13 Kasım 2016

Solcular kültür sanatı kendi çiftlikleri sanıyor

ile izdiham

Bu röportajı Yeni Şafak adına Ayşe Olgun gerçekleştirdi. 

 

Tam 16 yıl sonra Everest Yayınları arasında çıkan Yol Şarkıları kitabıyla bu yıl Dağlarca Şiir Ödülü’nün sahibi olan Adnan Özer, şiir kitabını basmayan sol cenahtakilere kırgın ve öfkeli: “Kültür-sanat ortamını kendi çiftlikleri zannediyorlar. Bu yüzden de onu merkezileştiriyorlar. Ödülüm kitabımı basmayan bu yayınevlerine kapak olsun.”

Bu yıl Fazıl Hüsnü Dağlarca Şiir Ödülü geçtiğimiz aylar Everest Yayınları arasında çıkan Yol Şarkıları adlı şiir kitabından dolayı Adnan Özer’e verildi. Adnan Özer şair kimliğinin yanında yayıncı ve dergicilik tarihinde de pek çok önemli çalışmaya imza atmış Türk edebiyatı dünyasında önemli bir isim. Aldığı ödülden yola çıkarak dünden bugüne ödül törenlerini, yayıncılık dünyasını ve çıkardığı dergileri konuştuk.

 

Dağlarca ödülünü aldınız. Sürpriz oldu mu?

Açıkçası beklemiyordum. Sürpriz oldu. Kitabım yeniydi çünkü. Nerede hangi ödüller var, ne zaman verilir bilmediğim için şaşırdım. Ödüller döneminin de geçtiğini zannediyordum; juriyi tanıyordum genç birini verirler diye düşünüyordum. Yıllardır kitabım basılmadı.

 

Basılmadı derken… Yayınevlerinden geri mi çevrildiniz?

Ben gitmedim ama yayınevlerinden de teklif gelmedi. Ben gitmedim de insan bekliyor tabii. Şunun şurasında kaç kişiyiz ki bu alanda…

 

CEMAL SÜREYA’NIN REKORUNU KIRDIM

Kaç yıl bekledi bu şiirler?

Son şiir kitabım ile bunun arasında tam 16 yıl var. Cemal Süreya kitabı için 14 yıl beklemiş. Cemal Süreya’nın rekorunu kırdım.

Yayınevlerinin belki kitabınızdan haberi olmadı?

Yok, yok öyle değil. Bu kitap için bazı arkadaşlarım benden habersiz bazı yerlere müracaat etmişler. Oralardan reddedilmiş.

 

ÖDÜLÜM ONLARA KAPAK OLSUN

Hangi yayınevleri bunlar?

Şimdi isimlerini söylemeyeyim ama çok sayıda şiir kitabı çıkaran büyük yayınevleri bunlar. Aldığım bu ödül kitabımı basmayı kabul etmeyen o yayınevlerine kapak olsun.

YAYINEVLERİ İÇİN GÖRÜŞ ESERDEN DEĞERLİ

 

Peki niye basmak istemediler sizce?

Yayınevlerinin görüşleri farklı farklı, daha doğrusu oralardaki editörlerin. Herkes benim şiirimi beğenecek diye bir şey yok. Sorun beğenip beğenmemek de değil zaten. Çünkü burada başka ölçütler var. Bu ölçütlere bağlı görüşler yazdığın eserden daha etkili. Benim de vardır belki böylesi ölçüt ve kategorilerim ama bu bahsettiğim şey ben şiire başladığımdan beri var olan başka bir durum.

 

Biraz daha açar mısınız? Asıl sorun ne?

Daraltayım biraz. Daha çok bir zümreden söz ediyorum. Eğitimli, entelektüel, yurtdışı görmüş vb. zengin çocuklarından oluşuyor. Kültür-sanat ortamını kendi çiftlikleri zannediyorlar. Bu yüzden de onu merkezileştiriyorlar. Ben de onlarla zamanında uğraştım herhalde bilmiyorum. 80’lerin başında dergi çıkarınca ister istemez bir şeyler oluyor.

