2 Mayıs 2017

Yu Hua’nın ‘Yaşamak’ kitabı, Türkçeye Çevrildi

ile izdiham

Çin Edebiyatı’nın en önemli yazarları arasında gösterilen Yu Hua’nın ‘Yaşamak’ kitabı, ilk yayımlandığı yıl olan 1993’ten yirmi üç yıl sonra Türkçe’ye çevrildi. Eserin bu kadar geç çevrilmesinin sebebi olarak ne gösterilir bilmiyorum; ancak yayımlandığı yıllarda yasaklanması, daha sonra kitabın sinemaya uyarlanmasıyla birlikte filminin de yasaklanması, aslında bu kitabın kıyıda köşede kalmış bir eser olmadığını gösteren ipuçlarıdır. Sanırım ülkemizle Çin’in gerek dil, gerek coğrafya, gerek yaşamsal yönden uzak olması bu eserin dilimize kazandırılmasını geciktirmiş.

‘Yaşamak’, 2016 yılında Jaguar Kitap’tan yayımlanmış. Jaguar Kitap son zamanlarda iyi eserleri dilimize kazandırarak Türk Edebiyatı’na olumlu yönde etki ediyor. Kitabı Bahar Kılıç Çince aslından çevirmiş. Bunu değerli bir şey olarak görüyorum; çünkü eserler ana dili dışında farklı dillerden Türkçe’ye kazandırıldığında, edebi anlamda mutlaka kayıplar yaşanıyor. Bu yüzden ‘Yaşamak’ta edebi anlamda bir kayıp göze çarpmıyor. 205 sayfadan ve tek bölümden oluşan kitap, köy köy dolaşıp halk şarkıları derleyen bir gezginin, Fugui’nin köyüne geldiğinde onunla konuştuklarından ve başkarakter Fugui’nin çocukluğundan yaşlılığına kadarki dönemi kendi ağzından anlatmasından oluşuyor.

“Ben, bizim Xu ailesinin mirasyedisiyim. Babamın deyimiyle, ben onun günahıyım. Birkaç yıl özel bir mektepte okudum. Uzun bir cüppe giyen hocam, bir keresinde bana bir paragraf okuttuğunda çok mutlu olmuştum. İplik ciltli Bin İm Klasiği kitabımı elime alıp ayağa kalktım ve öğretmenime dönüp şöyle dedim: ‘İyi dinleyin, babanız size bir paragraf okuyacak!’ Daha sonra, altmışını aşmış hocam babama dedi ki: ‘Sizin bu oğlan büyüdüğünde, olsa olsa baş belası olur.” şeklinde kendini tanıtan Fugui, gençliğinde gerçekten tam bir baş belası oluyor. Ailesinden kalan parayı kumarda kaybeden, karısına ve kızına kötü davranan, onları döven, babasıyla ve ailesiyle iyi geçinemeyen Fugui’nin hayatındaki kırılma noktası, kumarda bütün mal varlığını kaybetmesi oluyor. Bu olaydan sonra tamamen değişen ve ailesine daha bağlı olan Fugui, ölümüne kadar binbir zorluk ve fakirlikle mücadele ediyor. Eski halini ise “Şimdi düşününce canım yanıyor. Gençken çok aşağılık bir adamdım. O böylesine mükemmel bir kadındı ve ben onu dövdüm, ona sövdüm. Ama ne yaparsam yapayım ayağa kalkmadı Jiazhen. Sonunda ona vurmaktan yoruldum. Saçı başı dağılmış, gözyaşlarına boğulmuştu. Az önce kazandığım bir tomar parayı orada durmuş bizi izleyen iki adamın eline sıkıştırdım ve Jiazhen’ı dışarı attırdım. Onlar çıkarlarken, ‘Beyler, ne kadar uzak olursa o kadar iyi,’dedim” şeklinde belirtiyor.

“Eskiden, bütün gün miskin miskin dolanır, gayesizce yaşardım. Her sabah uyandığımda tek endişem, bugünü nasıl geçirmeliyim diye düşünmek olurdu.” diyen Fugui, her şeylerini kaybettikten sonra bir daha hiçbir zaman refaha kavuşamıyor. Üstelik bir iş için kasabaya gittiğinde bir anda askere alınması ve iki sene sonra köyüne dönebilmesi, bu bölümde anlatılanlar, bize Çin’deki askeri hayatın o zamanlar ne kadar etkin ve askerin ne derse o olduğunu, karşı çıkma gibi bir ihtimalin olmadığını ve insanların ne uğruna savaştıklarını dahi bilmediklerini bize gösteriyor: “Sipere varınca Yaşlı Quan’i yere bıraktık. Ellerimle sırtımdan akan kanı durdurmaya çalışıyordum. Sırtı ıslanmıştı ve sıcacıktı. Oluk oluk akan kan parmaklarımın arasından süzülüyordu. Yaşlı Quan gözünü kırptı, sanki bizi görmek istiyordu ve dudakları titredi. Boğuk bir sesle, ‘Burası neresi?’ diye sordu. … Çatlak sesiyle, ‘Öleceğim yerin adını bile bilmiyorum,’ dedi.”

