2 Mart 2016

Yunus Meşe, Münevver’in Dört Penceresi

ile izdiham

1. Gün

Kollarıyla oturduğu koltuğu arkadan kavrayarak iyice gerindi. Kalktı. Koridora çıktı. Dar pencereden süzülen güneş ışıkları koridora loş bir aydınlık bulaştırıyordu. Havada süzülen toz zerrecikleri gün ışığında belirginleşerek büyülü bir atmosfer oluşturuyordu koridorda. Omuzlarına dökülen kıvırcık saçlarını iki eliyle kavrayıp atkuyruğu yaptı. Bir süre o halde bekledikten sonra saçlarını kulaklarının arkasından sırtına doğru bıraktı. Aklı sohbet kutusuna düşen mektuptaydı. Pencereye doğru yürüdü. İki kanatlı pencerenin kanatlarından birini ardına kadar açarak içeriye dolan serin havayı ciğerlerine kadar çekti. Başını geriye doğru yatırıp vücudunun normal ritmine dönmesini bekledi. Sakinleştiğini hissettiğinde tekrar pencereden dışarıya baktı. Karşıdaki otobüs durağının camını bir seyahat acentesinin reklam afişi kaplıyordu. Münevver mektubu düşündü. Afişi okudu. Pencereyi kapatıp koltuğuna geri döndü.

2. Gün

Öğlen paydosuna az bir zaman kalana kadar masasındaki dosyalara gömüldü. Yorulmuştu ama yoğun çalışınca başka bir şey düşünemiyor bu sayede bir nebze de olsa rahatlıyordu. Son dosyayı da kapatıp kalktı koltuğundan. Koridora çıktı. Dar pencereden yine gün ışınları süzülüyordu. Pastırma sıcakları dedi kendi kendine ve ağır adımlarla loş koridoru geçti. Koridorun sonundaki küçük toplantı odasına girdi. Yıllardır temizlik yüzü görmemiş camları olan, ahşap çerçeveli bir pencereden dışarıya bakmaya çalıştı. Ahşap çerçeve yer yer küflenip yeşil bir renge bürünmüştü. Pencerenin önüne yaşlı bir ceviz ağacının dalları uzanıyordu. Ağacın arkasında siyaha boyanmış bir duvar yükseliyordu. Yapraklar sararmıştı ve dökülmeye devam ediyorlardı. Ağacın bazı dalları çıplak kalmıştı. Mektubu düşündü:

“Kararmış bir pencereden dünyayı görmeye çalışıyordum. Biliyorum büyük bir hataydı bu. Önce seni gördüm ve görmem gerekenleri görene kadar sana tutundum. Bana sarılabileceğini tahmin etmemiştim.”

Uzaktan neşeli çocuk sesleri geliyordu. Bu sesler kuytulaşmış yüzüne bir kat daha gölge düşürdü. Pencerenin koluna uzandı elleri. Açmaya cesaret edemedi. Geri geri yürüyerek çıktı odadan. Kapıyı çekene kadar gözlerini ceviz ağacından alamamıştı. Loş koridoru hızlı adımlarla geçti ve odasına ulaştı. Odasının tek penceresini de sıkı sıkıya kapamıştı ve perdeyi hiç aralık kalmayacak şekilde çekmişti. Masasına baktı. Sonra koltuğuna

3. Gün

Bir türlü şehrin tuhaf uğultusundan arındıramadığı evinden yine yorgun argın ayrıldı. Saçları dağınıktı. Bakımsızdı. Gözaltlarındaki mor halka gün geçtikçe genişliyordu. Gergin parmaklarıyla çantasını karıştırdı uzun süre. Sonunda aradığını bulmuştu. Sarı renkli sigara paketinden bir sigara çıkarıp dudaklarına yerleştirdi. Titreyen parmaklarını beceriksizce kullanarak, kibrit kutusundan bir kibrit çöpü çıkarıp sigarasını yaktı. Halinden memnun değilmiş gibi buruşmuştu Münevver’in yüzü ilk nefeste. İki sokak geçip çocuğunun bakıcısının evine ulaştı. Köşeye o evden görünmeyecek şekilde gizlendi. Kızı balkondaydı. İzledi. Kızının yola bakan yüzünü izledi. Gözlerini izledi. Sigarayı elinde unutmuştu. Attı. Bir tane daha çıkarıp yaktı. Kızına bir kez daha bakıp kaçar gibi yürümeye başladı.
Kurumun kapısına geldi. Adımları geri geri gidiyordu. Kızını düşündü sonra mektubu. Kapıyı açıp girdi içeri. Kurumun dört personeli vardı ve herkese bir oda tahsis edilmişti. Test odasının yanındaki odasına girdi. İçeride bir aile vardı. Onu bekliyorlardı. Hemen mesleki yüzünü takınıp dudaklarına bir tebessüm gözlerine bir ışıltı yerleştirdi. Çay söyledi onlara. Uzun uzun konuşmalarına izin verdi. Ne anlattılarsa dinledi. Çözüm yolları sundu kendince. Aynı tebessümle uğurladı. Masasına döndü. İki dosya daha gelmişti. İnceledi. Resmi yazıları yazıp dosyaları kaldırdı. Bilgisayarına döndü. Sohbet kutusunu açtı. Mektup ordaydı.