 

Şiirlerinizi ‘taşralı’ mı buluyorlar?

Evet. Kodladılar. Ben de inadına savundum taşrayı. Her zaman böyle bir huyum vardır. Mazlumun tarafından olmak gibi. Müslümanları, Kürtleri, Çingeneleri, travestileri, eşcinselleri savundum. Yazmak ve yayınlatmak haklarından söz ediyorum daha çok. İstanbul’un en zorlu mahallelerinden yazar çıkarttım. Kim zor durumda ise onu savunurum.

 

Nasıl tepkiler aldınız?

Dünya ölçeğinde düşünmek lazım bunu. Mesela ben Afrika edebiyatını tanıtmak için çok uğraştım kendi çapımda. Bu bile alay konusu oldu. Bir de bunun sol cenahta yaşanması çok ayıp.

BENİ YETERİNCE SOLCU BULMADILAR

Sol cenahta karşılık bulan sadece Batı edebiyatı mı?

Evet. Daha çok batı merkezlililer. Düşünceleri de öyle. Ben Latin Amerika falan deyince hoşlanmadılar bundan. Sol taraftan bir karşılık bulamadım.Zaten beni ve yaptıklarımı yeterince solcu bulmadıklarını ima ettiler hep.

 

‘Yeterince solcu’ olmanın kıstası nedir?

Türkiye’de bir kere solculuk belli bir kesim üzerinden şekillendi. Zengin çocukları ve okumuş orta sınıf çocuklar çağdaşlığı, modernizmi savundukları için onlar sol tarafta yer aldılar ama emek mücadelesi çok derindir. Hak mücadelesidir solculuk.

Yani solcuyum diyen bir üst sınıf var ve bunların aslında hak mücadelesiyle ilgisi yok, öyle mi?

Evet, solcuların kendi içlerinde sınıfları var. Bu sınıflar arasında asla geçiş yapamıyorsun. Emekçi sınıf o çağdaş sınıfta karşılık bulamıyor. Emekçi sınıftakiler fakirler.

 

YAŞAR KEMAL DÖNEMİ GEÇTİ

Ama Yaşar Kemal bu emekçi sınıfı anlatırken solda bir karşılığı vardı. Bu nasıl oluyor?

60’lı yıllarda Mehmet Ali Aybar gibi emek mücadelesini doğru dürüst veren bir kesim var ve bunların ortaya koyduğu çizgi, emek mücadelesi bu sol sosyete tarafından desteklendi. Çünkü iktidara gelmek istiyorlardı ve edebiyat üzerinden siyaset yapıldı ve 15 milletvekili çıkardı. Şimdi o siyasi dili kullanmıyorlar. Bir dünya görüşü fenomenine sarılmışlar. Yaşar Kemal’ler halkın içinden çıktı ve halk tuttuğu için edebiyat dünyasında bir karşılık buldu. Ama onların dönemi geçti. Daha doğrusu medya, moda, eğlence sektörleri tarafından birikimleri emildi. Toplumumuzun üstünde hep büyük bir köpük vardır o emer. O köpüğün bekçisi de merkezi kültür-sanat ortamıdır.

 

 

Peki yetmişli yılların ortalarında durum nasıldı? Sizin gençlik dönemlerinizden bahsediyorum.

70’li yıllarda da üniversiteli yoksul çocukları devrimciydi ağırlıklı olarak. Anadolu yoksul çocuklarının bir kısmı ülkücü bir kısmı da akıncı oldu. Bunu sırf ideoloji olarak görmemek lazım, bu birazda sosyo-kültürel bir mesele. İstanbul’da sosyalleşebilen, çevre edinebilen solcu oldu, edinemeyen, kendi değerlerini koruyanlar sağcı kaldı.

