25 Haziran 2018

Stefan Zweig, Bir Kadının Yaşamından 24 Saat- Biir Yüreğin Ölümü Kitabından Cümleler

ile izdihamdergi

* İnsanların çoğunun muhakeme gücü körleşmiştir. Kendilerine doğrudan dokunmayan, sivri ucu ısrarla sert bir şekilde duyularına kadar nüfuz etmeyen şey, onları neredeyse hiç harekete geçirmez; ancak gözlerinin önünde cereyan eden, duygularına dokunacak en ufak şey bile içlerinde ölçüsüz bir tutkuyu ateşler. İşte o zaman duyarsızlıkları-nın yerini gereksiz ve aşırı öfke alır.

*Fevkalade gergin ve olağanüstü durumlar insan davranışları üzerinde öyle bir etki yapar ki, ne bir resim ne de bir söz onu aynı şimşek hızıyla tasvir edebilir.

*İçimizdeki duygu kıpırtıları azaldıkça, yaşamın son sürat aktığı yere doğru çekiliyordum ben de: Hiçbir şey yaşamayan biri için başkalarının tutkulu huzursuzluğu, tıpkı tiyatro ya da müzik gibi, sinirleri harekete geçiren bir şey olabilir yine de.

*Kumar oynarken insan ellerini ele verir, biliyorum, ama ben diyorum ki, kumar sırasında özellikle elleri, kumarbazın kişiliğini ayna gibi yansıtır.

*Işık ve gölgenin doğanın üzerinde gezindiği, tüm renklerin ve duyguların sürekli değiştiği bu yüze baktığım gibi ilgi ve merakla, tiyatroda hiçbir oyuncunun yüzüne bakmamış, şimdi olduğu gibi hiçbir zaman kendimi tüm benliğimle bir oyuna, bu yabancı heyecanın yansımasına kaptırdığım kadar vermemiştim. O anda biri beni gözetliyor olsa, çelik gibi bakışlarımı diktiğimi görse, hipnotize edildiğimi düşünürdü, doğruyu söylemek gerekirse, içinde bulunduğum durum da tam anlamıyla bir kendinden geçişti-bu yüzdeki mimildere bakmaktan kendimi alamıyordum, mekândaki diğer her şey, ışıklar, kahkahalar, insanlar ve bakışlar şekli olmayan sarı bir duman gibi etrafımda dolanıyor, tüm bunların ortasında, alevler arasında bir alev gibi o yüz beliriyordu. Hiçbir şey duymuyor, hiçbir şey hissetmiyor, yanı başımda itişen insanları, ahtapot gibi birdenbire uzanan, para koyan ya da paraları toplayan elleri fark etmiyordum, topu görmüyor, krupiyenin sesini duymuyordum. Heyecan ve coşkunun bu ellerdeki abartılı yansımasında olan biten her şey bir rüya gibi geliyordu bana.

*Bu Cehennem gibi salonda en duygusuz insan bile, bu adamın herhangi bir yerde bir evi, bankada parası ya da sığınabileceği akrabaları olmadığını, tam aksine son parasıyla, hatta hayatıyla kumar oynadığını, şimdi ise sendeleye sendeleye başka bir yere, fakat kesinlikle bu yaşamın dışındaki bir yere gittiğini anlardı.

*Oradan görünmeyen denizin binlerce küçük dalgası zamanı parçalarken, ben terasta kararsız bir şekilde bir saat kadar, bana sonsuzmuş gibi gelen bir saat boyunca ne yapacağımı bilmez bir halde gidip geldim; bir insanın fevkalade çöküşü beni öylesine sarsmış ve adeta olduğum yere çakmıştı.

*Hiçbir heykeltıraş, hiçbir şair, ne Michelangelo ne de Dante umutsuzluğun son noktasını, yeryüzünün son felaketini, kendini yağmurun şiddetine bırakmış, korunmak için tek bir hareket yapamayacak kadar yorgun ve bitkin olan bu canlı gibi insanın içine işleyecek kadar etkileyici bir şekilde tasvir edememiştir.

*İçerde insanların yatağını kanla kirletmektense kendimi dışarıda gebertirim daha iyi.

*O güne kadar hiç kimsede, hatta çocuklarda bile, hani emzirildikten sonra uyuduklarında etrafına iç açıcı pırıltılar saçan bebeklerde olur ya, onlarda bile onun yatarken yü-zünde gördüğüm o parıltıyı, mutlu huzuru görmedim.

*Belli bir hedefi olmayan her hayat bir hatadır.

*Bir kadının duyguları sözcükler olmasa da, her şey apaçık ortaya dökülmese de, her şeyi hisseder.

*Tüm acılar korkaktır, kendisinden daha güçlü olan yaşama isteği karşısında geri çekilir, çünkü bedenimizin her hücresinde yerleşmiş olan yaşama isteği, ruhumuzdaki ölüm tutkusundan çok daha güçlüdür.

*İnsan ölümün yaklaştığını hissedebiliyor, ölümün gölgesi yolun üzerine kapkara düşüyor, işte o zaman her şeyin rengi soluklaşıyor ve insanın içindeki duyulara o kadar sert işlemiyor ve tehlikeli gücünden çok şey kaybediyor.

*Yaşlanmak da geçmişten artık korkmamak demektir.

*Bir yüreğin adamakıllı sarsılabilmesi için her zaman ille de kaderin güçlü bir tokadı ya da her şeyi sert bir şekilde söküp atan bir güç gerekmez; hatta gelişigüzel nedenle yıkımı yaratmak, kaderin ele avuca sığmaz heykeltıraş isteğini tahrik eder. Biz insanoğlu, kendi anlaşılmaz dilimizde bu ilk hafif dokunuşlara bahane deriz ve onun o küçücük cüssesiyle çoğu zaman muazzam etkili gücüne şaşar kalırız; fakat bir hastalık nasıl sinsice ortaya çıkarsa, bir insanın kaderi de ancak her şey gözle görülür hale geldiğinde ve olaylar başladığında kendini belli eder. Kader, yüreğe dıştan dokunmadan çok önce beyinde ve kanda içten içe ilerler her zaman.

*Kişinin kendini tanımaya başlaması aslında kendini savunmaya başlamasıdır ve bu, çoğu zaman beyhude bir savunmadır.

*Silah, fiziksel açıdan güçsüz olanların kendilerini güvende hissetmelerini sağlar.

Hazırlayan: Seydi Özçal
İZDİHAM