24 Ağustos 2016

Yücel Kayıran, Kapital’i Okumak

ile izdiham

“Modern kötülüklerin yanı sıra, dünün mirası olan bir sürü kötülüklerin; çok eski üretim biçimlerinin alttan alta hâlâ sürüp gitmelerinden doğan ve bunların kaçınılmaz olarak beraberinde getirdikleri çağdışı toplumsal ve siyasal ilişkilerin altında eziliyoruz. Yalnızca yaşayanlardan değil, ölülerden de acı çekiyoruz. Le mort saisit vif!”

“Kapital’i Okumak” ifadesi, artık sadece Louis Althusser’in Kapital’i Okumak kitabına işaret etmiyor, aynı zamanda, Kapital’in içeriğini ve yöntemini problem nesnesi edinen başka okuma pratiklerine de işaret eden bir “özel kavram”. Bu ifade, örneğin Fredric Jameson’ın Türkçeye yeni çevrilen Kapital’i Sahnelemek kitabına da imleyen bir kavram durumunda. Sözünü ettiğim “okuma pratiği”nin, tematik okuma bağlamı çerçevesinde, felsefi bir determinizm “disiplinine” dönüştüğünü belirtmek gerekir. Kapital’i okuma determiniziminin başlangıç vuruşu, kuşkusuz Althusser’e ait. Bilindiği gibi, Kapital’i Okumak, 1964-1965 yıllarında gerçekleştirilen bir konferansta Althusser, Étienne Balibar, Roger Establet, Pierre Macherey, Jacques Rancière’in sunumlarını içerir.

Bir Kapital kitaplığından söz etmek artık mümkün. Marx’ın Kapital’i, Althusser’e Karşı Marx İçin (Ernest Mandel), Marx’ın Kapital’i İçin Kılavuz (David Harvey), Marx’ın Kapital’i (Ben Fine, Alfredo Saad-Filho), Marx’ın Felsefesi (Étienne Balibar), Marx Ötesi Marx (Antonio Negri), Kapital’in İzinde (Nail Satlıgan, Sungur Savran, E. Ahmet Tonak), Marx’ın Kapital’inin Oluşumu (Roman Rosdolski) ve Kapital’i Sahnelemek (Fredric Jameson), Türkçedeki sözünü ettiğim bağlamda yer alacak diğer kitaplar. Bu kitapların hepsi, “felsefi okumaya” dayanmıyor; içlerinde “politik” ve “iktisadi” okuma örnekleri de var. Her disipliner okuma, kendi bağlamsal tarihini oluşturan bir okumadır. Nitekim Jameson, Karl Korsch’un Karl Marx adlı çalışmasına dikkat çekiyor. Söz konusu olan, Kapital’i okumak probleminin determinizmi bağlamında bir geçmiş oluşturmak olursa, oraya Lenin’in Felsefe Defterleri ile György Lukács’ın Tarih ve Sınıf Bilinci’ni de eklemek gerekir. Determinizm kavramını, sosyolojiden gelen “gelenek” teriminin kullanımı yerine önerdiğimi belirtmeliyim.

Masum bir okuma yoktur
Kapital’i Okumak, Althusser’in 20. yüzyıla vurduğu bir soğuk damgadır; hem Marksizm’in tarihindeki teorik momenti, hem de Fransız felsefesi ile 20. yüzyıl felsefesinin dinamikleri bakımından. Althusser, Nazizm ve faşizmin Marx’a yönelik ilgiyi Avrupa’da neredeyse yirmi yıl boyunca yok ettiği bir dönemin sonucunda, yani entelektüellerin artık Marx’ı merak etmediği bir dönemde, (ki söz konusu dönemde Fransız entelektüel kesiminin ilgi odağında olanın, genelde varoluşçuluk, özelde ise Heidegger’in olduğunu unutmayalım) “Kapital’i okumak” sorunsalıyla, Marx’ı felsefi ve entelektüel ilginin merkezine yerleştirir.

Burada ayırıcı olan, Althusser’in, Freud ilhamla geliştirdiği “okuma teorisi”dir: Her konuşma ve dinlemenin ne anlama geldiğinin masumluğu altında bilinçdışı söyleminin suçluluk yüklü derinliği vardır. Dolayısıyla Althusser’e göre, masum bir okuma yoktur. Her okuma, okunan metinde konuşan anlatıcının, anlattığı şeyle, yani nesnesiyle ilişkisinin ne olduğunu sorgulayan bir okumadır. Metnin dile getirdiğini değil, metinde konuşanın dolaysız olarak gördüğünü gören bir okumadır bu. Yani okumak, metindeki gizli anlamı keşfetmek, metnin gösterdiğinin ötesine geçmek demektir. Örneğin, der Althusser, 1844 Elyazmaları’nın Genç Marx’ı, insanın özünü, dolaysız olarak, onun yabancılaşmasının saydamlığı içinde görmüştür. Dolayısıyla Althusser, “Kapital’in nesnesi nedir” sorusunun analitiğini, metinde konuşan anlatıcının bu nesneyle ilişkisinin ne olduğunu irdeleyerek yapar. Nitekim Althusser, böyle bir okumanın sonucunda, bir yandan “genç Marx”, “olgun Marx” kavram ayrımlarına ulaşacak ve bu ayrımı da “epistemolojik kopuş” teziyle temellendirirken, diğer yandan da, yukarıda andığım diğer dört yol arkadaşıyla birlikte Kapital’in içerdiği felsefenin neliğini tanımlayacaktır. Althusser’in okuma teorisi, bir yöntem teorisi içerir.