Yetmişli yıllardan söz açılmışken ‘solcu genç şair’ olarak ilk edebiyat ödülünüzü aldınız değil mi? Hatırlıyor musunuz o günleri?

İlk aldığım ödülü hiç unutmam. Çünkü genç bir şairin kalbini kırmışlardı. O da bendim. 20 yaşındaydım.

 

Ne oldu?

İlk şiirim 19 yaşımda yayınlandı. Bir yıl sonra da yarışma oldu. İlerici Yurtsever Gençlik gazetesi düzenledi. Benim de içinde bulunduğum sol grubun bir gazetesiydi. 40 bin civarında satıyordu. O bir yarışma açtı dünya gençlik haftası dolayısıyla 1977 yılında. İkinci oldum yarışmada. İlk şiiirim de o gazetede çıktı. Ama bu edebi bir alan olmadığı için pek saymıyorum. Birinci Timur Daniş oldu. Benim arkadaşım, şimdi çevreci gezgin falan. Orada da ödülü değiştirmişler.

 

Nasıl yani?

Birinci bendim. Şiirimi ideolojik olarak yeterli bulmamışlar. Bu sosyalist bir gazetenin yarışması ya. Barış temalı bir yarışma. Benim şiirimde de barış var ama imgelerle çok süslü. Diğer arkadaşın şiiri daha heyecanlı ve direkt bu temaları işlemiş. Şiirim daha iyi iken sol ve barış teması yeterince işlemediğim için jüriden, ödül belirlendikten sonra müdahale olmuş ve beni ikinci yapmışlar. Hiçbir şey gizli kalmıyor anlayacağınız.

 

Ödül neydi? Gidip aldınız mı bari ödülü?

Ödül de bin 500 lira bir paraydı. O parayı almaya gittim tabii derginin bürosuna. O günler maden işçilerinin grevi olduğu için bana parayı vermek yerine ‘işçilere bağışlıyorsun değil mi’ deyip boş bir kağıda bir şeyler yazıp ödül diye o belgeyi verdiler. Hareketin militanıyım ya ben de sesimi çıkartamadım.

 

Sonra.

O ödülün parasını alamadım ama beni biraz tanıttı. Politika gazetesinde bir sayfa röportajım çıktı. Gazeteden Erdal Alova ve Barış Pirhasan destek oldular. Juriden beni sevenler savundular ve o ödül sayesinde parladım açıkcası. Sonra 80’lerin başında darbeden önce Güzel Sanatlar Fakültesi’nin yarışmasına katıldım.

Bu sefer birinci olabildiniz mi bari?

Beş şiirimi gönderdim ve birinci oldum bu sefer (gülüyor). Oradaki sakatlıkta şu oldu: İlk üçe girenlere ödüller veriliyor. Diğerlerinin de isimleri zikrediliyor. Birinciye Mehmet Aksoy’un yaptığı Nazım Hikmet heykelciliği verilecek. İkinciye de Ali Fuat Germaner’in tablosu. Üçüncüye de başka bir ressamın tablosu falan. Mehmet Aksoy orada diyor ki ben bunun şiirini beğenmedim. Bu solcu değil. Heykelimi ben ona vermiyorum. Orada da birinci olduğum halde ikincilik ödülünü aldım mecburen. Ali Fuat Germaner’in tablosu bana verildi. O tabloyu da Beşiktaş Devlet Resim Heykel Müzesi’ne armağan ettim. Halka verdim diyelim… Beni teselli eden bir olay, bir hatıram var o güne ait; jüride Neşe Erdok da vardı, benimle görüşmek istediğini söylediler, odasına gittim ve kendisinden hatırlıca bir övgü aldım, şiirlerimin plastik öğesi üstüne. Daha sonra şiirde plastik öğe üzerine kafa yordum, Octavio Paz’ın bu konudaki şahane yorumlarını okudum.

 

12 yıl sonra da Cemal Süreya Ödülü’nü alıyorsunuz bir de.

