28 Aralık 2017

Vatan Kitap Genel Yayın Yönetmeni Buket Aşçı Gürel Vefat Etti

ile izdiham

Gazeteci, yazar Buket Aşçı yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak hayata veda etti.

Gürel’in cenazesi yarın Levent Camii’nde kılınacak öğle namazına müteakip Kilyos Mezarlığı’na defnedilecek.

Ekim 2016’da kanser teşhisi konulan Buket Aşçı Gürel, 19 Aralık’ta yoğun bakıma alınmıştı.

Gürel, Vatan Kitap’ta Mayıs ayında yayınlanan son yazısında hastalığını anlatmıştı.

İtimat

Galiba en iyisi bir çırpıda söylemek. Doktorların yaptığı gibi. Ekim’den beri kanser tedavisi görüyorum ve biraz daha yolum var.

Organ nakilli olduğum için rutin kontrollere gitmiştim hastaneye. Ama boynum nasıl ağrıyor, anlatamam. Bir değerim yüksek çıkıyor, hemen yatırıyorlar. “Hazır hastaneye yatmışken bir de şu miyoma baktırayım” diyorum; 10 ay önce iki doktor teşhis koymuştu, acelesi yoktu, aldırmasam bile olurdu. Ama muayene sırasında öğreniyorum ki, 4 cm’lik miyom 8 cm olmuş. “Bu hiç normal değil” diyorlar; “tümör olabilir.” Birkaç güne kadar bu cümle daha netleşiyor; ortada bir kanser var. Biyopsi de öyle diyor.

Apar topar tekrar hastane… PET-BT çekiminin sonucu ise kabus gibi. Hastalık metastaz yapmış. Kas ağrısı sandığım o ağrı da meğer kemik ağrısıymış. Hani, birkaç gün daha geç kalsam ya da bindiğim araba yolda bir çukura sert girip çıksa boynumdan aşağısı sakat kalacakmış. İki omurun omuriliğe girmesine ramak kalmış. Girse her şey bitecek. Acil ameliyat diyorlar.

Tablo böyle. Sadece “Bana neler olmuş böyle” diyebiliyorum. Çünkü düzenli sağlık kontrollerinden geçen biriyim. Sağlıklı besleniyorum. Fast-food’u senede belki bir belki iki kere yerim. Spor yaparım. Bu yüzden anlamakta zorlanıyorum, “Nasıl yakalayamadık bunu?” diyorum. İçlerinden biri “Her şey son altı ayda olmuş, yakalanması çok zormuş” diyor. Sonra da ekliyor; “Bu altı ayda siz ne yaşadınız?”

Sahi, son altı ayda ben ne yaşamıştım? Belli ki, hissettiklerim yaşadıklarımdan daha fazlaymış.

Ama şimdi bunların sırası değil. Hem de hiç. Zira boynum çok ağrıyor, Doç. Dr, Çağatay Öztürk ise beni bir an önce ameliyata almak istiyor, geçen her dakika aleyhime… Onun burada olması ise büyük şans. Verilmiş sadakam varmış. Kendisi ortopedi ve travmatoloji cerrahisinin en iyilerinden. O yüzden “iyi olacağım elbet, bak doktor ayağıma gelmiş” diyorum. Zorla da olsa gülüşüyoruz. Belli ki durum vahim!

Ama ameliyat sonrası her şey harika, ayak parmaklarımı da oynatmışım. Artık boynum ağrımıyor onun yerine perişanım. Hastane odam ise dolup dolup boşalıyor. Yine de halim olmadığından kimseyle görüşmüyorum ve bu çok sık oluyor. Zira çok sinirliyim; yanımdan bir dakika bile ayrılmayan eşimi ve ailemi haşlayıp duruyorum. Hemen ardından gelen vicdan azabı da cabası! “Hasta yakını olmak ne zormuş!” diyorum.

Göremeyecek olmalarına rağmen gelenler kapıda. Dua ediyorlar, iyi dileklerde bulunuyorlar, bir arkadaşım “Müslümansın ama senin için kilisede mum yaktım” diyor, seviniyorum. Annemse camide Kuran okutuyor. Telefonda bir ses; Merve (Yenidoğan), insan kaynakları müdürümüz; “Buket Hanım hiç merak etmeyin Vatan ve Milliyet Gazeteleri arkanızda”. Ahmet Ümit ise, hastaları ve çalışanları kıramayıp bir köşede imzaya oturmuş bile. Bir arkadaşım bir günlüğüne gelmiş başka şehirden. Çalışma-çalışmama arkadaşlarım, yazdıkları gibi güzel yazarlar, yayıncılar, kitap ekinin yazarları. Hepsi “hiçbir şey için endişelenme buradayız” diyor. Artık gözyaşlarımı tutamıyorum, demek ki, bir yerlerde bir şeyleri doğru yapmışım, insan biriktirebilmişim.