Kapital’le ilgili bir diğer önemli okuma ve çalışma ise Roman Rosdolski’ye ait. Rosdolski’nin, Marx’ın Kapital’inin Oluşumu adlı kitabı, Althusser’in çalışmasıyla neredeyse eş zamanlıdır: 1968. Rosdolski, teorik olarak göz ardında kalmış çok önemli bir problemi, Marx’ın Kapital’deki yöntemi problemini, teorinin gündemine kazandırır. Ernest Mandel’in ifadesiyle söylersek; “Kapital spontane yaratının sonucu ya da Marx’ın ansızın iktisadi meselelere ilgi duymasının bir ürünü değildir.” Göz ardı edilemeyecek bir eleştirinin geri püskürtülmesidir Rosdolski’nin çalışması: Belli bir yöntemin ürünü olmayan hiçbir çalışma bilim ve felsefe bakımından değerli değildir. Nitekim Rosdolski’nin belirttiği üzere, yüzyılın ortasındaki kimi eleştirel çalışmalar, Marx’ın, yalnız içerikle ilgilendiğini ve onun yöntemine karşı tam bir kayıtsızlık içinde olduğunu” dile getirir. Oysa Rosdolski’ye göre, Kapital’in felsefi bir yöntemi vardır ve bu yöntemin ne olduğuna, Marx’ın mektuplarının birinde yer alan şu pasaj ışık tutar: “Bazı hoş gelişmeler kaydediyorum; örneğin, önceden anlaşıldığı şekliyle tüm kâr teorisini bir kenara bıraktım. Yöntemle ilgili olarak, bir rastlantı sonucu Hegel’in Mantık kitabının sayfalarını yeniden karıştırmak bana büyük yarar sağladı.” Rosdolski, Lukács ile Lenin’in de bu ilgiye dikkat çektiğini vurgulamakta: “Marx’ın Kapital’ini, Hegel’in Mantık’ının tümünü inceleyip anlamadan kavramak tamamen imkânsızdır.” Sözü edilen, Althusser’in de dikkat çektiği “dolayımsız”, “dolayım”, “fenomen”, “görünüş biçimi”, “öz” kavramlarıdır. Antik felsefenin terimleriyle söylersek, Marx, Platoncu bir güzergâhta yer almaktadır. Rosdolski’nin saptamasına göre, Marx, bu yöntemi uygulamak için on dört “taslak çerçeve ve çerçeve notları” kaleme almıştır. Rosdolski’yi bu keşfe götüren ise, Ham Taslak’ın, yani Grundrisse’nin 1948’de ender kopyalarından birini görmüş olmasıdır.

Marx’ın argümanlarından kopuş
David Harvey’in, Marx’ın Kapital’i İçin Kılavuz’u, Kapital’in birinci cildi üzerine bir okuma. Kitap, Harvey’in belirttiğine göre, küresel krizin, Marx’ın analizine yönelik yeni bir ilginin ortaya çıkması üzerine kaleme alınmış. Harvey’in Kapital okuması, denilebilir ki, kültürel, dolayısıyla en ‘keyifli’ Kapital okumalarından birini oluşturmaktadır. Harvey’in, Kapital okuması, bir yandan, onun hangi bölümünün şimdiye kadar kim tarafından nasıl yorumlandığını serimlerken, diğer yandan, onun etkilendiği ve etkilediği metinlere atıf yaparak, onlarla bağlantı kurması pratiğine dayanıyor. Bununla birlikte polemikten uzak bir metindir Harvey’in okuması. Örneğin Harvey’e göre, “meta fetişizmi”, Marx’tan katı bir siyasal-ekonomik teori çıkarmakla ilgilenenlerin pek ciddiye almadıkları bir bölüm iken, Marx’ın felsefi ya da edebin yönüyle ilgilenenlerin altın madeni muamelesi yaptıkları bir bölümdür. İkinci duruma da bir örnek vermek gerekirse: Harvey, Foucault’nun, Hapishanenin Doğuşu gibi “mekânsal organizasyon”a ilişkin yapıtları bakımından Marx’tan feyz aldığı gün gibi ortadadır. Çünkü ona göre zamansallık gibi mekânsallık sorunu, Marx’a ait bir keşiftir. Nitekim Marx, “dehşet evi” imgesinden “işevi” biçiminde gerçekleşen “fabrika”nın açıklamasını yapacaktır. Yani Harvey’e göre, Foucault’nun çalışması, “Marx’ın argümanlarından bir kopuş olarak değil, bu argümanların devamı olarak okunmalıdır.” Oysa Foucault, Marx’ın tersi bir düşünür olarak görülmektedir.