Cemal Süreya’nın vefatından sonra konulan ödül için dördüncü kitabım değer görüldü. O ödül çok değerliydi o zaman. Değerli bir ödül aldım ama ismimi yine yerleştiremedim.

 

O zaman da camiayı ikiye bölmüş müydün?

Yok bölünmedi. Ama o zaman da hafiften bir mırın kırın oldu. Cemal Süreya adına verildiği için estetik önemliydi tabii. Zaman Haritası yayınlanmıştı o yıl, yani 1992. O kitabımdaki şiirlerde, diğer kitaplarıma nazaran belli bir estetik tasarım vardı. Böyle bir gayret içindeydim diyelim. Kimileri zorlandı bu noktada.

CEMAL SÜREYA’YI AĞLATTIK

Cemal Süreya ile tanışır mıydınız peki?

Cemal Süreya ile tanışıyordum ama arkadaşlığımız olmamıştı. Benim hakkımda bir kaç kelime yazdığı olmuştu. Sonra ben onun Üvercinka adlı kitabının yayıncısı oldum.

 

Hikayesini merak ettim.

Ortağım Tuğrul Tanyol ile Cemal Süreya’ya gittik çekinerek. Acaba bize kitabını verir mi, ah verse diye düşünüyoruz. Hilmi Yavuz, Edip Cansever’i falan da yayınlayalım şiir hareketi yapalım istiyoruz. Teklifimizi kabul etti. Sonradan Tuğrul’a söylemiş, ağladım demiş. O zaman öğrendik ki 14 yıldır şiir kitabı yayınlanmıyormuş. Üç Çiçek’ten çıktı Üvercinka.

YAYINEVİ KURMAK İÇİN İNEK SATTIM

Üç Çiçek Yayınları arasında kimlerin kitabı çıktı başka?

Buradan 17 kitap çıktı. Tuğrul Tanyol’un birinci kitabı bunlardan bir tanesi. Bu benim kurduğum ikinci yayınevidir.

 

İlk yayıneviniz hangisi?

Daha önce Yeni Türkü var. Yaşar Miraç, Turgay Fişekçi, ben bir de Suat Vardal diye bir arkadaşla kurmuştuk. 1979 yılıydı.

O zamanın sol tarafta yer alan ünlü dergide biz genç şairlerin şiirleri çıkıyor ama bu bize yetmiyor kitaplarımızı çıkarmak istiyoruz. Gençler olarak Yaşar Miraç’ın öncülüğünde toplandık. Ankara’da bir grup arkadaş var. İzmir’deki Dönemeç dergisinden de bir kaç şair var aramızda.

RÖNTGEN KAĞITLARINDAN İLK ŞİİR KİTABIMIZI ÇIKARDIK

Parayı nasıl buldunuz?

O dönem güçlü dönemler biz de edebiyatı güçlü yapalım diyoruz. Kafamızda da çok proje var ama. Göçün çocuklarıyız hepimiz. Delice okuyup yazan insanlarız. Ama paramız yok kağıt alacak. Yaşar Miraç geldi bir gün ‘kağıt buldum’ dedi.

 

Nereden bulmuş kağıdı?

Doktora gitmiş. Röntgen filmlerinin konduğu kağıtlardan da bir tomar almış gelmiş. Bir tane katlayarak önümüze koydu. Nereden buldun dedik. Hastahanede bunlardan çok var dedi. Yeşil ve turuncu renkli kağıtlar. Biz de hastahanelerde ne kadar tanıdık varsa konuştuk alabildiğimiz kadarını aldık. Kestirdik o kağıtları ve küçük kitaplar üretttik. Yaşar doktorlara şiir okur mızıka çalardı.

 

Yeni Türkü adını verdiniz bu yayınevine öyle mi?

Evet, Yeni Türkü’den bahsediyorum. Yeni Türkü müzik grubu da ismini bu yayınevimizden aldı.

