L’argent’inde katil, iyi yürekli bir aile babası iken ağır çekimle bir seri katil haline gelir. Biz de izleyici olarak katilin ruhsal değişimini merakla bekleriz.

Edebiyat ve sinema, cinayeti işlerken sanatseverleri olaya dahil etme adına cinayeti bir gazete haberine dönüştürmemek için katilin psikolojisini ve cinayetin çevresindeki hayatlar üzerindeki etkisini bazen ironi bazen de merak öğelerini kullanarak verirler. Bu durum seri katilleri işleyen korku-gerilim filmlerinde yoğun bir estetik kaygıyı da içinde barındırarak merak uyandırılmaya çalışılır. İzleyici hem korkmalı hem de cinayeti adamakıllı beğenmelidir. Böylece eylemsel olarak korkunç görünen cinayet, sanata dahil edildiğinde sanatseveri etkileyecek özelliklerle donatılmıştır. Kötülüğe meyilli olanın iç hesaplaşması öyle anlatılmalıdır ki insan, iyi olup olmadığını sorgular hale gelmelidir. Dimitri Karamazov’un insanlığa biçtiği zalim rol sinemasal ve edebi açıdan cinayet olgusunun işlenmesi gerektiği yeri bize en güzel şekilde özetliyor:

“Senin içinde de, senin gibi bir meleğin içinde dahi böyle bir böcek yaşıyor; damarlarındaki kanın köpürmesi bundandır. Bunlar gerçek fırtınalardır. Şehvet fırtınası basit bir fırtınadan daha şiddetlidir. Güzellik korkunç, feci bir şeydir. Korkunçtur, çünkü tanımlanamaz, tanımlanamaz çünkü Tanrı bize yalnız bilmeceler vermiştir. Şurada kıyılar birbirine bitişir, şurada ayrılıklar bir arada yaşar. Ben çok cahilim ama, bütün bunları çok iyi düşündüm. Korkunç denecek kadar çok sır var. Güzellikmiş! bundan başka herhangi bir insan hatta vicdanı yüksek zekası da parlak olan bir insan dahi, Hazreti Meryem’i kendisi için bir ideal olarak kabul edip başladığı halde sonunda Sodom’u bir ideal haline getirebilir. Ruhunda Sodom’u bir ideal olarak kabul edip de Hazreti Meryem’den de ideal olarak vazgeçmeyen insanın durumu daha da korkunçtur; yüreği yanar durur. Sözün kısası insan çok derin, hatta aşırı derin bir varlıktır, ben olsaydım onu biraz daha sığlaştırırdım”

Dimitri’nin anlattığı insanın çelişkisi yüzyıllardır sanata konu olmuştur. Bazen zamanı durdurmak, belki de bazen yaratımın hazzını yaşayıp Tanrı’ya meydan okuma niyetiyle yapılan sanat, yönetmen ya da yazar tarafından insanın varoluşundan bu yana içinde olduğu çelişki ve huzursuzluğun resmedildiği alan oluvermiştir.

Raskolnikov, Machbeth’in çilesi devam etmekte.

Yaratıcı yönetmen ya da yazar, karakterlerinin kaderini yazıp çizerken, Tanrı’nın yaratıcılığının keyfini sürerken bir yandan da kader- insan perspektifinde sorumluyu arar. İnsanın vicdanı, sorumluluğu nerede başlamakta ve insanın bu lanetli huzursuzluğunu sona erdirmesi kendi elinde mi olmaktadır?

Sanatçının varlık sebebi de ruha gedik açmak değil midir?

 

 

Zeliha Yurdaer

İZDİHAM