Yayımlandığı zamanlarda yasaklanan birçok kitap vardır, olmuştur. Bazı kitapların neden yasaklandığını anlamamız zordur. Ancak bazı kitaplar ne için yasaklandığını belli eder. ‘Yaşamak’, ikinci tür kitaplardan. Yu Hua, birçok yerde Çin Komünist rejimi hakkında, toplumsal hayat ve kişiler bazında eleştirilerini sunmaktan geri kalmıyor. Bunları romanın içinde gayet başarılı bir şekilde eritiyor ve rejimin başta savunduğu şeylerin tam tersini daha sonra insanlara nasıl dayattığını da satırlarına yansıtıyor: “Köydeki bütün kuzular kesilmiş ve yenmişti. Geriye sadece üç öküz kalmıştı, onlara da tarlaları sürmek için ihtiyaç vardı. Tahıl stoku bile bitmek üzereydi. Yoldaş Başkan yiyecek bir şeyler getirebilmek için defalarca komüne gitti. Her seferinde yanında on delikanlıyla birlikte döndü. … Başkan komünden son dönüşünde bir duyuru yaptı: ‘Yarından itibaren yemekhane kapanacak. Herkes kasabaya inip tencere tabak alırsa iyi eder. Eskiden olduğu gibi, her aile yemeğini kendi pişirecek.’ Bir zamanlar başkanın bir sözüyle bütün tencerelerimiz çanaklarımız parçalanmıştı, şimdi yine onun bir sözüyle yenilerini almak zorundaydık…”

Kitapta birbiriyle bağımlı iki tane amaç var: Biri siyasi yönetimin yaptığı yanlışları (Fugui’nin gözünden) eleştirmek ve bu yanlışların getirdiği sonuç olan açlığı ve yoksulluğu okura sonuna kadar hissettirmek. Özellikle yoksulluğu ve açlığı anlatırken çok başarılı olmuş yazar. Knut Hamsun’un ‘Açlık’ kitabından ziyade, “Öyle zamanlardı ki, birisi hayatınız karşılığında size bir çanak pilav teklif etseydi, birden çok alıcısı çıkardı” diyerek George Orwell’ın ‘Paris ve Londra’da Beş Parasız’ adlı kitabına benzer bir hissi okura geçirme çabası görüyorum.

Kitabın dili oldukça akıcı. Bunda çevirmenin başarısı şüphesiz ki inkâr edilemez. Fakat bazı aksaklıklara da değinmek istiyorum: Salinger’in ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ kitabındaki kadar olmasa da, bu kitapta da dublajlı bir Amerikan filmi izliyormuş havasına kapıldığım yerler oldu. Bunların daha dikkatli bir çeviriyle yok edileceğini düşünüyorum. İkinci eleştirim, kitapta bazı yerde zamansal tutarsızlıklar olması. Bu çok rahatsız etmese de zaman zaman geriye dönüp durumu anlamaya çalışmamız gerekebiliyor. Kitabın çevirisiyle ilgili üçüncü eleştirim ise aynı bölüm içinde gereksiz özne kullanımı ve bundan kaynaklanan, anlatımın sekteye uğrama durumu. Örneğin; art arda gelen iki üç tane cümleye sürekli ‘Fugui… Fugui… Fugui…” diye başlamak kulak tırmalayabiliyor. Belki üçüncü eleştirim kitabın aslında da böyledir, bilmiyorum. Ancak düzeltilmesi okuma temposuna artı bir değer katacaktır.

Haruki Murakami hakkında bir eleştiri yapılır: Bir Japon gibi değil, bir Avrupalı gibi yazıyor, şeklinde. Kendi kültüründen ziyade Batı kültürüne sırtını yaslayarak kitaplarını yazdığı söylenir. Hatta daha da ileri gidilerek Nobel ödülünü almak için bunu yaptığı belirtilir. Bunlar kişisel yargılar. Murakami kim gibi yazıyor bilmiyorum; fakat Yu Hua bir Çinli gibi yazmış ‘Yaşamak’ı. Özellikle karakterlerin içsel hayatlarını ve psikolojilerini kâğıda yansıtış şeklinde bir Avrupalı değil bir Uzakdoğulu gördüm ben. Bu da kitabın başarısını artırmış ve bizleri Çin Edebiyatı hakkında bir fikir sahibi etmiş.

Fugui’nin sırasıyla oğlunu, karısını, kızını, damadını, en sonunda da torununu kaybetmesi ve bunların bazılarının oldukça dramatik ölümler olması, yazarı, karakterin psikolojisini oluşturmada zorlayacak şeyler olsa da Yu Hua bu işin altından ustalıkla kalkmış ve sanki bütün yakınlarını kaybeden biri gibi bu ölümleri Fugui’nin bakış açısından aktarmış. Aslında kitapta geçen bütün karakterlerin tasvirinde yazar, yüzeysel davranmamış ve görece kısa bu romanında her karaktere gerektiği kadar yer vermiş.

Kitabın ikinci yarısından itibaren artan bir tempo okuru kitaba bağlıyor. Fakat yazarla ilgili bir eleştirim olacak. Fugui, oğlunu okutabilmek için kızını evlatlık verdikten sonra, Fengxia’nın, kaçıp eve gelmesini çok çabuk geçiştirmiş yazar. Bu kısım biraz daha incelenmesi, en azından evlatlık verilen ailenin kısa da olsa olaya dâhil olması gerekirdi.

Sonuç olarak, bütün eksiklerine rağmen sağlam bir eserle karşı karşıyayız. Eleştirinin, bir romanın içinde nasıl eritileceğini gösteren sağlam yapıtlardan ‘Yaşamak’.

Mehmet Akif Öztürk değerlendirdi

İZDİHAM