 

AZİZ NESİN BİZİ DESTEKLEDİ

Kimlerin kitaplarını çıkardınız?

Hastane kağıtlarına benim Yaşar’ın, Ozan Telli, Ahmet Erhan, Turğay Fişekçi, Erdal Alova’nın ilk kitapları basıldı. Çok talep gördü o kitaplar. 1 liraya satıyorduk. Imza yaptık o kitaplarla. Aziz Nesin televizyonda bunları göstermişti. Edebiyat böyle olur. İnsan her türlü yolunu bulur. Televizyonda da çıkınca biz meşhur olduk.

 

Şiir kitaplarınız ekmek peynir gibi satıldı yani?

Evet aynen öyle. O parayı biriktirdik yayınevini kurmamız lazım diye ve darbe oldu.

 

Vaz mı geçtiniz?

Hayır darbe zamanı kurulan ilk yayınevi ve ilk imza yapan yazarlarız. Eskişehir’de imza günümüze polisler geldi ‘deli misiniz’ diye sordu. (gülüyor)

 

Sonra yayınevi ismi müzik grubu ismi nasıl oldu?

İsmimizi Yaşar gruba hediye etti. Gruptan Selim Atakan’la çalışıyordu. Yaşar’ın bir kaç şiirini bestelemişlerdi. Arkadaşlıkları vardı.

 

Kitaplardan kazandığınız para yayınevini kurmaya yetti mi peki?

Yayınevini kurmak için iyice bir para lazım. Yaşar ‘benim Trabzon’da bir ev var onu satacağız’. Siz de bir şey bulun’ dedi. Dedem de bana her yıl bir büyükbaş hayvan ayırıyordu köyde. Okula gidince ihtiyacım olunca satarım diye. Hatta ‘Kitap bastırırsan satarsın’ demişti bir seferinde. Sadece eski yazı okuyabiliyordu rahmetli, o da kırık dökük. Kuran okuyordu. Ben de ona gazete okurdum. Nazım Hikmet’ten şiirler de okurdum, “Ateş gibi çocuk” derdi.

İNEĞİN PARASINDAN ŞİİR KİTAPLARI ÇIKARDIK

Gidip ineği mi sattınız yoksa?

Evet, gittim köye ‘Dede satacağız, vakti geldi’ dedim. İneği sattık. Sonra bu yayınevinin reklamı oldu. Milliyet’e haber oldu bu olay.

 

İneğin parasından hangi kitapları yayınladınız merak ettim?

Ataol Berhamoğlu’nun Kardeş Türküler Antolojisi’ni, Abdulkadir Bulut’un Yakımlar kitabını, benim Ateşli Kaval’ı, Ahmet Erhan’ın Alacakaranlıktaki Ülke’sini, Turgay Fişekçi’nin, Suat Vardal ve Ozan Telli’nin kitaplarını çıkardık. Daha sonra Haydar Ergülen, Behçet Aysan falan böyle gitti. Otuz kadar kitap çıktı o yayınevinden. Çok tuttu bunlar. Çok estetik kitap kapakları çalıştık.

 

Estetik derken?

Düşündüğümüz şiir hareketine çok uygun oldu desem daha doğru olur. Ben Trakya, Yaşar Trabzon kültürünü diğer şairler yetiştikleri farklı kültürleri benimseten şiirler yazıyoruz o dönem. Yaşar Sümerbank’a gitmiş. Orada stilistler basma kumaşları için yeni çizimler yapıyormuş. Gidip öyle acayip şeyleri seyrederdi. ‘Uşaklar buldum, çok güzel kitaplarımız olacak’ diye koşup geldi bir gün.

 

Ne bulmuş?

O stilistlerin çizdikleri basma çizimlerinden kapak yaptık. Yılmaz Aysan bu çizimleri stilize etti. Sanatsal bir iş yaptı yani. İsa Çelik de fotoğrafımızı çekti. Kimse kimseden para almadı bedavaya çok güzel kitap kapaklarımız oldu. Yedi kitap birden çıktı. Piyasaya verdik hatta bizzat biz sattık.