Sürpriz olan, Fredric Jameson’ının da Kapital’in birinci cildini okumuş olması: Kapital’i Sahnelemek. Hemen söylemek gerekir ki, bu, oldukça stratejik ve tahrik edici bir kitap. Jameson’un Kapital okuması, alt-katmanda Althusser’le bir polemik; bu bir. İkinci strateji ise, Jameson’ın, Kapital’in, “aslında işsizlik üzerine bir kitap” olduğunu ileri sürmesinde ortaya çıkıyor. Başka stratejiler de var, tanıtım bağlamında bu ikisi üzerinde durmak yeterli.

Althusser, tekrar gündeme geliyor. Örneğin Jameson’un Althusser’e hitap biçimi (“Althusser’in bazen oldukça saçma bir şekilde yaptığı gibi” ifadesi mesela) oldukça kışkırtıcı. Bununla birlikte, Jameson’ın, Althusser’e yönelik eleştirisinin, biraz retorik içerdiğini de belirtmek gerekir. Örneğin Jameson, Althusser’e karşı çıkarak yabancılaşma teorisinin Kapital’de de devam ettiğini söylerken, devamında “aynı zamanda ona katılıyorum, bu teori, Kapital’de felsefi olmayan bir boyuta dönüşmüştür” diyor. Oysa Althusser, felsefi bir okuma yaptığını, yaptığının tarihçinin veya iktisatçının yaptığı bir okuma olmadığını, analizinin henüz başlangıcında belirtir.

Jameson, “Kapital’in işsizlik üzerine bir kitap olduğu” tezini ise, Kapital’in “İşgünü” bölümüne dayanarak ileri sürer. Ona göre bu bölüm, iş hakkında değil, tam tersine işin imkânsızlığı ve yılgınlığın eşiğindeki beden hakkındadır.

Kapital’i Sahnelemek, sanırım Jameson’ın Türkçede soluk soluğa okunan ender kitaplarından biri olsa gerek; bir üst-metin olmasına rağmen. Bana öyle geliyor ki, kitabın, böyle soluk soluğa okunmaya fırsat verir bir halde yazılmış olması da, Jameson’ın söylemsel stratejisini oluşturmakta.

Türkiye’de Kapital
Kapital’in iktisadi bakımdan okunması, onun içerik bakımından okunması anlamına gelir; böyle bir okuma da, Kapital’in içeriğinin, kapitalizmin gelişim evrelerine göre yorumlanmasıdır. Nail Satlıgan, Sungur Savran, E. Ahmet Tonak’ın Kapital’in İzinde kitabını anmak gerekir.

Althusser’in açtığı ayrımı izleyerek belirtmek gerekir ise, Türkiye’deki akademik felsefenin Kapital’e karşı ilgisizliğinin altını çizmemiz gerekir. Bu ilgisizliğin, Soğuk Savaş geriliminden bağımsız olmayan nedenini anlamak mümkün. Reel sosyalizmin çöküşünden sonraki ilgisizliğin nedenini, rasyonel temellere dayanarak açıklamak pek mümkün değil. Yaygın popülist propagandanın söylemiyle, “demode” bir durumdan söz edilebilecektir. Fakat “demode” ifadesi, felsefi bakış tarzını dile getiren bir kavram değildir. Felsefi yaratıcılık, “demode” olarak görüleni, “modern” hâline getirir, elbette ki felsefi yaratıcılık söz konusu ise. Mevcut durum, Marx’a ve Kapital’e karşı uygulanan bir akademik sansürü dile getirmiyor ise eğer, Türkiye’deki akademik felsefenin, Soğuk Savaş yıllarının oluşturduğu gerilimin ruhani zırhından kurtulması gerekir.

Marx’ın, Kapital’in, “Almanca Birinci Baskıya Önsöz”ünden bir alıntıyla bitiyorum: “Modern kötülüklerin yanı sıra, dünün mirası olan bir sürü kötülüklerin; çok eski üretim biçimlerinin alttan alta hâlâ sürüp gitmelerinden doğan ve bunların kaçınılmaz olarak beraberinde getirdikleri çağdışı toplumsal ve siyasal ilişkilerin altında eziliyoruz. Yalnızca yaşayanlardan değil, ölülerden de acı çekiyoruz. Le mort saisit vif!”

Yücel Kayıran

İZDİHAM