“Kanıyordum. Kendi yaramı kendim saramazdım. Elimden tuttun. Elinden tuttum ben de. Ama senin gibi değil. Fark etmedim yaramın sende kanadığını.”

Sonraki satırları okumaya gerek duymadı münevver. Tahmin edebiliyordu mektubun kalanını. “Özür diliyordu ama gitmek zorundaydı. Başkasını bulmuştu. Zaten münevverle olmak zorunda olduğu için birlikte olmuştu. Emindi o da bulacaktı bir başkasını.” ve benzeri cümleler.” Utancını gizlemenin aciz çabalarını barındıran satırlar. Damacana’dan bir bardak su aldı. Yarısını açıp kalanını ölmeye yüz tutmuş çiçeğe döktü. İhmal etmişti çiçeği. Kendine kızdı.
Koridora çıkınca çiçeği unuttu. Çocuğunun yüzü geldi gözlerinin önüne. Gözleri doldu. Dışarı çıkıp bir sigara daha yaktı. Çok içiyordu. Yoldan bir iki araç geçti. Karşı kaldırıma geçmeye çalışan iki küçük kız çocuğunun, yolun orta yerinde bekleyen sokak köpeğini görüp korkarak kaçışlarını görünce, gülümsedi gayri ihtiyarı. Durduğu yerden otobüs durağını görmeye çalıştı. Küçük bir kısmı görünüyordu. Tam görmek için eğildi ama göremedi. Sigarasını attı üzerine basmadı bu sefer. Koridorun sonundaki 1. Penceresine döndü. Durak şimdi tam karşısındaydı. Afişe büyük harflerle basılmış firma ismini okudu. Kaydetti. Numarayı okudu. Kaydetti. Pencereyi kapattı

4. Gün

İki bilet almıştı afişte ismi geçen firmadan. Küçük bir seyahat planlamıştı. Bakıcının evinin önündeydi. Gidemedi. Gizledi yine kendisini. Kızına bu halde görünmek istemiyordu. Balkona baktı. Kızı yine oradaydı. Sokağa bakıyordu. Belki beni bekliyordur Diye düşündü. Daha fazla duramadı. Başını öne eğip kaldırım taşlarını izleye izleye çalıştığı kuruma doğru yürümeye başladı. Mendil satan bir çocuk kesti yolunu. Cebindeki bozuklukları uzatıp, mendil almadan devam etti yoluna.

Hava kapalıydı. Boğucuydu. Pastırma sıcakları beklenenden çabuk geçmiş, güneş kapatmıştı yüzünü. Güçlükle nefes alıp verebiliyordu. Boynundaki fuları gevşetti biraz ama çare olmadı. Ellerini trençkot’unun cebine koyup yürümeye devam etti. Kurum kapısından içeri girdi. Koridor iyice karanlıklaşmıştı. Duvara gömülmüş düğmeye dokundu. Cılız bir ışık sinir bozucu bir cızırtıyla birlikte koridora yayılmaya başladı. Tahammül edemeyip düğmeye dokundu tekrar. Koridor eski halindeydi.

Mutfak olarak kullanılan odaya geçip bir kahve yaptı. Mutfağın karşısındaki test odasına girdi. Odasına girmemek için oyalanıyordu. Pencereye gitti. Kapalı duran perdeyi aralayıp baktı. Pencere bir okul bahçesine bakıyordu. Perdeleri çekip pencerenin iki kanadını da ardına kadar açtı. Çocuk sesleri doldurdu odayı. “Ceviz ağacını izlerken duyduğum sesler bu okul bahçesinden geliyor olmalı” diye düşündü. Okulun bahçesinde koşuşturup duran çocukları izledi. Çoğunlukla kız çocuklarını. Baktı, baktı, baktı. Kahvesi soğumuştu. O pencerenin önünde ne kadar kaldığını bilemedi. Çok da durmadı üzerinde. Mutfağa geçip soğuyan kahvesini döktü. Odasına döndü. Masasının üzerinde bir zarf duruyordu. Mahkeme tebligatıydı. Açtı. Boşanma davası açmıştı eşi. Satırlar üzerinde gayesizce dolaştırırken gözlerini, bir ifade dikkatini çekti: “şiddetli geçimsizlik”

Dudakları buruk bir tebessüm doğurdu Münevver’in. Zarfı ve tebligat kâğıdını yırtıp çöpe attı. 4. Penceresine gitti. Sıkı sıkı kapalı duran perdeyi biraz daha gerdi. Odada duramadı. Koridora çıktı. Birinci pencereden baktı bir müddet karşıdaki durakta genç bir çift el ele tutuşmuş bekliyorlardı. Elleri yandı Münevver’in. Seyahat Acentesi’nin afişini yırtmıştı birileri. Anlamsız bir iki parça kalmıştı geride. Duramadı. Toplantı odasına gitti. Kirli camdan ceviz ağacına baktı. Uç dallarda bir iki yaprak duruyordu. Ağaç çıplaklaşmıştı. Başını biraz daha uzatıp yere baktı. Yapraklar çürüyordu. Bakamadı daha fazla. Odasına döndü. Bir kez daha gerdi dördüncü pencerenin hiç açılmayan perdesini.

Çocuğunu düşündü

Çocuğunun yüzü geldi gözlerine

Koltuğa yığıldı münevver. Gözlerinden doğan bir sıcaklık iki ince çizgi halinde yanağından çenesine doğru uzanıyordu.

 

Yunus Meşe
İZDİHAM