 

Arkadaşlarınıza mı sattınız?

Hayır sokakta şiir kitaplarımız satıldı. Yaşar bir sepetin içine kitapları kurdeleyerek koydu ve Cağaloğlu’na satmaya gitti. Bir keresinde de bir koli kitabı İzmir’deki bir grevde sattı. İlk önce şiiri okur ‘Beğenmeyen almasın diye şov’ yapardı. Vapurda bile sattı ama biz onun kadar cesaret edemedik. Şiir geceleri düzenleyip oralarda sattık.

 

Sonra ne oldu?

Yeni Türkü diye dergi çıkartacaktık kazandığımız paralarla ama Yaşar Almanya’ya sürgüne gitmek zorunda kaldı. O döndüğünde de ben Üç Çiçek Yayınevi’ni kurmuştum. O yüzden de bana küstü.

 

ERENLER SAĞI VE SOLU BULUŞTURDU

Üç Çiçek yayınlarında kimler vardı?

Evet. 1983’te kurdum. 84’de kitaplar çıktı galiba. Tuna Yetkin, Muhsin Nuraydın, Hüseyin Öncü ve Tuğrul Tanyol. Benle Tuğrul büyük ortaktık. Büroda sandalye bile yoktu. Hüseyin sandalyeleri evden getirmişti. İlk önce benim, Osman Konuk, Tuğrul Tanyol ve Erdal Alova’nın kitaplarını bastık. İkinci seride Cemal Süreya ve Hilmi Yavuz’un kitabları vardı.

Sağcılarla solcu yazar ve şairlerin seksen sonrası buluştuğu ilk yayıneviydi değil mi? Bu fikir nereden ortaya çıktı?

Evet öyle. Biz bir halk hareketi başlatmak istiyorduk. Bu dergi Türkiye’nin dergisi olacak şiiri iyi olan herkes yazacak dedim. Arkadaşlarla tartıştık falan sonunda ben galip çıktım.

 

İlk kimin kitabını bastınız?

O dönemde Osman Konuk Yönelişler dergisinde şiirlerini yayınlıyordu. Ama biz bu hareketi başlatmak istediğimiz için onun ilk kitabını bastık. Daha sonra da Mehmet Ocaktan’ın ve İhsan Deniz’in kitaplarını bastık. Osman Konuk’tan ilk İsmet Özel bana bahsetmişti, tanıştıran da o. Bu çıkışımız, dolayısıyla İsmet Özel’in hoşuna gitmişti. Haftada bir bizim yayınevine gelirdi.

 

YÖNELİŞ ÇEVRESİYLE TANIŞTIM

Yönelişler çevresindeki diğer isimlerle nasıl tanıştınız?

Az önce de bahsettiğim gibi Anadolu’nun Evi diye bir kültür merkezi düşünüyordum yerli bir şey yapmak istiyordum çünkü. Feyz aldıklarım da Latin Amerikalı ve Afrikalı düşünürlerdi. Yerliliği vaaz eden düşünürler. Bunun için en yakın gördüğüm Yönelişler çevresiydi. Bir gün gittim kapılarını çaldım, kapıyı Ahmet Kot açtı. Beni uzun kıvırcık saçlarımdan tanıdı. Buyur etti. Onlar da yeni bir toplantı yapmışlar içerde oturuyorlardı.

 

Kimler vardı hatırlıyor musunuz?

Nabi bey (Nabi Avcı) yeni çıkmış gitmişti. İçerde Ebubekir Eroğlu, Yüksel Kanar, İlhan Kutluer, Adnan Tekşen vardı, şimdi hatırladıklarım. Beni çok iyi ağırladılar, ondan sonra karşılıklı gidip gelmelere başladık. Yönelişler’i beraber çıkaralım da dedim bir ara, ama öyle kaldı. Ama bana şiirler ve şiir kitaplarını verdiler. Üç çiçek Yayınevini kurdum bana şiir de verdiler.