Aklıma rahmetli Leyla Umar geliyor, böyle durumlarda teşekkür kartları yazardı. Ben de kimlere neler yazacağımı düşünüyorum; Erdoğan Demirören’e, Meltem Onat’a, Ceo’muz Emrah Kurtoğlu’na, Yayın Yönetmenim İsmail Yuvacan’a. Ama yazamıyorum çünkü çok yorgunum ve ağrımlarım var.
Bir hasta bakıcı dayanamayıp bir yakınıma sormuş; “Buket Hanım kim?” diye. Malum burası Liv Hospital. Ünlülerin tercihi. (Haklılar da beş yaşından beri hastanelerdeyim bu kadar sistemlisini görmedim.) Sanırım aldığı cevapla kafası karışmıştır kadıncağızın.

Bir hafta sonra kemoterapi başlıyor. Artık doktorum Prof. Dr. Duygu Derin. Bir kuaför çağırıyoruz, belimdeki saçlarımı önce omzuma indiriyoruz. Dökülmelerini görmek istemiyorum. Bir süre sonra da üç numaraya vurduruyorum.

Hastaneden çıkıp rutin kemoterapiye başlayınca da iyi yaptığımı anlıyorum. Saçlarım, kirpiklerim, kaşlarım dökülmeye başlıyor. Diğer kanser hastaları ne yaşıyorsa ben de onu yaşıyorum. Belki biraz fazla, belki biraz eksik.

Zihnimde ise hep kartlar var, yazıp duruyorum teşekkürlerimi. Ama bir kart var ki; ne yazsam hep eksik kalıyor ya da her yazdığım klişe. Bir telefonumla itinayla kurduğu yaşamını bırakıp gelen Özlem Akalan için yazdıklarımı hiç ama hiç beğenmiyorum. Silinmekten kart eskiyor, yeni birine başlıyorum. Böyle böyle zihnimdeki çöp tenekesi dolup taşıyor. Akıl çelecek tüm tekliflere rağmen kariyer oyunlarına pabuç bırakmayan biri o. Kitapların dünyasına çekilen… Şehrin gürültüsünden, keşmekeşinden, trafiğinden kaçıp evine sığınan. Ama herkesin hasta ve hastalık gördü mü kaçtığı bu dönemde trafikten daha beter bir şeyi yaşamına alıyor! Bir kanser hastasını. Yani onun ağrılarını, mide bulantılarını, hezeyanlarını…

Ve bu süre içinde adeta elim ayağım oluyor VatanKitap’ta. Diyorum ki; “Kitap ekini yapması için deneyimli bir gazeteciye ihtiyacımız var?” “Anladım, tamam” diyor ve hemen geliyor. Zaten kendisi yazarımız. Basının tepe noktalarında çalışmış işi bilen biri. Bundan iyisi Şam’da kayısı! Onsuz ne yapardık, inanın bilmiyorum.

“Kim ne yazar, ne yazmaz, kapak ne olur” toplantılarından sonra gazetede elim-ayağım da oluyor, sabrım da. Ben de hiç düşünmeden işimi, ekmeğimi, geleceğimi -varsa bir geleceğim- bir başkasına emanet edebilmenin huzurunu yaşıyorum. İtimat edebilmenin huzuru bu.

Son sekiz ayda Özlem’le simgeleşen bir şey var benim için; dostluk! Küçük hesaplar uğruna insanların, dostlukların harcandığı bu çağda, beni hayata biraz da bu bağlıyor. Ne yalan söyleyeyim sanki yitirilen bir itimat yeniden inşa oluyor.

Şimdi bedenen de işe geri döndüm. Şu an, ofis odamın penceresinden dışarı bakıyorum. Manzaram harika. Özlem ve “hep seni masanda çalışırken hayal ederek avundum” diyen görsel yönetmenimiz Canan’la (Şeker) birlikte bir şeyler konuşuyorlar. Az sonra “kızlar hadi bir çay içelim” diyeceğim. Sonra sizler için güzel bir dergi yapacağız, edebiyat ve kitap dolu. Okuduklarımızı paylaşıp keyifleneceğiz.

Dostluk, kitap, çay bir de simit… Ve itimat edebilmenin huzuru.

Sahi insan şu hayattan başka ne ister?

 

Buket Aşçı’ya Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır diliyoruz.

İZDİHAM