Üç Çiçek dergisinde kimler vardı?

Tuğrul Tanyol, Taner Ay, Metin Celal, Haydar Ergülen, Oktay Taftalı, Mehmet Müfit, Ali Günvar, Cengiz Öndersever, Akif Kurtuluş, Orhan Tekelioğlu. Az ya da çok hepsinin katkıları var.

 

İLHAMİ ÇİÇEK İÇİN ÇOK ÜZÜLDÜK

Sağ kesimde çok iyi şiirlere imza atan bir gençlik var o dönemde bunun da etkisi oldu mu?

Öncesinde de Yedi Güzel Adam ekibi var ama. Yani seksen öncesi de çok iyi şiirler yazan sağ kesimden isimler var. Etkisi hala süren bu rüzgar bize de ulaştı. Bu ekibin şiiri toplumcu öğeler içeren Anadolu’dan çıkmış varoluşcu estetik bir hareketti. Ne kadar sağcı denir… Bazı şeyler de seksen sonrası kırıldı tabi.

 

Kimleri tanıyordunuz o dönem?

İlhami Çiçek’in intihar olayı mesela bizi çok etkilemisti. Haydar Ergülen’in Çiçek ile tanışıklığı vardı diye hatırlıyorum. Yine Turan Koç’un şiirlerini takip ediyorduk.

 

TANPINAR OKUYANA HOŞ BAKILMAZDI

Seksen öncesi Cağaloğlu’nda ilişkiler nasıldı?

Cağaloğlu sokak sokak bölünmüştü. Ülkülerin, sağcı ve solcularının yayınevlerinin olduğu sokaklar farklı farklı idi. Ben buna ‘kantonlaşma’ adını vermiştim.Kimse kimsenin sokağına kolay kolay giremezdi. Mesela Beyaz Saray’a biz gitmezdik, oysa gitsek bir sürü kitapla, yazarla tanışmış olacaktık. Mesela sol kesimde Ahmet Hamdi Tanpınar’ı okumak hoş görülmezdi. Bazı şeyler sonradan keşfedildi. Oğuz Atay bile çok sonra keşfedilmiş bir yazardır. Nurettin Topçu’nun falan adını bizler çok sonradan duyduk, tanıdık.

 

ERENLER DE SAĞ SOL TABUSU YIKILDI

Peki bu tabular nasıl kırıldı?

Erenler Kahvesi’nde kırıldı diye düşünüyorum. Seksenlerden sonra Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nin içinde hizmet veren Erenler’de sağcı solcu yayıncılar yazarlar birbirini yüzyüze tanımaya çay içmeye sohbete başladı.

 

Kimlerle tanıştınız Erenler’de?

Necat Çavuş’la tanıştık, iyi şiirler yazmaya başlamıştı. Murat Yalçın şairler arasında gencecik bir öykücüydü. Hüsamettin Arslan sosyolog olarak cerbezesini ortaya koyuyordu aramızda. Sıtkı Caney ezbere şiirlerini okurdu. Hüseyin Atlansoy yeteneğiyle dikkat çekiyordu. Kamil Fırat vardı, öykücü. Erol Olçak gidip gelirdi yine Erenler’e. Erkan Mumcu ve onun çevresi vardı. O mekandan çok sayıda bakan bürokrat iş adamı yazar şair çıktı diyebilirim. Çok isim var, burada anamadıklarım affetsinler. 80 sonrası ülkücü, sağcı, islamcı, solcu çay içerken birbirini Erenler’de buldu. Edebiyat dünyası da bu buluşmayla yeni bir bahar yaşadı diye düşünüyorum. O ortamın niye bir belgeseli yapılmaz, bu da ayrı bir soru.

 

 

İZDİHAM